26 Eylül 2023 Salı

Hakan Arslanbenzer'in Garazı Neydi?

 

Hiçbir poetik metin, kasıtla ve garazla yazılmayı hak etmez. Poetik olanın ruhuna ters bir şey, bu. Eğer böyleyse, eleştirinin ve poetikanın dışına düşmüş olur o metin. Üstelik eskilerin ideolojik-poetik metinleri bile bugün, taraflılık imajıyla nisyana terk edilmişken, kasten yapılmış şiir eleştirilerinin geleceğini düşünemiyorum bile.

 Garaz Poetikası. Bu kavram, aklıma Hakan Arslanbenzer'in trajedi karşıtlığı ile ilgili metinlerini okurken düşürmüştüm. Hakan Arslanbenzer, doksanlardan itibaren, ‘Türk şiiri trajik olana kapalıdır’ anlamında bir tavır sergilemişti. Ve hususta epey de mesai harcadı. Bunu da daha çok İkinci Yeni şairleri üzerinden dile getirmeye uğraştı. Bu tavrın üstelik nesnel bir karşılığı yani gerçekliği de yokken. Mesele aslında bir şiir sorunu, poetik bir problem değildi.  Arslanbenzer, bunu Ece Ayhan'la yaşadığı bir olayın acısını çıkarmak için yapıyordu. Hakan Arslanbenzer’in Ece Ayhan'la konuşurken, Arslanbenzer’in İslamcı olması hasebiyle telefonun  Ece Ayhan tarafından Arslanbenzer’in yüzüne kapatılmış olmasıydı, hakikat. Yani trajik veya poetik olanla bir ilgisi bulunmuyor, o metinlerin. Onlar tamamen birer intikam eleştirisidir. Ki epik olan, modern dünyada daima trajediyle iç içedir. Epik kahraman, ruhun ilkesini işletir. Ve modern dünyada ruh, daima engellenir. Modern sanat, ruhun kendi safiyetini, ahlâkını ve ilkesini yürürlükte tutmaktan alıkoymak ister. Bugün epik iki defa trajiktir. Birincisi: Ruh olarak engellenmek ister. İkincisi: Kurmacanın her geçen büyüyen dünyası karşısında mücadele eden epiğin daha fazla  yük sırtlanmak zorunda kalması. Trajedi ve epik, ikisi de öyle aynı tohumdan ki. Nereden bakarsanız bakın, epik aslında bir trajedi neşesidir


Kuruluş, 59'dan


Yeprem Türk

Yücel Kayıran’a Hayali Efsus’unda Mutluluklar Dilerim

 

Yücel Kayıran ‘Metal Künye’ adlı metnine, Akif’in ‘Çanakkale şiirini konu etmiş. (Kitap-lık, 222) Tuhaf bir yazı. Şu iki yönden: Birincisi: metin çok zorlama. Kayıran, Akif'e çok kızmış anlaşılan. İstiklâl Marşı'nı yazdığı için Akif. Çanakkale Harbi'ni destanlaştırdığı için.  


İkinci tuhaflığıysa eleştirinin, şairin  dinî bir anlayış olan cihada ontolojik bir yaklaşım sergilemiş olması. Özelleştirilmiş ontolojik bir poetikayla; dini kavramları ve din- iman duygusu neticesinde ortaya çıkmış bir poetikayı yargılamaya kalkması. Akif'in şiirine şairin poetik çerçevesinden değil  kendi poetik penceresinden bakması.  Akif'in şiirini çevre ve psikolojik şartlardan bağımsız tutması.  Akif'in şiirini ölçecek tekniği elde edememesi. Aslında eleştiriyle bile değil, Akif'in şiirine sadece garazla yaklaşması. 


Önce bahsettiğimiz şiiri gösterelim.


Çanakkale Şehitlerine


Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde gösterdiği vahşetle ‘bu: bir Avrupalı!

Dedirir- Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

Ne varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!


Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,

Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.

Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,

‘Ostralya’yla beraber bakıyorsun, Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;

Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetlere denk.

Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…

Hani, tâuna da züldür bu rezil istila!

Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,

Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,

Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…

Medeniyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz


*

‘Ostralya’yla beraber bakıyorsun, Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk 


 ‘Avustralya ile Kanada’nın bir arada Çanakkale’yi istila edişleri ya da istilada bir arada oluşları değil, Avustralya ile Kanada’nın bir arada oluşlarına anlam verememe dile getiriliyor.’ Yücel Kayıran, Akif’in, Türk yurdunu işgal eden Avrupalı devletlerin bir araya geliş nedenlerini anlamadığını ifade ediyor; Akif’in medeniyet kavramına vakıf olmadığını belirtiyor. Ancak, Akif’in Almanya gezisini unutuyor; Akif’in Arapça ve Farsçaya hakimiyetini dolayısıyla da medeniyet denen şeyi özünden kavradığını göz ardı ediyor. Akif, bir kere, aruzla (medeniyet vezniyle) yazmış bir adam. Akif, Batı medeniyetini önce gezilerinde, tarih kitaplarında tanımış ama Batı uygarlığının gerçek yüzünü en çok Kurtuluş Savaşı’nda görmüş bir şair. ‘Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar’ benzetmesi hayali bir şey değildir. Yaşayarak varılmış bir sonuçtur. Hayat dolu gerçek bir tespittir. Yücel Kayıran, Batı’yla bir cephede savaş halinde tanışmadığı için romantik davranıyor. Yine aynı Batı’yla kanlı canlı olarak savaşan Aliya İzzetbegoviç’in ‘Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır’ demesi ve Akif ile aynı yorumu paylaşması boşuna değil. Çünkü şahitlik makamında olanlar onlardır. 

Ostralya’yla beraber bakıyorsun, Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;


Akif, Avusturalya ile Kanada’nın neden bir arada olduğunu anlamıştır ve bu iki dize başlı başına bir uygarlık tarifidir. Çehreler başka, lisanlar başka, deriler rengârenk ve başka ama hepsi de yine aynı bir uygarlığa aitler. 


*


Yücel Kayıran, Çanakkale’ye işgale gelen askerlerin arasından, aynı zamanda Avustralyalı bir şair olan Wilfred Owen’ın Çanakkale’deyken yazdığı bir şiirinden yola çıkarak Akif’in dediği türden bir ‘yamyama’ benzemediğini iddia ediyor. Şiir şöyle:


Uzanan yalnız bir tepecik var:

Uyuyan kederli bir sahil var:

Denizin kıyısında yıpranarak harap olmuş bir tabya var.

Ayaklar altında çiğnenmekten çökmüş mezarlar var:

Ve çürümekte olan küçük bir iskele:

Ve durmaksızın kıvrılan yollar.

Yıkık dökük, sessiz bir vadi var:

İncecik bir dere var

Ağzındaki taşların üstünde biraz kan.

Gömülmüş kemik sıraları var:

Ödenmeyi bekleyen bir borç var:

Güneyde hafif bir hıçkırık sesi var. 


Ve şunları ekliyor tespitlerinin yanına Kayıran: ‘…Çok ince bir üslubu var, ödenmeyi bekleyen bir borcu var, güneyde unutamadığı hafif hıçkırık sesi var, yani bir hıçkırık sesi var, yani sessiz sedasız kendi başına ağlayan biri var. Hiç yamyama benzemiyor. His yoksulu ve sırtlan da değil.’  Aslında burada Yücel Kayıran, kendi fikrini ama daha da çok modern Türkiye’nin ruhunu söylüyor. Modern Türkiye, Çanakkale Savaşı’nda ‘tek dişi kalmış canavar’ın uygarlığına, estetiğine hayran. Yüz yıldır Türkiye, Avrupa zarafetine çalışıyor. 

Kayıran, şiirin son iki dizesine baksa, şairin çizdiği narin tabloya rağmen neyi tercih ettiğini görür.


Ödenmeyi bekleyen bir borç var:

Güneyde hafif bir hıçkırık sesi var. 


Avustralyalı şair, parayı bahane ederek düşmanlığını görmediği bir ülkenin topraklarını istila eden bir orduya asker olarak katılmıştır. Bu yamyamlık değil midir? Kayıran, şairin haneye/ ülkeye tecavüzünü aklamaya çalışmış. Bu tür şeyleri bir ara Zaman ve Taraf gazetelerinde okurduk. Yani şimdi Akif'in ülkesi için mücadele etmesi, düşmanını çirkince betimlemesi, tamam Yücel Kayıran'ın  'ontik' kavramı açısından pek hoş değil, ama para karşılığı işgal ordularına asker yazılmak ne kadar ontik bir durumdur. 


*

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak


Kayıran bu dizelerde pornografi görmüş. Sevgili dostum, bunlar gerçekler. Hakikat olduğu gibi şiire girmiş. Bu pornografi değil, sert gerçeklerdir. 


