14 Mayıs 2021 Cuma

MAHALLE MEKTEBİ, MART- NİSAN 2021, SAYI: 58


 

Dergide önemli yazılar var. Hangimiz Billy Olmadık ki?, adlı metin Erva Kara'nın. Kara, John Taylor Gatto'nun 'Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı' isimli eserinden yola çıkarak modern eğitim sistemi üzerine düşünmüş.  Gatto'ya göre modern eğitim sistemi : 'Açıktan açığa vasat zihinler yetiştirmek, çocuğun iç dünyasını tarumar etmek, öğrencilerin liderlik vasıflarına sahip olunmasını engellemek, yumuşak başlı ve yetersiz vatandaşlar yetiştirmek üzere tasarlanmış, yani bir bütün olarak, nüfusu idare edilebilir kılmayı amaç edinmiştir...' 

Covid salgınında okulların tatil olması, tamam velileri çok üzdü ama varoluşsal olarak düşünürsek öğrencilere kanaatimce iyi geldi. Öğrenciler, insanı daraltmak ve azaltmak için tasarlanmış eğitim sisteminden kendilerini bir yıllığına korumuş oldu.  Okulsuz Toplum gibi anlayışları da modern eğitim sistemine yapılan gayri protest bir yansıma olarak okumak gerekir.  Çağın insanı;  modern eğitim sistemiyle doğaya dönüş felsefeleri arasında sıkışıp kalmıştı.  Aslında biri ifrat diğeri de tefritten başka bir şey de değildi. 

*

Diğer bir da yazı da Hilmi Uçan'ın: 'G. Flaubert, Yahya Kemal ve Taşralılık Duygusu.'  Anlatı kişileri Emma Bovary, Madame Loisel gibi şehrin taşralı lirik ve romantikleri  konu edinilmiş. Modern hayat, dünyanın her yerinde taşraya tarihte hiç olmadığı kadar bir limit azaltımına gitmişti. Taşra da aslında bunu kabullenmişti. Yahya Kemal'in taşralılık kompleksi herkesin malumu. Ona göre 'İstanbul'a Niş'ten değil Paris'ten gelmek lazım imiş.'  Şiirde, İkinci Yeni'ye  kadar daim bir taşralılık sıkıntısı var. Bunu Akif ve Nazım'ı dışarıda tutarak söylüyorum. Şiirde, şehirdeki taşra sıkıntısı II. Yeni ile aşılmıştı. Çünkü İkinci Yeniciler yüksek yeteneklerinin yanında yüksek bir taşralı grubu da.  Çoğu, parasız yatılı okullarda okumuştu.  Hatta diyebilirim ki taşranın doğurganlığı ve üretkenliği son yıllarda daha iyi anlaşılmış durumda. Taşra olmasa merkez çabuk çürür ve boş kalır. Şiirde hareketin taşradan merkeze olması gerektiğini söyleyen Yücel Kayıran haklı.  Üstelik M. Heidegger gibi felsefeciler, yazın çalışmalarını dağ başlarındaki kulübelerinde yapmışlardı. 

Derginin en önemli kısmı ise Abdurrahman Arslan ile yapılan söyleşi.

Aslında söyleşi başlı başına bir İslamcılık eleştirisi. 

İslamcılık, büyük oranda birinci evresini tamamladı. Şimdi bu birinci döneme yapılan eleştiriler hakim, İslamcı düşünde. İslamcılığın birinci evresi Osmanlının yıkılış süreciyle başlar ve Mısır'da Mursi'nin idamıyla biter.  Tarih tekerrürden ibaret sanki. Osmanlıyı yıkım çalışması Leibniz'in önerisiyle Mısır'dan başlatıldı. Ama daha önce yıkımı kolaylaştırmak için Şam üzerinde oyunlar oynandı. Peygamberimiz Şam'a hep dikkat çekmiştir. Şam, Osmanlının yumuşak karnıydı. İslamcılığın da yumuşak karnı Şam'dır. Kaşıkçı Cinayeti'ni Şam'ın bu tarihi rolüyle okumak gerekir.

