Yücel Kayıran ‘Metal Künye’ adlı metnine, Akif’in ‘Çanakkale şiirini konu etmiş. (Kitap-lık, 222) Tuhaf bir yazı. Şu iki yönden: Birincisi: metin çok zorlama. Kayıran, Akif'e çok kızmış anlaşılan. İstiklâl Marşı'nı yazdığı için Akif. Çanakkale Harbi'ni destanlaştırdığı için.
İkinci tuhaflığıysa eleştirinin, şairin dinî bir anlayış olan cihada ontolojik bir yaklaşım sergilemiş olması. Özelleştirilmiş ontolojik bir poetikayla; dini kavramları ve din- iman duygusu neticesinde ortaya çıkmış bir poetikayı yargılamaya kalkması. Akif'in şiirine şairin poetik çerçevesinden değil kendi poetik penceresinden bakması. Akif'in şiirini çevre ve psikolojik şartlardan bağımsız tutması. Akif'in şiirini ölçecek tekniği elde edememesi. Aslında eleştiriyle bile değil, Akif'in şiirine sadece garazla yaklaşması.
Önce bahsettiğimiz şiiri gösterelim.
Çanakkale Şehitlerine
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde gösterdiği vahşetle ‘bu: bir Avrupalı!
Dedirir- Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Ne varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
‘Ostralya’yla beraber bakıyorsun, Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetlere denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâuna da züldür bu rezil istila!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz
*
‘Ostralya’yla beraber bakıyorsun, Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk
‘Avustralya ile Kanada’nın bir arada Çanakkale’yi istila edişleri ya da istilada bir arada oluşları değil, Avustralya ile Kanada’nın bir arada oluşlarına anlam verememe dile getiriliyor.’ Yücel Kayıran, Akif’in, Türk yurdunu işgal eden Avrupalı devletlerin bir araya geliş nedenlerini anlamadığını ifade ediyor; Akif’in medeniyet kavramına vakıf olmadığını belirtiyor. Ancak, Akif’in Almanya gezisini unutuyor; Akif’in Arapça ve Farsçaya hakimiyetini dolayısıyla da medeniyet denen şeyi özünden kavradığını göz ardı ediyor. Akif, bir kere, aruzla (medeniyet vezniyle) yazmış bir adam. Akif, Batı medeniyetini önce gezilerinde, tarih kitaplarında tanımış ama Batı uygarlığının gerçek yüzünü en çok Kurtuluş Savaşı’nda görmüş bir şair. ‘Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar’ benzetmesi hayali bir şey değildir. Yaşayarak varılmış bir sonuçtur. Hayat dolu gerçek bir tespittir. Yücel Kayıran, Batı’yla bir cephede savaş halinde tanışmadığı için romantik davranıyor. Yine aynı Batı’yla kanlı canlı olarak savaşan Aliya İzzetbegoviç’in ‘Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır’ demesi ve Akif ile aynı yorumu paylaşması boşuna değil. Çünkü şahitlik makamında olanlar onlardır.
Ostralya’yla beraber bakıyorsun, Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Akif, Avusturalya ile Kanada’nın neden bir arada olduğunu anlamıştır ve bu iki dize başlı başına bir uygarlık tarifidir. Çehreler başka, lisanlar başka, deriler rengârenk ve başka ama hepsi de yine aynı bir uygarlığa aitler.
*
Yücel Kayıran, Çanakkale’ye işgale gelen askerlerin arasından, aynı zamanda Avustralyalı bir şair olan Wilfred Owen’ın Çanakkale’deyken yazdığı bir şiirinden yola çıkarak Akif’in dediği türden bir ‘yamyama’ benzemediğini iddia ediyor. Şiir şöyle:
Uzanan yalnız bir tepecik var:
Uyuyan kederli bir sahil var:
Denizin kıyısında yıpranarak harap olmuş bir tabya var.
Ayaklar altında çiğnenmekten çökmüş mezarlar var:
Ve çürümekte olan küçük bir iskele:
Ve durmaksızın kıvrılan yollar.
Yıkık dökük, sessiz bir vadi var:
İncecik bir dere var
Ağzındaki taşların üstünde biraz kan.
Gömülmüş kemik sıraları var:
Ödenmeyi bekleyen bir borç var:
Güneyde hafif bir hıçkırık sesi var.
Ve şunları ekliyor tespitlerinin yanına Kayıran: ‘…Çok ince bir üslubu var, ödenmeyi bekleyen bir borcu var, güneyde unutamadığı hafif hıçkırık sesi var, yani bir hıçkırık sesi var, yani sessiz sedasız kendi başına ağlayan biri var. Hiç yamyama benzemiyor. His yoksulu ve sırtlan da değil.’ Aslında burada Yücel Kayıran, kendi fikrini ama daha da çok modern Türkiye’nin ruhunu söylüyor. Modern Türkiye, Çanakkale Savaşı’nda ‘tek dişi kalmış canavar’ın uygarlığına, estetiğine hayran. Yüz yıldır Türkiye, Avrupa zarafetine çalışıyor.
Kayıran, şiirin son iki dizesine baksa, şairin çizdiği narin tabloya rağmen neyi tercih ettiğini görür.
Ödenmeyi bekleyen bir borç var:
Güneyde hafif bir hıçkırık sesi var.
