10 Şubat 2018 Cumartesi

GERÇEKLER VE DOĞALLAR KALDI


Osman Serhat Erkekli, Akatalpa dergisinde şiir yazanların eskiye oranla azaldığını yazmış. Ve yeni dünyanın sanatı kabul etmede zorlandığını söylemiş. Gerçi Osman Serhat, görüşmelerimizde günümüz Türk şiirini eskilerden beş on şairin, gençlerden üç beş kişinin yazdığını belirtmişti.  Sanırım, şiir artık zor sanat haline geldi, neredeyse şairden uzmanlık bekliyor. Şiirin külfeti çok fazla. Bunu karşılamak gittikçe zorlaşıyor. Zamanında İsmet Özel, şairi, aklın pençesinde olmakla suçlamıştı. Şimdi şiir, yeni dünya düzeninde popülizmin kıskacında.  Sağ kesimde iktidarda olmak, sol cenahta da iktidarı ebediyen yitirmenin verdiği hınçla hareket etmek, iki mahfilde de şairleri sanat dışı yollara sürükledi. Açıkçası ben günümüzde gerçek ve doğal şair olanların ancak şiir yazabileceğine inanıyorum. Ve bu, şiirimiz için doğru ve faydalı bir şeydir. 


Y.Türk

DEĞİNİ



Platon sanatın nesnesini görünüşler dünyası ve kopyalar olarak tanımlar. Bu konuyla ilgili düşüncelerini sedir nesnesiyle açıklar.  Sedirin aslı Tanrı’nın yaptığı sedir ideasıdır.  Marangozun yaptığıysa sedir ideasının bir çeşididir.  Bu sedirin resmini çizense sanatçıdır, ressamdır, şairdir.  Üstelik sanatçı, resmini yaptığı sedirin bilgisine marangoz kadar bile matuf değildir. Bu konuda bilgisizdir.

Ancak Hacı Bayram Veli bir sanatçı sıfatıyla söylediği şiirinde der ki  ‘İnsan bir şehir yaparken yapılır da’. Aslında bu durum, bizim sanatımızın Platon’un bakış açısıyla işlemediğini gösterir.  Her şiirde sanatçı şiirini yazarken aslında yazılır da. Yani yaşar ve anlattığı hal üstüne bilgi sahibidir.

İbrahim Tenekeci, bir şiirinde ‘İnsana son şekli/ dağ başlarında verilmiş gibi’ derken aslında bir durumu kopya etmiyor. Yaşadığı, soluduğu, bulduğu kadim bir duyguyu yeni formla bize haber veriyor.  Yeni ve orijinal bir haberdir, bu. Kopya değil. Bizzat o halin kendisidir, çünkü şair. Dizedeki gibi edatı benzetim için değil, dizeye isabet bakımından olasılık anlamı katmak için kullanılmıştır.Benzetmeci değildir. Doğruluğu ihtimal dahilindeki bir hissin yaşayıcısıdır.


Y. Türk


RABBİM


Sanatım sonsuz alemlerde
İşe başladıysa bunda
Kalbin üryanlığının
Büyük payı var bence

Yıldızlarla parslarla Rabbim
İsmini söyledik böylece

Akıp giden topraklarımı
Doldurdu bir salatın hayatı gizlice

Dilerim beni bu duygusal mimarinin
Şefi kılasın her gece

İmge, ilahiler çağını kapadı
Ama söylenmeyen türkü
Söylenmedi diye de
Ölecek değildi

Çekip çeviren şiirin bahçesini
Aşk samimiyet cesaret türünden
Nurunun sülalesiydi


Y. Türk

GÜYA


Cennete giden çok oturaklı kamyondular
Geçerken bizim obadan beni de aldılar

Bir benliğe getirdiler bela vatanıdır
Evreninin kirası acıdır dediler

Acayip bir duygu huni şeklinde
Size de gelir günün birinde
İklimim diye bir bıçağa vardırdılar
Sandılar beni burcumla buluşturdular


Y.Türk


&



Batılılaşmak vatanımızdaki büyük kazaydı. Gençliğimizi hafif baştan çıkaran şehvetsi bir cezbeydi. İlahi, temiz duyuşların nurlu suyunu kara lekeleriyle kirleten damlalar yarattı bizde, bu tutum. Şimdi içimizdeki lezzetli kıpırdanmaların nurani mi yoksa şeytani mi olduğunu bu karışımdan dolayı anlayamıyoruz. Şeytaniyatı ve ilahiyatı iç içe geçirdik içimizde.