İslamcılık da aynen Osmanlı gibi Şam'da yumuşatıldı, Mısır'da durduruldu.  Ama bu, İslamcılığın sadece siyasi yönüydü. Bu aralığın bilgi, inanç sistemi ve epistemolojik yanı gibi unsurları ise nerede nasıl başladı, nerede nasıl bitti, ileride epey konuşulacak ve tartışılacak.  Abdurrahman Arslan aynı bahiste şunları söyler: 'Dünyaya ve hayata artık Eflatun'un ve Aristonu'n gözüyle bakmaktayız; ya da Galieleo veya Newton'un gözüyle. Teologların büyük çoğunluğu bugün dünyaya İslam'ın değil Galieleo ya da Newton'un gözüyle bakmakta ya da onlardan üretilen bilgiyle düşünmekteler.'  Bu minvale ben de eklemeler yapmak isterim. Arslan, dini ya da fıtrî olana tabiî görüş nazarından bakıldığını ima ediyor sanki.  Kierkegaard gibi düşünürsem: etik birey, etik bilgi; dini bireyi, dini bilgiyi ve fıtrî bilme biçimini hapsetmiştir. Tabiî görüş, Rönesansla fıtrî bilgi kaynaklarını durdurmaya başlıyor aslında. Bugün Spinoza gibi önemli düşünürlerin dillendirdiği 'tinsellik' kavramı da 'fıtrî bilgi kaynaklarındaki maneviyatı bir dönüşüme tabii tutuyor. Tinsellik, tabiî yolla elde edilen natüralist bir maneviyat biçimidir. Tinselliğin temelinde büyük ihtimalle Aristo'nun mimesis kavramı vardır. Mimesis, sanatçı için sadece doğayı görüldüğü gibi taklit değildir, onun ruhu dediğimiz tinselliği de bir taklit şeklidir. Sezai Karakoç'un, sanatı, doğanın ruhunu değil de yaratışın taklidi olarak görmesi bu açıdan önemli. Ruh ve tinsellik arasındaki ince farka şerh düşmekte. Fıtrî ve tabiî olanı ayırmakta. Bugünkü teknolojinin temelinde de mimesis kavramı vardır. Ve mimesis kavramı, bugün doğada bulduğu tinselliği insanla birleştirmeyi, post-human'a giden yolu açmaya çalışıyor.    

Abdurrahman Arslan,  bizim için gelenek sünnettir, diyor. Bu söze söyle bir devam yazmak isterim : İnsanlığın tüm zamanlarındaki geleneğinin adı da 'Ezeli Hikmet'tir. 

Akif'in 'Batının tekniğini alalım ama ahlakını almayalım' sözüne de eleştiri getirmiş Arslan. Teknolojinin alınmasıyla zaten ahlâkının da alınacağını, bu alışın bizi onlara benzeteceğini belirtiyor. Bu konuya ilk itirazı Rasim Özdenören yapmıştı. Ama zaten Akif ' Batı'nın ahlâkını almayalım'  derken 'onlara benzemeyelim' demiyor muydu? 


Y. Türk

13 Mayıs 2021 Perşembe

EDEBİYATİST, MART- NİSAN 2021




İlk metin Kübra Arar'ın: Yer Kapışması: Ütopya / Distopya. Şahsen benim inancımda distopyaya da ütopyaya da yer yok. Umut kırıklığı var sadece. Avrupai nazardan bakarsak ütopya ideolojielerle kuracağımız cennetlerdi. Ama ideolojiler, insana giydirilen deli gömlekleriydi ve o gömlekler de yırtıldı. Günün sonunda distopya ortaya çıktı. İrem Bağları, bin yıllar öncesinin ütopyasıydı sonra distopyaya dönüştü. Belki de o hadiseden sonra insanın ütopyalara pek inancı kalmadı. Önce heves sürülür, sonra günah çıkarılır. Ütopya ve distopya bundan ibaret gibi. Bana, ütopya ve distopya değil de İbn-i Haldun'un medeniyetleri okurken belirttiği  'Başlama ve Çürüme' dönemleri daha gerçekçi geliyor. Medeniyetler aşk ile temiz gıda ile başlar sonra heva ve hevese yenilirler, çürürler. Ütopya ve distopya, İbn-i Haldun'un medeniyet nazariyesinin Avrupai zihinle yeniden okunuşu gibi. 

