26 Aralık 2020 Cumartesi

Türk Şiiri 2020 Yıllığı ( Kuruluş, Ocak - Şubat 2021, Sayı 43)

 


Yıllık hazır. Basıma göndereceğim. Üzerinde epey çaba sarf ettim. Nurettin Durman’la başlar, Turgay Demirel ile biter.  Başka ne diyeyim. İyi okumalar dilerim.

Epeydir, şiirin dışı değişiyor sadece; içi değişmiyor. Aslında iç değişse dış da daha sağlıklı değişecek. Bu iç monotonluğun sebebi de şiirin tezsizliğinden kaynaklanıyor. Genelde şiirimize kart bir dil hâkim.

Bizden önceki kuşakların bir sorunu bu: Tezsizlik. Seksen ve doksan kuşağından, sonrasına devrediyor. Onların şiirleri ve bu şiirlere uygun poetikaları var ama bir tezleri yok. Seksen kuşağı ve doksan kuşağı bu açıdan kardeş. Hakan Şarkdemir, Hece’deki bir söyleşmede: ‘ Genç sanatçıya şairleri sorduğunda da Ahmet Arif diyor, Nazım Hikmet diyor. Mesela Serkan Işın demiyor, Hayriye Ünal demiyor, Murat Üstübal demiyor'* (279) şeklinde konuşmuştu. Bunun sebebi şairin tezsizliğidir. Tez dediğim şey aslında bir dünya görüşüdür. Ama millete, topluma yayılabilecek bir dünya görüşü. Çünkü geçmişten geleceğe hayat tezlerle ulanır.  Yunus ‘ta Vahdet tezi var, Akif’te Kurtuluş tezi, Necip Fazıl’da Büyük Doğu tezi, Sezai Karakoç’ta Diriliş tezi.

Örneğin doksan kuşağının birçok şairi şiir yazdı. Ve üç beş de deneme kitabı. Tezi yok, şairin. Bazıları şiirini ve poetikasını var etti ama bir yaşam felsefesi üzerine konuşamadı. Doksan kuşağı şairleri, şiirlerinin poetikası adına çok metin üreten bir kuşaktır. Ama yine de şiirlerini iyi anlatamadılar. Bunun nedeni elbette tez yokluğudur.

Türk şairinin üç görevi vardır:

-Şiir

-Poetika

-Tez

Doksan kuşağındakiler görevlerini eksik yaptılar. Tezsiz şairler kuşağındandırlar. Şiir, poetikayı ortaya çıkarsa da ikisini ortaya çıkaran güç tezdir. Tezsiz poetikaların fazla bir önemi de yoktur.

                                                                                                                                                                  (Türk Şiiri  2020 Yıllığı,  Sayfa 1)


İkinci Yeni’den sonra gelen beş şiiri önemsiyoruz. Bunlar: Felsefî Şiir, Neo-epik Şiir, Göçebe Şiir, Hece Şiiri ve Biçimci Şiir. Biçimci şiirde İlhami Çiçek, Mustafa Irgat ve Onur Ünlü’nün yerleri oluşmuş durumda. Felsefî Şiir'de Yücel Kayıran önemli ve benzersiz bir mevki edindi. Göçebe Şiir'de Osman Çakmakçı belirginleşti ve orijinal bir şiir birikimi ortaya çıktı.  İbrahim Tenekeci ve Süleyman Çobanoğlu Modern Hece Şiir'in okunan iki şairi. Neo-epik Şiir'le Hakan Arslanbenzer epik şiire yeni bir nefes üfledi.  Zannediyorum ki, bizden sonra gelen kuşakların da ilgileri şiir ve poetik olarak bu beş sütun üzerinde gezer.

Her kuşağın ya da şairin şiirine bir kök bulması icap eder. Seksenler şiiri deyince örneğin Şeyh Galib, Yahya Kemal, Ahmet Haşim üzerinden gelen bir hat çekilir. Neo-epik Şiir'de ise Nefi’den, Namık Kemal’den, Akif’ten, Tevfik Fikret’ten ve İsmet Özel’den günümüze inen epik şiir belirginleşir. Bizde ise Türk şiirinde tez oluşturabilmiş, tezli şairler öne çıkar.  Yunus, Akif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’tan gelen bu hat şiirimizi belirler.