Kırklı yaşıma doğru giderken bunların ayrımını derinden hissediyorum. Önceki çağlarımda ne zavallı hasta inançlarım vardı, onlara inanmasam öleceklerdi. Tutarsızdılar, çıkışsızdılar,  bir gelecek de vaat etmiyorlardı. Onları boşu boşuna ayakta tutmuşum. Şimdi anlıyorum asıl büyük türküler söylenmese de ölmezler.

Oysa gerçek inanç ve düşüncelerin mimarileri oldukça farklıydı. Acele etmiyorlar, sokaktan değil insanın içinden başlıyorlardı. Ve evrenleri genişti. Herkese karşı üryandılar. Gizli niyet taşımıyorlardı. İlk insandan günümüze, ağaçtan kuşa, yıldızlardan başaklara, psikolojiden sosyolojiye evrende akıp giden bir salatın hayatıydılar. 


Şimdi ideolojim: Şükürdür.


Y.T.

&


Ezeli ve edebi vahdet, vitaminlerini insan için artırmıştır. Gelecek ile geçmişin, ruh ile bedenin, beka ile dünyanın tek bir ağacın dalları üstünde yol aldığı görülüyor. Modern ütopyaların dilinin insanı ne derece ıskaladığını kişi bu yaşlarda daha iyi anlıyor. Demiyor ‘Balıklar suda yanlış yaşıyor, onları çayırda otlatayım.’

Kalpte adalet, vücutta nur duruyor.

Tanrı fikrini ve beka duygusunu öldürmek niçindir? Fen ve tabiata secde ettirmek içindir. Bu yaşta insan, alnının kıymet ve şerefini  anlıyor. Alnı, Allah’a gece ve gündüz açıyor.

Yaşlılık insanın biraz ahir başıyla konakladığı yerdir, ten vücutta sönmek üzere olan kandildir. Bu vatana bu yaşta insan hazırlık yapıyor.
Gelenek adlı yeni yıldız gelene dek, yani kırk yaşına girene kadar söyleyememişiz:
Ne kadar çok yaşamışız! İki satır bir şeymişiz.


Rahmetli Cahit ZarifoğluGençken kırklı yaşın konularına bakmalıydık’ demişti. Şimdi aynı pişmanlık bende de var. Gençlikte olgunluğun temalarını kendimize ülkü seçmeliydik. Bu açıdan kırk yaşım, geçmişime kırık yaşım. 


Y.T.

&


İnsanın duygusu ve kemik yaşı birbirine uyar. Allah korkuyu ve aşkı insana taşıyacağı kadar verir. Korkuda ümitte, aşkta kulun iktisadını gözetir. İbadette de aynı şey vuku bulur. İnsana, salatının kantarına uyacak şekilde bir yönelim verir Allah. Salattan salata fark vardır. Ne kadar insan varsa o kadar da salat var, bünye olarak. Form ise salatta çoğu kez aynıdır. Fakat her salatın iç dünyası, dağları, ovaları ayrıdır. Allah, değişik zenginliklerini her kulunda ayrı ayrı saklar. Bunda da rahmet vardır. Her hazineye örtü gerektir.

Kırk yaşında insan Allah’ın nasıl bir kuludur? Bu konuda ademden ademe derin ayrımlar bulunur. Necis işlerle hem hal olmuş insanda, bu yaşlarda kötü işlerdeki olgunluk ve derinlik artar. Tesir büyür. Eylemlerde keyfiyet öne çıkmıştır çünkü.



Kırk yaşına, beyaz bir hayatın insanı olarak girmek yaraşır. İbadetin cebiri, bu tip bir insana daha ziyade cevelan eder. Duygu ve zekayı hamur gibi yoğurur. İnsan, dış alemle olduğu gibi iç dünyasıyla da sık sık monologa geçer. Düet yapar. Ve manasına bilgelik katar. 


Y.Türk