Derginin dosya konusu ise  erkek ve kadın. Daha doğrusu Feminizm.  Özlem Karavul, Margaret Atwood'un 'Damızlık Kızın Öyküsü üzerinden bir feminizm okuması yapmış.  M. Atwood'un diğer bir eseri olan 'Glied Cumhuriyeti' de konuya dahil edilmiş. 'Erkek egemen bir oligarşik düzenle yönetilen Glied evrenini anlatır. Glied Cumhuriyeti köktenci Hıristiyan bir grubun Eski Ahit yasalarının ve kodlarının sapkın ve kendi menfaatleri doğrultusunda yorumlanmasıyla meydana getirilmiş bir yönetim anlayışı üzerine kurulmuştur.'  Karanlık Hıristiyan Orta Çağı'nın sapkın din anlayışı din kavramına acayip zarar vermiştir. Her şey gibi bu sapkınlıktan kadınlar da payına düşeni almıştır. Feminizmin temelinde buradan alınan kadın yaraları vardır. 

Diğer yandan Avrupa'da Karanlık Hıristiyan Orta Çağı'nın sapkın din anlayışına karşı Europa adlı kadın mitolojisi yükseltildi. Yeni gelen çağ, yaşadığı sisteme de bu ismi verdi. Avrupa, Europa ile dünya kadınlarını biraz da cezbetti.  

Feminizm, modern çağın en önemli hareketlerinden ve cinsiyet okumalarından bir cüz. Ancak bugün geldiği nokta itibariyle kadınlara çok şey kazandırmışsa da kayıp da ettirmiştir. Belki kadın haklarına ideoloji gibi yaklaşıldığı için böylesi bir sonuca gebe kaldı. Feminizm için de bir ütopya ve distopyadan bahsedilebilir. 

Feminizm görüşü içinde erkekler, genelde  cinsiyet işgalcileri gibi gösteriliyor. Erkekler, onlar için kadın bedeni ve emeği adına emperyal güçlerdir. Toprağı, bedeni ve emeği sömürülenlerse kadınlardır.  Feminizm, sanki cinsiyet coğrafyasında talana, sömürüye direnmenin teorik anlandırması gibi gözüküyor. Cinsi bir militarizme karşı muhalif bir militarizm gibi. Çıkışsızlığı da bundandır. Kadın doğal bir denge ve fıtrat üzerinden konuşulmadı. Mağlubiyet psikolojisiyle gelişti, galibiyetin tüm imkanlarını içinde barındıran bir ütopyaya dönüştü. Zaten distopya da galibiyet düşünüp yenilmek değil midir. Açıkçası feminizm türler arası savaşın bir parçasıydı. 

Ben kadını da erkeği de ve varlığı da her şeyi kuşatan tek bir şey etrafında ele alınıp konuşulması gerektiğine ve bu ilkeyle yetişen bireylerin uyumuna, değilse çatışmasına  inananlardanım.  

-Sayı ile birlikte Kaan Eminoğlu'nun hazırladığı şiir yıllığı veriliyor.


Y. Türk

YEDİ İKLİM, MART 2021


Yedi İklim'in sunuş yazıları dikkate değerdir. Hep bir mesele odaklıdır. Konu: Bireyin yetiştiği çevre. Ve Uluslaşmanın bireyin eğitimini nasıl etkilediğidir. Açıkçası metin diyor ki: Yeni dünya düzeni insan denen varlığı epey yonttu. Somutlaştırdı. Ele geçirdi. Onu istediği gibi dönüştürdü. 

