11 Mart 2015 Çarşamba

3. B ve 3.G

Anadolu, büyük bir millet kitabının satır başıdır, bugün. Bosna’ya, Bağdat’a, Filistin’e doğru da yazılmaya devam eder. Hem tarih denilen kazı hem ilham ilgisi denilen gök yollarıyla huruç eder. Kaderin kalemi, kader birliği, uzun bir yol arkadaşlığı adına yol teper.  Muhammed (S.A.V.) Efendimizin Mehmedi olabilmişlerin, O’nun çeşmesinden içebilmişlerin izini sürer. Dağılmışların, bu dağılmayla gün yüzü görmemişlerin huzur ve izzetlerini diler. Aslında bu yürüyüş, 3.Bülbül, 3. Gül çağına gider.

Hem temizlenerek hem silkelenilerek tekrar yerine koyarak. Ama önce arınmakla. Bazı şeylerden ayrılmak bazı şeylere bitişmekle.

İlle bir kitap yazılacaksa milletçe, dediğim gibi böyle olmalı. İnsanı ve onun vicdanını, yüreğini ve cesaretini hadım edem bu tuhaf zihinsel diyarları terk etmenin kitabı yazılmalı. Yarınsız dizelerin yarınsız yazıların değil.Elbette bu da bir bedel bir katlanış bir duyuş istiyor. Ayriyeten bir can samimiyeti. Zannımca  vardığı secdeye  benliğini serip de, kalkarken oradan bir tutam ruh derenlerin  yapabileceği bir iş, bu. Sonra kök ilgisiyle milletinin ruhuna yuva yapanların.

Yeprem Türk

10 Mart 2015 Salı

Fayrap Dergisi, Mart 2015, Sayı 70- 1


İlk yazısı derginin, Hakan Arslanbenzer’in.  ArslanbenzerKültürümüzün Çatışan İki Kutbu : Vahdet-i Vücud ve Daire-i Adli’ye’ şeklinde bir başlıkla aslında konuya yaklaşma niyetini belli etmiştir. Mistik örgütlenme teorisi şeklinde tarif ettiği yapı ile toplumun hayatında yer alan fiziki koşulları çatıştırmak istemiş. Ve çatıştırmıştır da. Ve fiziki koşulları ve bu fiziki koşulları oluşturan ruhu bir yerde ayrı ayrı yapılara hapsetmiştir. Aslında bu tür şeyler cumhuriyetin ilk yıllarından beri yapılır bizde. Ama işte tavuk mu yumurtadan yoksa yumurta mı tavuktan çıkar  hesabından öte de gidemiyor bu düşünsel tekrar. Bir millet neye göre bir millettir, ruha göre mi, fiziki şartlara göre mi? Yoksa iş tutuşuna göre mi? Elbette tek başına hiçbirisine göre değil.  Bunlar tek başlarına bir milleti açıklamak için yeterli şeyler olamazlar. Hepsini işin içine dahil etmeniz gerekir. Mesela Arslanbenzer, tasavvufu mistisizm şeklinde yaftalıyor. Fiziki şartları yüceltirken Pozitivizmin, tasavvufu da mistisizme dahil ederken  Oryantalizmin tuzağına düşmüş oluyor. Bu tavırla hangi milleti okuma çalışması yapıyor Arslanbenzer, anlamak mümkün değil. Tasavvuf, yani Anadolu damarına can veren Horasan geleneğini bir Hint mistik ekolü gibi görmek yanlıştır her şeyden önce.  Mistisizmde olay imge ile yaşanır ve gerçekliğe o kadar temas etmez. Net bir karar ve sonuç da sunmaz.  Zevk ve estetik ön plandadır. Biraz da yağlıboya tablo gibidir, mistisizm. İnsanı belli bir yere kadar eğitir, büker, ona geniş bir dünya ve hoşgörü de sunar.  Ama işte hiçleştirir. Mistisizmin bazı yönlerden Avrupa hiççiliğine benzediği söylenebilir bu şekliyle. Tasavufun bir gaye bir amacı ve hayat denilen bir sonucu vardır. İmge değil, metafizik etkindir tasavvufta. Tasavvuf içerde, gönülde, tahayyülde kalmaz; hayata geçer. Şeriati sokaklara indirir yaşayan şeriatler olarak. Ahi örgütlenme şekillerini, çarşıları tutan dergahları kim tasavvufi yapılardan ayrı tutabilir, örneğin. Bu yapının bir iki kötü örneğini görmek, o temele olan güveni sarsmaya yetmemeli. İhya edilmeli, ciddiyete bürünmeli, ilme bulanmalı denilebilir ama. Avrupalılaşmadan medenileşmek demiştik buna biz Kuruluş dergisi olarak. Gerçekte de öyledir. Tarihte bu vazifeyi görmüştür, bu inşa.  Arslanbenzer , ‘bizi birlik kılan şey Ehl-i Sünnet Ve’l cemaat asli unsur üstünde yükselen adalet çemberi midir, yoksa fiziksel şartları aşkın kılan bir başka birlik fikrini mi takip etmeliyiz’ şeklinde soruyor. İtibar dergisinde, İhsan Fazlıoğlu Mart 2015 sayısında yazmış, asgari metafizik bilgisi olmazsa bireysel bazda da  toplumsal alanda da insan;  olduğunu, yaptığını, söyleyemez, düşünemez demiş. Biz, altı ay önce falan sanıyorum yazdık bu meseleyi. Mehmetli Milleti tarifini yaparken, daha doğrusu bu olan şeyi keşfederken Mehmetli Milleti kültürü yüzde elli dünya yüzde elli ahiret dedik. İdeal olanı budur idi kastımız elbet. Ama asgarisi de önemli. Ahiret, diğer adıyla köken bilgisi, duyuşu şarttır, bizde. Açıkçası Arslanbenzer’in birlik neye dayanmalı sorusu, bizim Mehmetli Milleti vurgumuzdan sonra çok eski ve gerici kalıyor. Kimse sadece fiziki şartlara göre millet olmaz. Kimse de sadece ruhani sebeplere dayanarak bir milletlik yapamaz. Bir milletin oluşumunu sadece tek bir şarta bağlamak hatadır. Dünyadaki tüm insanlar Müslüman olsa,  dünya tek bir millet dairesine mi hapsolacak. Hayır. Tek bir ümmet olur ama birçok değişik millet  ve devlet çeşidi oluşacaktır yine de demektir bunun anlamı. Hem din hem coğrafya hem kültür hem duyuş hem köken bilgisi bir milleti tüm yönleriyle kuşatır. Ve millet dediğimiz şey böyle oluşur. Arslanbenzer’in zihniyeti İslamcı zihniyettir. Tüm Müslümanları tek millet olarak addediyor, Arslanbenzer. Mesela İngiltere’de yaşayan bir Müslüman bizle aynı milletten midir? Değildir. Ama aynı Ümmettenizdir onunla. İslamcılar millet olma hususundaki bu kestirmeciliği ve ilkelliği üzerinden atamıyor. İslamcılık bu yüzden eli boş döndü, koca bir yüzyıldan ve bu kadar çok uğraştan. Üstelik Arslanbenzer şunu bilmeli, Milleti oluşturan bazı nadir parçalar kaleme gelmez.  Bazı şeyleri Milletin net şekillerde yazılamaz da.  Bu parçalar  kalptedir.  Yani milletin şahdamarındadır. Yaşamalısınız onları.  Millet olmada böyle bir şey de vardır. Eğer dediğimiz gibi olmasa bu millet bir iki kalem üç dört kelamla yıkılırdı. 


Yeprem Türk