14 Aralık 2020 Pazartesi

&

 

Bu yıl epey dergi okudum. Bunun bana masrafı ağır oldu. Hakan Arslanbenzer, Buzdokuz okumak istediğini ama derginin fiyatının 20 lira olduğunu duyunca almaktan vazgeçtiğini söylemiş. Ben kırk lira verdim, ikisini de aldım. Dergilere ve kitaplara verdiğim parayla İstanbul’da bir daire satın alınabilirdi.

Ama Hakan Arslanbenzer, Buzdokuz’u okumamakla bir şey kaybetmiş olmaz. Son beş yıldır, neredeyse tüm dergileri sayı sayı okudum. Ama artık dergilerdeki metinlere güvenim de sarsıldı. Çünkü serdedilen fikirler genellikle ya çalıntı ya da modifiye işi.

Örneğin Buzdokuz’un iki sayısında öne çıkan peotik görüşler şöyle: (Bir kısmını daha önce yazmıştım.)

-         Hakim estetiğin reddi ilkesi: Bir Orhan Veli klasiğidir.

-         Çıkmazlık: Yücel Kayıran’ından epey duyduğum şey. Kayıran, aporia, der.

-          Şiirde çıkarsızlık, karşılıksızlık: Eren Safi bir ara Fayrap’ta Allah rızası için şiir başlıklı bir metin yazmıştı, o anlamda bir şey.

Tek özgün olan fikri ise derginin, şiiri oyun içinde görmesidir. Necip Fazıl’ın ‘Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış / Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış...sözünün çelik çomak kısmına sahip çıktığını ciddi ciddi beyan etmesidir.


Yeprem Türk

Nobel Edebiyat Ödülü

 


Nobel  Edebiyat Ödülü

Nobel  Edebiyat Ödülleri eskiden ses getirirdi. Şimdi ise ancak dergilerin değini kısımlarında kısaca yer alabiliyor. Büyük edebiyatçıların Kıta Avrupa’sında olmamasıyla ilgili bir durum, bu. İsveç Akademisi 2020 yılı edebiyat ödülünü daha önce tanıdığımız bir Amerikalı şaire verildi. Louıse Glück’e.  Glück, Amerika şiirinin son halkası. Sıradan, şarkı sözleri tadında bir şiiri var şairin. Yeni çağda pek bir Amerikan şiiri yazıldığı da söylenemez. Düşünün Ezra Pound’dan Glück’e. Amerikan edebiyat tarihi açısından söylüyorum, bin Ezra Pound bir Yunus etmez, Yunus Emre’den Sezen Aksu’ya demek gibi bir şey, bu iniş çizgisi

Bir Sezai Karakoç’un, İsmet Özel’in dengi diyebileceğimiz bir kişilik yok artık Batı şiirinde.  


Y. Türk

&

 

Emevîlerle birlik, halifeliğin saltanata dönüştürüldüğü söylenir. Halifelik, ümmeti temsil eder. Saltanat  ise temel itibariyle kabilevî olanı. İbn-i Haldun; devlet ve iktidarın, deneyim ve gözlemlerinden yola çıkarak, asabiyye kuvvetiyle doğduğunu yazmıştır. Aslında saltanatla kabilevî olan arasındaki sıkı bağı da göstermiştir.

Ona göre iktidarın başlangıçları kabilevîdir. Ama daha sonra da halk bu kuruluş aşamasını unutup iktidarı benimser. Ama bu benimsemede iktidarın, kabilevî olanı aşması ve genelleşmesi önemli bir etkinliktir.

Kureyş kabilesinin, M.S. 440 yılında Mekke’yi alması önce kabilevî asabiyye iledir. Ama Kureyş’in Mekke’de tüm halka açık bir katılım siyaseti uygulaması onu kabilevî asabiyeden kurtarıp medenî sahaya taşımıştır. Kureyş, toplayan toparlayan manasına gelen bir kelime. Kureyş demek birlik demektir, şehirdeki herkes demektir. Kureyş’in önderliği bu nedenle herkes tarafından benimsenmiştir. Efendimiz’in ‘imamlar Kureyş’tendir sözü’ toplumdaki ortak duyguya ve ideaya vurgu yapar.

Osmanlıda oluşan saltanat kavramı da bir bakıma Kureyş’in siyaset anlayışını temsil eder. Kabilevî olandan başlar, medeniyete ve halifeliğe sıçrar.

 Yeprem Türk

 

 

&



Cins dergisi sayı 59’da Sevmek üstüne dosya gibi bir şey yapmış. Ali Ural ve Ali Ayçil ile söyleşilmiş. İkisinin de söyledikleri, şiirleri ve yazdıkları tarzıma uzak şeylerdir. Ali Ayçil, Sezai Karakoç’un ‘ Suna dedimse sen, Leyla dedimse sen’ dizesi için diyor ki ‘Ben bu öznesizleştirmenin tehlikeli bir şey olduğunu düşünüyorum. Suna dediğimizin Suna, leyla dediğimizin Leyla olması gerekir. Bu muğlak, muhayyel, bedensiz, afaki sözlerle bir ilişki nasıl mümkün olabilir. ‘
 

Daha önce de Mehmet Aycı ‘Sezai Bey’in ‘ Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız’ dizesi için niye boş yere koşalım ki şeklinde bir şey söylemişti.

Yani aslında doksan kuşağının pozitivist zihnini yansıtır bu yorumlar. Mevlana’yı, Yunus’u pek anlamazlar; doksan kuşağında olanlar.

Ben, doksan kuşağının birçok sakat ve boş düşüncesinin olduğunu biliyorum, bu nedenle onlardan etki almadım. Bu görüşleri nedeniyle olsa gerek doksan kuşağından eleştiri metinleri çıktı ama büyük şiir çıkmadı.

Sanki bana zihniyet olarak İkinci Selanikçiler gibi geldiler hep.


Yeprem Türk