Bence yeni çağın insana sunduğu yol şuydu. Ya bizdensin, norm ve yasaların alanındasın ya anarşizm sahasındasın. Hukuki alan yeni ve dar tip bir milletleşme üzerinden inşa edildi. Gayrısını ise yasadışı ilan etti. Birey de bu ikisi arasında sıkıştırıldı veya telef edildi. Aslında iktisat düzeni bile böylesi bir algıyla kuruldu. İnsanı, mideden, geçim kaygısından yakalayarak ehlileştirdi. 

Nurettin Durman şiirlerine devam ediyor. Durman'nın son şiirleri rahat şiirler. Belli bir sanat kaygısı taşımadığından böyle olsa gerek.

Mehmet Özger, Şiir ve Yanlış Bilinç: Bir edebiyat ve fikir çevresi eleştirisi. Şiirde tefriti ve ifratı konuşmuş. İdeolojik oluşumların tek doğru ve haklı olarak kendilerini görmeleri insanlığa büyük haksızlık. Son yılların edebiyat dergilerine ve ortamlarına baktığımızda aynı şeyi görüyoruz. Dergiler, eleştiren, hakikati gören yazarlar yerine kendi doğrularını konuşan kalemler yetiştiriyor. Biliyorsunuz şiir mahfillerinde adam yetiştirmek diye bir şey var. Oysa insan önce kendisini yetiştirmeli. Kendisini yetiştirmeden adam yetiştirmek, adam yetiştirmek değildir aslında çete kurmaktır. 

İsmail Demirel'in Işığın Etrafında Kelebekler: Mehmed Âkif Ersoy'un Yakın Çevresi - 1 metni  epey emek ürünü. Eşref Edip, Abdürreşid İbrahim,  Hasan Basri Çantay, Manastırlı İsmail Hakkı, Mehmet İhsan Efendi ve Ferit Kam gibi Akif'in yakınları ve dostları var.  Şu alıntıyı yapayım: 'Kam'ın Mısır günlerinde Âkif'le bildiğimiz tek muhaberesi annesinin vefatı üzerine yazdığı taziye mektubudur. Kam, bu süreçte Akif'in mimlenmiş olduğunu bildiği için mi acaba ondan uzak durmuştur; uzak durmadıysa kamuoyunun bundan neden haberi yoktur?'

Değiniler kısmındaysa Aykağan Yüce, Prof. Dr. Vejdi Bilgin'in Adım Müslüman adlı eserine de değinmiş. Adım Müslüman, terkibi Erdem Bayazıt'ı hatırlattı bana. Adım Müslüman: Enerjik bir isim. Şimdi böylesi şeylerden yüz çeviriyoruz. Onlara modası geçmiş şeyler olarak bakıyoruz. Ya da taşravarî buluyoruz. Protest olayımız kalmadı açıkçası. Modernizm bizi sindirdi. 

Protest kavramının da gerçi tarihi ilginç. Protestizm, modern çağın başlangıcıyla gelen bir şey. Protest şiir, protest müzik vs. Modernizm hep portest bir silsileyle karşı karşıya kaldı. Ama şimdi protestizme inanç sarsıldı. Bu kavram, sahicilik kaybı yaşadı. 


Y. Türk


OLAĞAN ŞİİR, KASIM- ARALIK 2021, Sayı 17

 


Hakan Arslanbenzer dosyası var, dergide. Arslanbenzer,  imge ve lirik şiir bahisleri üzerinden okunmuş daha çok.  Ve Arslanbenzer'in imge ve lirik şiir üzerine sarf ettiği çelişkili ifadeleri öne çıkarılmış. Çelişki, çok şair ve düşünür için hayati noktadır. İnsanın çelişkileri varsa sanatının da olmalıdır. Necip Fazıl'da da bu yaratıcı çelişki vardır.  Arslanbenzer'in çelişkileri daha ziyade Ezra Pound'a benzer. Onunla aynı paraleldedir.  Örneğin şairin ilk şiirleri veya ilk kitabı Reis'in Kara Merhem'i oldukça imgesel bir düzlemdedir. Bu etkide iyi bir imge ustası olan İsmet Özel baş roldedir. Ancak daha sonraki şiirlerinde Arslanbenzer, konuşma diline doğru yelken açar. 

