21 Eylül 2013 Cumartesi

CUMHURİYET DİRİLİŞ



Cumhuriyet tipi insan türü, ne medenidir ne de barbardır. Bu insan, olsa olsa  bir kültürcüdür. O da Avrupa -yerli karışımı bir kültürcüdür. Hani biraz ondan koy, biraz bundan gibi. Melez yani.  Mahallemizin havayi takımı desem bunlara daha iyi olur. Sonuçta gene de bizden sayılırlar, onlar.  Dertleri, sıkıntıları farklı sadece, cumhuriyet zihniyetiyle yaşamasını iyi biliyorlar.  Bu yüzden de rahattırlar. Onlar adına üzülmeye gerek yok.

Oysa medeniyetçiler ve barbarlar böyle değil. Dervişler de.  Bulamacı hiçbir alanda sevmezler.  Evetçi ya da hayırcıdırlar. Haev değil.  Düpedüzlük nasıl bir şeyse öyle. Diyeceksiniz şimdi sen onları yüceltmek için yazıyorsun.  Ben diyeceğim ki hayır.  Ben aslında bu metni,  onları övmek için değil.  Onların hallerine yanmak içi yazıyorum.

Sezai Karakoç ve İsmet Özel.  İşte cumhuriyetin belli bir dönem köşeye kıstırdığı kişiler bunlar. Hani bir şiirde bir mısraın dediği, uzun yola çıkmaya hüküm giymişler belki.  Cumhuriyetin vur abalıya yapıp  sesini kısmak istediği insanlar. Diğer yandan bir de Nuri Pakdil var . Bunların üçü de cumhuriyetin bir gecesinde rahat uyumuş insanlar değiller. Yazdıklarından bu anlaşılıyor, verdikleri mesaj bu yönde. Cumhuriyetten razı değiller. Cumhuriyetten bir nimet istemezler, hatta takipçileri olsun cumhuriyetten. Dilemezler.

Mesela İsmet Özel bu karardaydı. Bu sistemde, bu hayatla, kendini kimse anlasın istemiyordu. Çünkü yanlış anlaşılacağından korkuyordu. Cumhuriyetin insanını bozuk paraların, sivilcelerin insanı olarak gösteriyordu. Onlarla beraber olmaya hala niyeti yok.  Onların sahte hoşgörü ve sevgi gösterilerinin altında  hinlikler bulmuştu. Böyle düşünüyordu. Bu algıyla medeniyete gidileceğine dair bir güven taşımaz. Barbar olmayı seçti. Çünkü barbarlık,  bir yönüyle bir odun gibi dümdüz, açık seçikti.

Nuri Pakdil, daha farklı bir konu.  İçi seni dışı beni yakar cinsinden.  Çoğu, az yazmış ama yazmadıklarını yaşamış diyebilir, Nuri Pakdil için. Ama Sezai Karakoç da İsmet Özel de ne kadar uymadıysa cumhuriyet vitrinine onlardan daha fazla yakışmayan da odur oraya. Tipi de yaşaması da yazması da öyledir. Bu bakımdan hepsinden daha yalnızdır.  Bu bağlamda şu an yaşayanlar arasında en hayret ettiğim adamdır. Niye ona bu hayret? Bu da bir damar meselesidir.

Oysa ben Sezai Karakoç’a daha fazla yanarım. Diriliş’in  fikir olarak heba edildiğini düşünürüm çünkü. Diriliş, bir uyanış, bir uhrevi mücadele alanı değil artık. Dergilerde Diriliş,  bir figür, bir meşruiyet kazanma aracıdır. Diriliş’ten bahsederseniz derginiz satar. Yoksa satmaz. Diriliş’in ilerisini görmek ve Diriliş’in gereğini yerine getirmek zorunda değilsiniz. Onu dile pelesenk etmek yeter. Oysa Sezai Karakoç söyle demişti:  Asıl medeniyet, aslında kendini medeni zannederek konformizme ve burjuvaya yaklaşma tehlikesinden koruyup da sırf bu nedenlerden dolayı da medeniyeti reddeden insanın barbarlığa düşme tehlikesini görenlerin oluşturacağı bir şeydir. Belki bir bıçak sırtında durma hali olarak adlandırmalıyız biz bunu. Çünkü medeniyet genelde tüm meyvelerini bu iki tehlikeden uzak durduğu müddetçe ve her iki taraf adına da bu iki tehlikeyi görenlerin çoğunlukta olduğu zaman diliminde vermiştir. Bunlar Sezai Karakoç’un değil benim cümlelerim. Ama onları yine Diriliş kitaplarından süzüp çıkardım. Başka bir adresten değil.  Sezai Karakoç medeniyeti böyle yorumlamıştır.  Medeniyetin hafif bir gevşeklikte evrileceği hazcı  alanla düşünceleri arasına bir tel örgü çekmiş. Diriliş’i korumuştur.  Oysa günümüzün medeniyetçi geçinenlerinin gözleri bu bıçak sırtında değil, medeniyetin bir yönden kendi sınırını aşarak getirdiği zihni cümbüştedir.  Özellikle de Sezai Karakoç’un Diriliş’te atfettiği medeniyet değerlerinin sonradan, bazı takipçileri tarafından  bir cümbüş enstrümanına dönüştürülmesi bundandır.  Cumhuriyetin kendi yarattığı figürler var.  Peki kimler bunlar: Sen, ben, o... Bunlar sayesinde dervişliği, medeniyeti, ayak diremeyi kuşa çevirmeyi biliyor cumhuriyet. Bu kuşa çevirmeler böyle olmuştur  . Oysa bir Nuri Pakdil, Sezai Karakoç, İsmet Özelcilik kavgası değil, bir cumhuriyet sorunu olmalıydı meselemiz. 