Ekler:


1. ‘Oysa varlıksal olan, tümel olanda değil, tekil olanda açığa çıkar. (Y. Kayıran)’  Ne boş bir cümle. Ve yanlış bir kelam. Bu kendilik halini Yücel Kayıran'ın şiirinde bile bulmak mümkün değil.  Kayıran şiirinde çevredekilerden, devrimcilerden geçilmez. Hatta kendisi onların içinde silikleşir, yok olur. Kayıran için gerilla topluluğu şiire zarar vermez ama cemaat olunca şiire halel gelir. Ne tuhaf. Kayıran, kendisini dışarda tutarak başkalarını eleştirmek için kullandığı 'kendilik' hali tekil hale dönüşmüş. Buna Heidegger bile katılmaz. Ondaki ontolojik kendilik, herkes zemininde saçıldıktan sonra kendine geri dönmektir. Yani bir bakıma bütünlük içinde bütünlükle  tek kalabilmektir. Yani dasein kavramı böyle bir şeydir. Vahdette kesret, kesrette vahdet halinde olabilmektir.  

2.

Kayıran için şairlik, ontik bir durumdur. Bu, Kayıran'ın ortaya attığı bir görüş değildir. Eski bir düşüncedir. Şiire felsefi birey olarak bakanların  oluşturduğu bir tanımlama çabasıdır. Ancak Akif felsefî bir birey olarak değil dini bir birey olarak şiir yazan bir şairdir. Bu nedenle hem bireydir hem de cemaatten biridir. Hem tekil hem de cemaatten biri olarak hareket eder. Hatta Akif herkes olduğu gibi herkes de Akif olur. Nâzım, Akif' için ' "Akif, büyük şair / İnanmış adam' derken Akif'in dinî  bir görüşle şiir yazdığını ima etmiyor muydu? En azından bu bile Akif'in şiirini hangi poetik açıdan değerlendirileceğine bir işarettir.


Şuraya geleceğim: Hölderlin'in şairliğini dini bir birey olarak okursanız Hölderlin'e haksızlık edersiniz. Akif'i de ontolojik bir çeteleyle değerlendirirseniz aynı şeyi yapmış olursunuz.


3.      Yücel Kayıran’ın Efsus’a Yolculuk kitabını okuyun. Bir kahır deposudur, bu kitap. 


sana seslendiğimde gözlerimin içine bak 

derdi babam, bir misafirliğe gittiğimizde

sesim biraz yükselmiş ya da anlaşamıyor isem

               ev sahibinin çocuğu ile     

duyardım birden sesini babamın

            ‘gözlerimin içine bak’

hazır ol’a geçer hemen, gözlerinin içine bakardım

eve dönünce dayak yemek belirtisi demekti bu

polisle işbirliği yapmış gibiydi babam                    


 Şair, bu kitabında ‘ben’ine yapılan küçücük saldırılardan fırtına koparıp, babasını polisle işbirliği yapan bir casusa dönüştürürken Akif’in, vatanının işgali karşısında işgalcilere yamyam demesini çok görüyor. 


Not: Yücel Kayıran Efsus’a, ontolojik bir yorumla yapar yolculuğunu. Aslında bu kokuşmuş bir ontolojidir. Çünkü ontoloji de bazen çürür. Bir yorumdur sonuçta.  Ama ontik değil. Kayıran’ın ontolojisi, Marksizm’de ontolojik bir derinlik olmadığı için, Batı ontolojisidir. Bu ontolojiyle Kayıran, Anadolu’nun bin küsür yıllık tarihi birikimini reddede reddede Efsus’a çıkar. Akif de bu gözden çıkarılmadan payını alır.  Sadece Akif yoktur gözden çıkarılan şeyler arasında. Şehitlik kavramı vardır, vatan kavramı vardır, Müslüman halk vardır. Aslında Kayıran, şiirinde kullandığı ontolojik yorumun temellerine varır. Kendi cemaatini, halkını terk eder; Efsuslu ama hayali bir topluluğa katılır. İyesini orada bulur. Büyük ihtimalle Yücel Kayıran, Türk solunun yeni ütopyası olarak göstermek istiyor, Efsus'u. Bu ütopyaya doğru giden bir şairin Akif'i sevmesi, anlaması düşünülemez.  İsteyerek anlamaz.  Şairin zihni ve felsefesi kolonyalist çünkü. 