Şiire ilk büyük tez verme alışkanlığı Yunus ile başlamıştır. Tezi: Vahdet’tir. Aynı akıl,  modern Türk şiirine epiğe dönüşerek Akif tarafından yüklenmiştir. Birincisi 1000’li yıllara kadar yazılıp konuşulan ve geride büyük külliyatlar bırakan Vahdet-i Vücût düşüncesi. Bu birikim, şiirimizde Yunus gibi büyük bir şair çıkararak meyve vermiştir. İkincisi de bu yüzyılın başına kadar Hz. Ali Cenkleriyle, Dede Korkut anlatılarıyla ve Karac’oğlan gibi halk şairleriyle birike birike gelen epik damarın Akif ile zirveye oturmasıdır. Nasıl ki Vahdet-i Vücût yazını ve kültürü şiirde Yunus’u çıkarmışsa, bu epik birikim de Akif’i hazırlamıştır. Tüm şiir tarihimizde mistik şiirde -ben tasavvuf şiiri demeyi yeğlerim- kubbe Yunus iken epikteki kubbe de Akif’tir.

Yunus ‘ta Vahdet tezi var, Akif’te Kurtuluş tezi, Necip Fazıl’da Büyük Doğu tezi, Sezai Karakoç’ta Diriliş tezi. Bizde de Kuruluş tezi.  Yani bizim şiirimizin tarihe iniş basamaklarını tezli şairler belirler.

                                                                                                                                                               ( Türk Şiiri 2020 Yıllığı , Sayfa 2)


NOT: Benden yıllık istemeyin. Gönderemem. Hem yorgunum, hem de kendime bir tane ayırıp diğerlerini dağıtıyorum.  Kahramanmaraş’tan arayanlar için söyleyeyim: Hotel LaVilla’nın resepsiyonundan edinebilirsiniz.  İstanbul’daysa Kadıköy ve Üsküdar iskele büfelerinde bulunur, yıllık.  Dağıtım ayın beşinde.


Yeprem Türk

20 Aralık 2020 Pazar

VS.

 

Yeni şiir kitabım bitti. Ama hemen yayımlamayı düşünmüyorum. Halil Cibran’ın, Ermiş kitabına yaptığı muameleyi ben de bu kitabıma çekmek istiyorum. Elimin altında uzun süre daha tutmak arzusundayım yani. Ama uzun süre bu derece soluksuz çalışmak yorucu bir şey. Şimdi önümde son kırklamam olacak bir eserin müsveddeleri var. Belki hazirana onu da bitiririm. Kafamda bitti çünkü. Kağıda indirmek kaldı.

Uzun süreli kapalı mekânlarda kalmak yoruyor insanı. Yasak zamanlarda dolaştım dolaşmasına da, yukarı balkondan bir beyefendi seslenirdi bana ‘Yahu senin dolaşma kağıdın mı var, hep geziyorsun’. Kuşlara yem vermek için meydana indiğimi söylerdim, ben de.

Kuşlar, dedim de aklıma geldi. Kuşlara alışmayın bence. Bırakması zor. Kadıköy meydanında sabah saatleri beni bekliyorlar. Beni görünce önce serenat yapıp öyle iniyorlar, önüme. Paramı da bayağı tırtıklıyorlar üstelik.

Hazirandan sonra yatmak için bile iç mekânlara girmeyi düşünmüyorum. Bahçemizde, Kahramanmaraş’ta ağaçlar var. Ağaçların altında gecelemek, uyumak dilerim.

İnsan ışığı, güneşi özlüyor. Ruhta tatlar olduğu gibi doğadan gelen lezzetler de var. Beden, bunu hep ister. Eski Grek, bu anlamda ağzının tadını bilen bir uygarlık. Ve Afrika.

İşte ikisini de içeren bir eser paylaşıyorum.


Gerçi, Luciano Pavarotti, James Brown’a sesinin çatlak çatlak olmasından dolayı alaycı gülümsemeler sarf ediyor, ama bence Brown’un sesinde L. Pavarotti’nin yapamayacağı kadar ince motifler var.

 

Y. Türk