Son
günlerde dünya genelinde en çok konuşulan şeyler: Ayasofya, Türkiye ve
İstanbul.
Ayasofya
Camii’nin, İstanbul’un fethinin ve Fatih Sultan Mehmet’in dünya görüşünün
tafsilatlı olarak ele alınmaları aslında bir medeniyet tasavvuruna duyulan
özlemin ilk ayağı.
Özellikle
de Batı uygarlığının havlu attığı zamanlarda bunların dillendirilmesi, tüm
insanlık için bir medeniyet imkânı şeklinde değerlendirilebilir.
Özellikle
bizim düşünce sistemlerimiz içinde İstanbul düşüncesinin öne çıkması da
denebilir buna.
Ayasofya
Camii, müze idi. Tatilde idi. Aslında müze olan, tatilde olan bizim dünya
görüşümüzdü.
Şimdi
Ayasofya canlandı, dünya medeniyet anlayışımızın da üzerindeki tozlar
silkelendi, yeni ve farklı bir çağın ilk
ışıkları da yanmaya başladı.
Fatih
Sultan Mehmet, Yeni Çağı İstanbul’un fethiyle açmıştı. Aslında o günden beri
bir İstanbul medeniyet düşünce ekolü de hayata geçmişti. Endülüs, Abbasî gibi
İslam medeniyetleri İstanbul düşüncesi içinde harmanlanmıştı.
Cemil
Meriç, Avrupa uygarlığını doğuran fikrin Hind’in arkaik metinler olduğunu
söylemişti. Bir bakıma doğru. İslam düşüncesi haricinde kalan bu doğacı mistik
metinler Avrupa’nın tabiî görüşüne can vermişti. Çünkü ikisi de tabiî görüş
içinde doğup gelişti.
Bizim
için Hint, İmâm- ı Rabbânî’lerle okunur. Hindistan’ın tasavvuf kanadıdır. Ve
İstanbul düşüncesine dahildir. Tabiî
düşüncenin değil Fıtrat medeniyetinin bir koludur. Bizi tekrar küllerinden
doğuracak şey de ise burasıdır: Fıtrî dairedir.
Ayasofya
Camii’nin açılışı düşüncede ta bu bilince kadar gider.
Fatih
Sultan Mehmet, Ayasofya’yı harap halde bulmuş; onarmış ve ihya etmişti. Biz de
millet olarak dünyayı bu halde bulduk; insanlığı onaracak; onlara adalet,
güven, huzur ve mutluluk verecek fikrimiz ve deneyimimiz var demiş olduk,
Ayasofya’da okunan ezanla.
Bu
bakımdan, Ayasofya Camii’nin minarelerinde verilen seda Davut’un da sedasıdır,
Musa’nın da, İsa’nın da.
Y. Türk