Hakan Arslanbenzer hakkındaki ilk dosyayı  Fayrap yapmıştı; ikincisini Kuruluş dergisi (doğru hatırlıyorsam 4. sayısıyla); üçüncüsünü de Olağan Şiir sayı 17 ile.  

Onun şiiri bazen imgeci, bazen imge karşıtı ve konuşmacı, bazen çapaklı- çirkin estetiğin şiiri. Ne demek istediğimi şu dizeyi verirsem daha iyi anlarsınız: 'Ekmek çalarsan Allah seninledir.' 

Şunu da ekleyeyim: Hakkında çoluk çocuk yazarsa Hakan Arslanbenzer kötü şairdir; gelişmiş zekalar yazarsa iyi şairdir.


Y. Türk 


DERGÂH

 

DERGÂH,  ŞUBAT 2021

Sunuş metni dünyanın değişmekte olduğuna dair. Yani aslında İbrahim Kalın'ın ifadesiyle 'Türkiye, Batı'nın dipnotu olmaya devam edecek mi?'  diye soruluyor.

İkinci sayfadaki kültür ve sanat haberleri, yıllardır takip ettiğim bir köşe. Edebiyat ve kültür adamları ve onların eserleri konusunda hep sürprizler yapan bir yer. Örneğin,  Şinasi'nin mezarı bulunmuş.

Mustafa Özel yıllardır 'para nedir? sorusunun cevabını arıyor. Tabiî bunu okuduğu romanlar üzerinden yapıyor.  Ama bu bana sanki biraz abartı gibi de geliyor. Örneğin bu romanlar üzerinden para adına yapılan çıkarımlar bir türküden bile edinilebilir.  Bu tür okumların sanki artık suyu çıkmış. 

DERGÂH, OCAK 2021

Dergiyi okuyup kapatınca akılda TOLSTOY kalıyor.  Tolstoy'u pek seven birisi değilim. 

Hristiyanlık veya din hakkında Kierkegaard gibi düşünür. Dostoyevski dinde ne kadar kurumsallaşmacıysa Tolstoy da inancın kurumsallaşmasına o denli karşıdır. Hece'nin geçen seneki bir sayısında Mehmet Kurdoğlu'nun Tolstoy hakında yazdıkları da kayda değerdi. Onun usanmak bilmez bir abaza olması, iki ayda bir banyo yapması, kötü kokması, çirkin bir adam olması vs. 

Açıkçası ömrünün son demlerinde mistik bir dünya içinde iyi ve saf olan üzerine kafa yorması daha çok bir günah çıkarma performansına benziyor. 

Ve eski Hisar; yoluna bugün Dergâh ve Muhit ile devam ediyor. 


Y. Türk



Sincan İstasyonu, Ocak- Şubat 2021, Sayı 111


 

Şiir Niçin Ölmez başlıklı metin ilginçti. Halil İbrahim Özbay, zamanın parçalanmasının dakikalara, günlere, aylara bölünmesini neredeyse vaktin esir alınması olarak anlamlandırmış. Daha çok Tanpınar gibi parçalanmaz bir akışın  içinde yaşamanın insanın fıtratına daha uyggun olduğunu söylüyor. Kara parçalarının şehirlere, mahallelere, sokaklara bölünmesini de benzer bir değerlendirme içinde yorumluyor:  'Oysa takvim, harita, sözlük gibi icatlar, doğanın zerrece umrunda değildir. ' 

Ben; dünyanın, zamanın bu derece küçük dilimlerle ele geçirilmesinin bir karşılığının da insanın iç yaşantısında da bir karşılık yarattığını hissediyorum.  Dijital çağın, hem somut hem de manevi alana daha da hakim olacağını düşünüyorum.  İnsan da hayat da zaman da en ince ayrıntısına doğru kuşatılıyor. 

*

Kemal Ateş, Hüseyin Rahmi Gürpınar'ı anlatmış. Gürpınar'ın pinpirikli, huysuz bir adam olduğunu bilirdim de bu kadar ummazdım: 'Yattığım odada başka nefes istemem, sinirlerim; bunun içindir ki misafirlikte kalamam' (Gürpınar).  Hayatını pek fazla da merak etmediğim birisidir, Gürpınar.  Ama siyaseti ve kurnazlığı  eleştiri konusunda ilk modern dili yakalamış birisidir. 