Neden?

Her şeyden önce cumhuriyet, dışta fason bir biçimdir.  İçerde fason bir muhteva. Her açıdan kekre bir tadı var cumhuriyet denilen şeklin.  Ama bu, batılılar adına öyle değil, bizim adımıza böyle. Bizde bozucu, onlarda kurucu.  Çünkü batılıların üretip de dünyanın değişik yerlerine ihraç ettikleri bir şey olduğu herkesçe bilinir cumhuriyetin. Mesela onlar istedikleri zaman cumhuriyetleri bütünleyip Avrupa Birliği gibi bir formatı yumurtlayıverirler. Ve hem pratik, bütünleyici  hem de koruyucu bir şey çıkar ortaya. Biz de ise bu tür hareketlerin bir karşılığı şimdilik yok .  Olsa bile zaten zaman alacaktır. Cumhuriyetin aksam bilgisinden bertarafız bundandır muhtemel.  Üstünde yaşadığımız halde cumhuriyetin  rabıta ettiği şeylerin arasında biz bulunmayız, ki bu da ilginçtir, düşünülmeye değer. Bu metinde aslen bunu söylemek isterim. Ne Nuri Pakdil, ne Sezai Karakoç, ne İsmet Özel var  orada.  Hakikaten bu işin adı  nedir,  bir türlü koyamıyoruz.  Bir formatız da yok, işte cumhuriyet bize göre budur diyebilelim. Biz cumhuriyete modern anlamda beyliktir dedik ama tam olarak o da değil. Yine de günümüzde cumhuriyet için, onu hafiften tanımak adına ancak bir beylik benzetmesi yapabiliriz. Ama beyliklerdeki bey, imam, cami telakkisi yoktur onda. Merkez neresi, bu  halen belirsiz. Bizim dışımızda,  Avrupai bir rabıta yapmaya devam ediyor cumhuriyet. Demek istiyorum ki,  bu devran böyle sürdükçe,  cumhuriyet açısından bir medeniyetçi ya da barbar olmuşsunuz,  boş.  Bunun bir anlam taşıdığını sanmam. Kimse sizi anlamaz. Anlamak da istemez . İkisinde de cumhuriyetin dışında, ötesindesiniz.  Yani cumhuriyette yeriniz yok. Ancak kültürcü olursanız durum farklı , o da biraz Avrupai bir kültür mesaisi ister,  ki  içerde, evde yaşama şansınız olabilsin. Bu yüzdendir,  Avrupa  heveslisi kültürcülerimiz dışında, cumhuriyete ayak basıp, rahat yaşayan bir derviş bir medeniyetçi bir barbar tanımadım ben kendi adıma. Onun için gelin, bırakalım şuculuğu buculuğu. Meselemiz cumhuriyettir.


Yeprem Türk

19 Eylül 2013 Perşembe

ŞİİR KANAL İSTANBUL

  
Necip Fazıl Kısakürek
 Günümüzün siyaset dilinin Necip Fazıl’ın siyasi tavrıyla uyuşmadığı biliniyor. Hatta 1960 sonrası kuşakların siyasi şiir tarzıyla kesişmediği de. Buna rağmen İslamcı siyasete mensup kişilerin ya da şairlerin, üzerinden elli altmış yıl geçmiş bir siyasi üslubu takınmaları anlamsız gibi duruyor. Aslında tamamen İslamcı siyasi dildeki tıkanmayla ve yapılan tercihle alakalı bir şey bu. Bir önceki kuşakların siyasal çıkış olarak bir şey söyleyememesi, günümüzde ise Gezi Parkı olayları, artan sokak gösterileri bir bakıma bunun sonuçlardır.

Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın son zamanlarda kullandığı siyasi üslup bu açıdan konuşulmaya değer. Üstelik Kanal İstanbul gibi büyük bir projeyle laik ve cumhuriyet tarzı ekonomik stratejiye son veren bir başbakanın siyasi dili olunca bu dil, önemi daha da hak eder. Aslında geleneksel devlet anlayışının modern zamanlarda verdiği ilk somut üründür Kanal İstanbul. Cumhuriyet projesi değildir, bir devlet projesidir. Ama nedense başbakan projelerindeki anlam büyüklüğünü siyasetteki diline taşıyamıyor. Siyasal dili güdük kalıyor Erdoğan’ın. Çünkü Başbakan bu günlerde siyasasını veya ideolojisini Necip Fazıl’ın siyasi tavırları üzerinden ifade ediyor. Dolayısıyla Necip Fazıl’ın artık neredeyse yürürlükten kalkmış olan ve solculara karşı takındığı ötekileştirici dilini de kuşanmak zorunda kalıyor. Oysa Necip Fazıl’ın davranış modeli, Cumhuriyetin ilk versiyonlarından farklı değil. Yani itidallikten oldukça uzak ve katı çizgileri olan bir çerçeve çizer. Şedit de diyebiliriz buna. Çünkü bizim toplumumuzda kendiliğinden üreyen bir şey olmayan sağ sol davası üzerinden sürüyor Necip Fazıl siyasası. Bu bağlamda Necip Fazıl’ın siyasi tavrı neredeyse Nazım’ınki kadar bir tuzak sayılır. Oysa Sezai Karakoç’un siyasası sağ ve solu aşan daha ehil ve geliştirilmiş bir dile sahiptir. Bu her bakıma böyledir. Dirilişin Türkiye dışına çıkıp medeniyetin siyasi dilini oluşturması hem de içerde eski sola ait birçok şair ve politikacıyı etkilemesi bundandır. Ülke dışı siyaset açısından Sezai Karakoç’un biraz Shakespeare’e benzemesi de bu geniş siyasal yelpazeden kaynaklanır. Çünkü Avrupa’yı toparlamaya çalışan bir söylemi var Shakespeare’in. Hıristiyanları dersek daha doğru olur .

Şiiri de medeniyet bazında genel olarak Mehmet Akif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç siyasası yönetir, belli bir noktadaysa İsmet özel şiiri ve siyasası etkindir. Ama parsayı toplayan yine Dirilişin siyasi dilidir. İsmet özel siyasasının bugün büyük medeniyet dairesini tam kavrayamadığı görülür. Belli bir alanda, Türklüğün dar çizgileri içerisinde sıkışıp kaldığını varsayabiliriz, ismet Özel siyasasının. Çünkü Türklük kelimesi Özel’de hem kişisel hem de İslami temeller bakımından medeniyetin diğer unsurlarıyla iletişime pek geçmez. Geçemez. Ve onları bir yerde konumlandıramaz da. Yani bu bağlamda bir medeniyeti var eden diğer figürlerle kendi dili arasında kurucu bir bağ oluşturamaz. Onları ötelemek zorunda kalır. Aynen Necip Fazıl’ın hazır kalıplı sağ sol dili gibi. Medeniyet siyasasını da reddetmek durumunda kalır İsmet Özel. Sezai Karakoç’un inşa etmek istediği gelenekçi şiirsel ve siyasi çizginin, İsmet Özel ve onun halefleri tarafından dışarıda tutulması da böylesi bir çıkmazdan kaynaklanır.


Bundandır, son dönemde oluşan yeni şiirin siyasasında tavır olarak ne Necip Fazıl’ın etkisi var ne de Diriliş ve neo-epik şiirin ufku dışında 70, 80 ve 90 kuşağının. Varsa da ters bir etki olarak kabul edilmelidir bu. Çünkü 90 kuşağının çoğu şairi, ya İsmet Özel gibi medeniyet diline kulak tıkamış ya da çıkmazdaki siyasayı görememiştir. Onlar için, kendi ifadeleriyle mahallenin çocukları ifadesini kullanırsak daha yerinde olur. Onların dertleri, sınırlı bir şekilde mahalle anlayışı etrafında döner. Aslında her konuda mahalli bir tavra sahiplerdir onlar. Oysa Kuruluş’un en fazla karşı durduğu şeyler, bu tür mevzulardır. Sizin mahalle bizim mahalle davasını çekiştirmek açıkçası bir gelecek de vaat etmiyor bize. Ayrıca, bir plastiklik de hissetmiyor değiliz onda. Diğer taraftan, amaçsız bir kuşak olan küresel Y ve Z kuşaklarıyla bu bapta kesin olarak ayrılıyoruz. Daha önemlisi Cumhuriyetin çocukları olmayacağımızın söylendiği ilk dergidir, Kuruluş. Kuruluş’u bu anlamda bir başlangıç sayabiliriz. 


 

Y.T.