Galiba Yücel Kayıran, topraklarımızda felsefeye karşı zaten yaralı olan bakış açısını daha da yaraladı. Yücel Kayıran da modern felsefecilerimiz gibi kolonyalist kanona eklendi. 


Kuruluş, Sayı 59'dan

Yeprem Türk


Amentü


Yücel Kayıran'ın Hece dergisinin Mayıs 2019 sayısında yayımladığı amentü şiirinin başlığı 'SÜHREVERDÎ; EL- MAKTÜL- Münacat', şeklindeydi. Bu başlık, şiir, kitaba (Sitasis) alınırken şairi tarafından değiştirilmiş. 'münacat; Zerdüşt duası' haline bürünmüş.  Allah bilir, biraz daha beklesek neye dönüşecekmiş. 

Türk şiirinde Yücel Kayıran'ın amentüsünden sonra 'amentü' kavramı önemini yitirmiş gibi. Artık Türk şiir okuyucuları amentü yayımlayanlara galiba dönüp bakmayacak. Ya da her kavramın şahsiyet sahibi insanların elinde kıymetlendiğini bilecek... 

Şiir siyaseti. Muhitlerin siyaseti. Bunlar edebiyat ortamının bir şekilde içinde olan şeyler. Şiirin doğasına aykırı olmasına rağmen şiirin çevresini bir şekilde kuşatan olgular. Eleştiri siyaseti de bu genellik içinde bir yer edinebilir kendisine. Türk şiirinde siyaset nesnesi yapılamayacak tek şey varsa o da 'amentü' kavramıdır. 

Özellikle modern Türk şiiri, Tevfik Fikret'ten tutun Sezai Karakoç'a ve İsmet Özel'e kadar bir amentüler geçidine sahne olmuştur. Ve şairler, amentülerine bağlılıklarıyla tartılmışlardır. Sözlerine sadık kalamayacaklar, amentülerine sadakat gösterme kudretini kendilerinde bulamayanlar amentü yayımlamasınlar. Amentü kavramının ruhunu sarsmasınlar, onu sıradanlaştırmasınlar. Modern Türk şiirinde, son amentü hâlâ İsmet Özel'in amentüsüdür. 

 

Kuruluş, Sayı 59'dan

Yeprem Türk

Modern Batı Şiiri- 1 (Doğu- Batı Yayınları, Sayı: 102)


Yücel Kayıran'ın editörlüğünde, Doğu- Batı yayımları tarafından yayımlanan şiir özel sayılarını okuyorum. Yücel Kayıran'ın 'Uhrevi Poetika, Dış Dünyanın Keşfi ve Modern Şiir' adlı metnine ve bir şekilde şairin yorumlarına yön veren 'Şuara Suresi'nin 224, 225, 226, ve 227'nci ayetleriyle ilgili olarak bir şeyler söylemek istiyorum. 

Yücel Kayıran bu dört ayetin, üç farklı müfessirden çevirisini almış yazısına. Bunlar: Elmalılı M. Hamdi Yazır, Mustafa Öztürk ve Muhammed Esed. 

225. / 226. âyetler için Elmalılı H. Yazır çevirisi: 'Görmez misin bunlar her vadide/ her sahada şaşkın şaşkın dolaşırlar ve gerçekten yapmadıkları şeyi söylerler.'

224. / 226. âyetler için Musta Öztürk Çevirisi: Şeytanlara kulak veren bu şairlere de azgınlar uyarlar. Görmez misin, o şairler her konuya dalarlar, her telden çalarlar. (Bugün övdüklerini yarın yererler,  bugün doğru dedikleri şeye yarın yanlış derler) Ayrıca onlar, yapmadıkları şeyleri söyler, (abartarak anlatmayı severler.) 

Dikkat çekeceğim nokta bu iki çevirinin şu kısımları: 'Görmez misin bunlar her vadide/ her sahada şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler.'  Mustafa Öztürk'ün de Elmalılı M. Hamdi Yazır'ın çevirisi de neredeyse aynı. Mustafa Öztürk, Elmalılı'nın çevirisindeki 'her sahada' bölümünü 'her konuda' demekle karşılamış. Ama vadi kelimesi de kayıplara karışmış.