Bülent Keçeli, Ücra Şiir Dergisini, Ücra deneyimlerini ve Murat Üstübal'ı anlatmış. ' Ücra Şiir Dergisi'ni takip ederdim. Heves, Ücra Şiir, Natama, Buzdokuz şiire bakış açıları çok az farklılık arz etmek üzere benzer dergilerdir. Ücra, merkeze karşılığın bir ifadesiydi.

Hürriyet Yaşar'ın Okuma Güncesi köşesinden de şunları alıntılamak isterim. 'Sonsuz Topraklar'daki Brezilya köylüleri, Fontamara'daki İtalyan köylüleri, İnce Memed'deki Türk köylüleri hep birbirine benziyor...Topraksızlık, bilgisizlik, feodalizm, sömürü, boş inanışlar, din kentlere göç, hekimsizlik... '   Şunları da ben eklemek isterim: Ama Türk köylülerinin başında Mussolini yoktu. Ve Köylü, bizde milletin efendisiydi. 


Y. Türk


KAYIP, OCAK- ŞUBAT 2021, Sayı: 1


 

Yeni bir dergi. Yayın yönetmeni: Mehmet S. Fidancı.  M. Can Doğan, Cevdet Karal gibi isimler var, dergide. Cevdet Karal'ın şiiri öne çıkıyor. Karal, saf lirik şiir yazıyor. Melek, şiirlerinin leitmotivi. Bu şiirinde de öyle olmuş şairin. Galiba en yüksek şiir kitabı  Karal'ın, 'Uzun Sürdü Hazırlığım' dır. Son eseri 'Alışveriş Listesi' şairin şiirini gençleştirme çabaları olarak okunabilir. Ama bu yapılırken Karal şiirinin baş aktörü ritmin de yara aldığı bir gerçektir. Kayıp'tan şu bölümü buraya almak isterim: 

'Can verenler ne alırlar

Karşılığında Tanrı'dan'

*

Bir ara şöyle düşünmüştüm:  'İnsanlar bu kadar kirin, adaletsizliğin içinde ezan okunmasında bir anlam bulamıyorlar.'  Sonra Cevdet Karal'dan şu bölümü okudum:

Kime neyi, ne diye itiraf edeyim

Anlatsam bir anlayan çıkar mı ki

Batakhanelere sızan ezan sesinin

Yüreğe nasıl işlediğini

Bana kalırsa daha yücedir onun hissi

Bir cami avlusunda beklemekten namaz vaktini

                                                                     (Uzun Sürdü Hazırlığım, S. 167)

* Dergide Kurtuluş Kayalı'nın Sezai Karakoç gibi düşünce adamlarının ve şairlerin yazdıkları metinlerin dipnotsuzluğuna dair bir makalesi var. Ve Kayalı ' Nurettin Topçu ve Sezai Karakoç'un yazılarının daha derinlikli olduğunu belirtiyor. Bu soru bir ara bana da sorulmuş, metinlerinizde neden dipnot yok denilmişti. Bence dipnot ve referans  yani tırnak içleriyle dolu bir kitap zaten başkaları tarafından esir alınmış demektir.  

 * Bu ara okuduğum çoğu dergide Ahmet H.Tanpınar hakkında yazılmış değinilerle ve geniş oylumlu makalelerle karşılaştım. Yitiksöz'de, Kayıp'ta, Dil ve Edebiyat'ta, Dergâh'ta ve birçok yerde. Tanpınar'ın edebiyat ortamındaki bu yayılımı, seksen kuşağına umut saçıyor. Tanpınar ile aralarında bir bağ kuruyorlar, seksenlerde şiir yazanlar. 