Avustralyalı şair, parayı bahane ederek düşmanlığını görmediği bir ülkenin topraklarını istila eden bir orduya asker olarak katılmıştır. Bu yamyamlık değil midir? Kayıran, şairin haneye/ ülkeye tecavüzünü aklamaya çalışmış. Bu tür şeyleri bir ara Zaman ve Taraf gazetelerinde okurduk. Yani şimdi Akif'in ülkesi için mücadele etmesi, düşmanını çirkince betimlemesi, tamam Yücel Kayıran'ın 'ontik' kavramı açısından pek hoş değil, ama para karşılığı işgal ordularına asker yazılmak ne kadar ontik bir durumdur.
*
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak
Kayıran bu dizelerde pornografi görmüş. Sevgili dostum, bunlar gerçekler. Hakikat olduğu gibi şiire girmiş. Bu pornografi değil, sert gerçeklerdir.
Ekler:
1. ‘Oysa varlıksal olan, tümel olanda değil, tekil olanda açığa çıkar. (Y. Kayıran)’ Ne boş bir cümle. Ve yanlış bir kelam. Bu kendilik halini Yücel Kayıran'ın şiirinde bile bulmak mümkün değil. Kayıran şiirinde çevredekilerden, devrimcilerden geçilmez. Hatta kendisi onların içinde silikleşir, yok olur. Kayıran için gerilla topluluğu şiire zarar vermez ama cemaat olunca şiire halel gelir. Ne tuhaf. Kayıran, kendisini dışarda tutarak başkalarını eleştirmek için kullandığı 'kendilik' hali tekil hale dönüşmüş. Buna Heidegger bile katılmaz. Ondaki ontolojik kendilik, herkes zemininde saçıldıktan sonra kendine geri dönmektir. Yani bir bakıma bütünlük içinde bütünlükle tek kalabilmektir. Yani dasein kavramı böyle bir şeydir. Vahdette kesret, kesrette vahdet halinde olabilmektir.
2.
Kayıran için şairlik, ontik bir durumdur. Bu, Kayıran'ın ortaya attığı bir görüş değildir. Eski bir düşüncedir. Şiire felsefi birey olarak bakanların oluşturduğu bir tanımlama çabasıdır. Ancak Akif felsefî bir birey olarak değil dini bir birey olarak şiir yazan bir şairdir. Bu nedenle hem bireydir hem de cemaatten biridir. Hem tekil hem de cemaatten biri olarak hareket eder. Hatta Akif herkes olduğu gibi herkes de Akif olur. Nâzım, Akif' için ' "Akif, büyük şair / İnanmış adam' derken Akif'in dinî bir görüşle şiir yazdığını ima etmiyor muydu? En azından bu bile Akif'in şiirini hangi poetik açıdan değerlendirileceğine bir işarettir.
Şuraya geleceğim: Hölderlin'in şairliğini dini bir birey olarak okursanız Hölderlin'e haksızlık edersiniz. Akif'i de ontolojik bir çeteleyle değerlendirirseniz aynı şeyi yapmış olursunuz.
3. Yücel Kayıran’ın Efsus’a Yolculuk kitabını okuyun. Bir kahır deposudur, bu kitap.
sana seslendiğimde gözlerimin içine bak
derdi babam, bir misafirliğe gittiğimizde
sesim biraz yükselmiş ya da anlaşamıyor isem
ev sahibinin çocuğu ile
duyardım birden sesini babamın
‘gözlerimin içine bak’
hazır ol’a geçer hemen, gözlerinin içine bakardım
eve dönünce dayak yemek belirtisi demekti bu
polisle işbirliği yapmış gibiydi babam
Şair, bu kitabında ‘ben’ine yapılan küçücük saldırılardan fırtına koparıp, babasını polisle işbirliği yapan bir casusa dönüştürürken Akif’in, vatanının işgali karşısında işgalcilere yamyam demesini çok görüyor.
Not: Yücel Kayıran Efsus’a, ontolojik bir yorumla yapar yolculuğunu. Aslında bu kokuşmuş bir ontolojidir. Çünkü ontoloji de bazen çürür. Bir yorumdur sonuçta. Ama ontik değil. Kayıran’ın ontolojisi, Marksizm’de ontolojik bir derinlik olmadığı için, Batı ontolojisidir. Bu ontolojiyle Kayıran, Anadolu’nun bin küsür yıllık tarihi birikimini reddede reddede Efsus’a çıkar. Akif de bu gözden çıkarılmadan payını alır. Sadece Akif yoktur gözden çıkarılan şeyler arasında. Şehitlik kavramı vardır, vatan kavramı vardır, Müslüman halk vardır. Aslında Kayıran, şiirinde kullandığı ontolojik yorumun temellerine varır. Kendi cemaatini, halkını terk eder; Efsuslu ama hayali bir topluluğa katılır. İyesini orada bulur. Büyük ihtimalle Yücel Kayıran, Türk solunun yeni ütopyası olarak göstermek istiyor, Efsus'u. Bu ütopyaya doğru giden bir şairin Akif'i sevmesi, anlaması düşünülemez. İsteyerek anlamaz. Şairin zihni ve felsefesi kolonyalist çünkü.
Galiba Yücel Kayıran, topraklarımızda felsefeye karşı zaten yaralı olan bakış açısını daha da yaraladı. Yücel Kayıran da modern felsefecilerimiz gibi kolonyalist kanona eklendi.
Kuruluş, Sayı 59'dan
Yeprem Türk