Her vadide dolaşan şairler var burada oysa. Mustafa Öztürk'ün ve Yücel Kayıran'ın, ayetleri bağlamından kopartarak dediği şekilde her sahada ya da her konuda veya disiplinlerarası dolaşan değil.  Yedi Askı şiirlerini epey okumuş biriyim. Çünkü Yedi Askı şairlerini  incelediğinizde gerçekten o şiirlerin çoğu şairinin geceleri veya gündüzleri eğlenmek, alem yapmak ve sarhoş olmak için vadilere, yerleşim yerlerinden uzak kırlara gittiklerini, pejmurde halleriyle dolaşa dolaşa şiirler söylediklerini görürsünüz.  Modernizm öncesi işret, içki alemleri vadilerde, örneğin ıssızlıkta bir ağaç altında, yerleşim yerlerinden uzakta bir yerlerde yapılıyordu. İçkiye, işrete mekan tesis etmek ya da onları bir mekân içinde şehre, içerilere taşımak modernist bir tutumdur. Bizim oralarda hâlâ içki içmek, alem yapmak isteyenler vadilere, dağlara, gözden ırak  alanlara giderler. Kur'an inmeden önce bu meclisleri taşıyan ve motive edenler, özellikle zaten şairlerdi. Bazen de tek tabanca takılırlardı, şairler. Yani Kur'an'ın bu âyetleri, bir soyutlamaya  ihtiyaç duymaz. Apaçık bir durumu anlatıyor, aslında ilgili âyetler. 

Ve Muhammed Esed çevirisinde aynı soyutlama yoktur ama:

 '224: Şairlere gelince, (onlar da kendi kendilerini aldatmaya yatkındırlar ve bu sebeple) onlara (da yalnızca) azgınlar uymaktadır; 225: Görmez misin onların her vadide (sözcüklerin ve hayallerin peşinde) şaşkın şaşkın dolaştıklarını; 226: ve (çoğu zaman) yapmadıklarını söyleyegeldiklerini? 227: Ama inanan, dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyan, Allah'ı sıkça anan, (sadece) haksızlığa uğradıktan sonra kendilerini savunan ve haksızlık yapanların, er geç görecekleri (konusunda Allah'ın vaadine güvenen şairler) bu hükmün dışındadır.'   

*

Bu bahiste Yücel Kayıran'a katılmak mümkün değil. Yani hem bilimsel, hem bu ayetlerin indiği sosyoloji anlamında. Vadi kelimesini, dallar ve disiplinler arası şeklinde anlamak kaynağa haksızlıktır. 

*

Kayıran şöyle bir yorum daha ekliyor yazısına, alıntılanmış âyetler için: 'Bu âyetlerde, iki temel argüman dile gelmektedir. Birinci argüman, şairin varoluşunun doğasının ne olduğuna ve bu doğanın ayırıcı özelliğine ilişkindir. İkincisi ise, şairin angaje olması ve bir meseleye, bir davaya bağlanması gerektiğini dile getirmektedir. Şöyle betimlenmektedir bu doğa:

1. Şairler, 'her vadide/ her sahada şaşkın şaşkın dolaşırlar', her konuya dalarlar', 'her konuya dalarlar, her telden çalarlar', onlar kendi kendilerini aldatmaya yatkındırlar', (sözcüklerin, hayallerin peşinde) şaşkın şakın dolaşırlar. 

Birincisi: Kur'an'ın yerdiği şairlerin karakterini  genel anlamda şairin (şairliğin) doğası haline getirmesi Kayıran'ın, çok acemice. Vadilerde şaşkın dolaşmayan, kendilerini aldatmayan Akif'i, Yunus Emre'yi şair saymayacak mıyız yani? Şuara Suresi öncelikle kötücül olan şairin karakterini, personasını eleştiriyor. 

'İkincisi ise, şairin angaje olması gerektiğini, bir meseleye, bir davaya bağlanması gerektiğini dile getirmektedir.' derken Yücel Kayıran'ın 'angaje' kavramı meseleyi başka yerlere çekiyor. Oysa orada anlatılmak istenen 'angaje olmak' değil; fıtrata, insanî olana bağlılıktır, yani Kierkegaard'ın deyimiyle ruh olmaktır. Sen ontik bir durum dersin ben ruh olma derim. Bu ayetlerde iyiliğe, ahlâka, dinin hükümlerine bağlıklık anlatılmaktadır. Bunlar zaten iyi insanın, ruh olabilmeyi başarabilmişlerin doğasında olan şeylerdir. 



Kuruluş, Sayı 59'dan

Yeprem Türk