* Sema Bayar'ın  'Bir Tel Kopar Ahenk Ebediyen Eksilir' adındaki metni musiki alanına dair. Benim dikkatimi daha başka şeyler çekti. Elbette ahenk deyince Yahya Kemal akla gelir. Ve Yahya Kemal'in III.Selim'i ne derece sevdiği de bilinir. III.Selim, Osmanlının son müzik atılımı olan bir reforma banilik eder. Yahya Kemal, A. Hamdi Tanpınar, Hilmi Yavuz ve sonraki pathoscuların adamıdır, III. Selim. Ethoscular ise III. Selim'e neredeyse düşmandır. İsmet Özel örneğin III. Selim'i vatan haini ilan eder: 'Zaten III. Selim İslâm'ın izzetini gözeten bütün âlimleri tesirsiz kılmıştı.'  Demek istediğim aslında ethoscu ve pathoscu şiirin hemen yanında ethoscu ve pathoscu bir siyaset kanalı da bulunmaktadır. Ve bunlar daima didişmektedir.  


Y. Türk


PAPİRÜS, MART- NİSAN 2021, Sayı: 30


 

Dergide Osman Serhat Erkekli ve Tarık Günersel, şiirleriyle öne çıkıyorlar. Erkekli'nin şiiri, eski bir şiiri. Sanırım Ürperişler kitabından alıntı. 

İspanyol şair Miguel Hernandez'in şiirlerinden yapılan çeviriler oldukça iyi. Hernandez, şiir dili ve kaynağı yönüyle bizden Necati Cumalı'ya;  Ruslardan S. Yesenin'e benzer.

Dosya konusu ise 'Salah Birsel'. Birsel'in  'Boğaziçi Şıngır Mıngır' kitabı, bende, Abdülhak Şinasi Hisar'ın yazdıklarını çağrıştırır. A.Ş. Hisar'ın üslubu;  A.H.Tanpınar ile Salah Birsel arasında salıncak kurmuş bir dildir.

Salah Birsel, sol kesme Divan şiirini sevdiren adam olarak bilinir.  Gelenekçidir. Bir tarafında Aziz Nesin diğer tarafında Asaf Halet Çelebi  ve Hacivat - Karagöz  durur.  


Y. Türk

9 Mayıs 2021 Pazar

U-

 

Şimdi Allah'ı anlatan sarı kağıtlarımda önce Zeynep'i  anlatırdım. Allah, aşkımın mimarisine malzemeyi iki yerden gönderdi. Gökten kendi aşkını yerden de Zeynep'i verdi. Bu, bir teknik değil; rahmetti.

Karşısına Tanrı çıkma ihtimali bekler sevdiğini iyi aralayan her erkeği. Değil mi zaten aşk kitabı böyle yazıla gelmiş dünyanın ıssızlığından beri. Elif ki, bizi bir eliyle alırdı diğer eliyle Allah’a verirdi. Elif, Eski Asya’da berrak dağ ve ovalarda sevilmiş yarin adı. Onu sevmekte namaz tadı gibi bir şey vardı. 

Aşık olduğumda Nuh’un gemisine adımı yazdırmışım gibi bir duygu hissetmiştim içimde. Sular üstünde sıla sıla gitmiştim de.  Onu sevmek sevaplar kadar güzeldi. Gözleri, cennetin sokaklarıydı. Yakardı ışıklarını, öylece bakardı.

Ona yanmak bana heyecan verirdi. Şehrin posta kutusuna, bizim için ayetler bırakılır gibi güzel ve diri yaşardım. Kente can verirdi bu duygu. Toprağımı Yasin'in, Fatiha'nın çapası kazardı. Hayat ağacımın dalları göklere değecek denli uzardı.

Alınmamış kızların ardından dağlar gelir. Nereye gitsen içinde bir Mirabeau köprüsü oluşur. Altından sular akar akar.

Zeynep'in terki bile güzel olur. Kavuşamamak da bir selamdır, alınmalıdır. Selam alınınca fark edilir: İçinizdeki kuşlar Zeynep'ten havalanmışlardır, yediler kırklar sanatıyla yoğrula yoğrula esma-ül hüsna'ya doğru yola koyulmuşlardır. 


Y. Türk


U-

Yazı- zihnim: Gök kesimli mimari gibi. Gayb desenli.  Ama hayat gibi de emeğimin, elimin işi. Konuşurken üstünde daha çok dinin ağzı var: Bu, ondaki kader. Gaybı sever çünkü o müziğiyle kelimelerimi şıralar. Bir ince su sesi gibi duymak ister, yazı kulağım; ezeli. Hükümden çok tat söylemesi bundan.

Nasıl desem yazı-akıl tipimi. Dünyanın ilk yapılmış evi gibi. Yoksa içine girmezdim. Amaya benzer bir yapı. Gözler kapalı. Derinliğine, sonsuza dek yaymış ışığını. Uzun bir içi var. Sanki sonsuzluk sokağı. Önümde ufkumun mecazı var, insan fıtratının da  hesabı.

Zihin: İnsandaki akla bir vefa. Tecelliye güzel bir arsa. Yaza yaza öğrendim. Hakikat bazen rüzgârda bir uğultu, bazen gün içinde bir fakirde ses oluyor.

Benim yüzüm yazı yüzüdür. Varlığımı, yaza yaza yaptım.

Yazı, kâğıda daim beyaz ve göksel inmez. Karanlık yerlerden seke seke de gelir. Zihnin kirli havası eserek girer akıl bahçene, nakış  değil kabahat işler yazı çiçeklerinin yaprağına. Hani omuzda yazan melekler bir umut bekler bizi. Ben de böyle yazmam kimi.

Severim yazının bir kendilik hali olarak gökselliğini, beyazlığını. İnsin isterim kağıdıma Allah'tan aşağı.  


Y. Türk

U-

Şairdim.  İlham için şah damarın avlusunda Tanrı'yı beklerdim. Trajedim ve neşem, kendisini yıllarıma ve çabalarıma dağıttı. Ben de acı ve sevinçleri yaşıma ve emeğime göre derdim. Fark ettim, güzel yazının hayatı da güzel oluyor. Doğrular; keder ve esenlikte, nerede olursa olsun al allar. Kalemim, özüm üstündeki küreğim. Tanrı'nın acı tatlı tecellilerini topladım. Ömrüm: öze, doğaya, Kur'an'a bakma durağım. Bu üç yerde çok bekledim.

Yaratı karşısında kimileri yandı, ben üşüdüm. Kutup soğuğuna benzer, derler bana. Aynı yerleri yürürüm başım önde günler, aylar, yıllarca. Bitmeyen çağrıların bitmeyen buzulunda. Buz okur, buz yazarım kimse soğuğundan okuyamasa da.

Tabiatımdaki: kış dini. Ve üşüten yazınım bana yuva gibi.Ve böyledir halim de ilmim de.

Şöyle bilirim şiiri: Üstte buz ama içte renge doymuş gök özü; ufuktan bakar geçmiş erenlerin ışıl ışıl yanan gözü. Kar altında bir kün yaylası: Dağı, yeşili, ruh kekiği... 

Ama artık bir yerden sonra yoruyor insanı dünya halleri ve şiir hayalleri. Diyorsun, tabiî artık ölüm ısıtır bizi. Bilirsin, asıl: tıngırtısı dünyaya düşen bir gökçe fasıl.

Bunlar, dünyanın en güzel şeyi kırgınlık sesi.  Göreceksin ki dünyanın en kristal cemiyeti de cenaze merasimi. Kıtır kıtır kırılmıştır nice şair ümitleri. Yaratmak için emek verdiğin onca metaforun düşünürsün cenazene geleceklerini. Kalır bedenin ve dizelerin  musallada anasız insanların sözleri gibi.

Ee zaten insan,  yerin yetimi. Tamam, insan çokça zalim; kuşlar hep iyi.  Tamam, dünyada nankörlüğe doyduğun Tanrı’ya koşa koşa gitmenden belli. Ve ölüm öncesi,  hayata karşı tokluk da iyi. Ama unutma Allah geride kalan güzel dizelerin ve yazıların da velisi. Gam yeme emi.


Y. Türk