Bu şehir, ilk kez bir
çadırdı. Ve bu mübarek çadır, Tanrı gölgesi, yeryüzü halifesi anlamında vücut
buldu. Ve bu gölge, insanı korur. Çadırın
tepesinde yıldızlardan ışık gelsin diye ince bir delik açılır. Bu ışıma, Tanrı
feyzi sembolüdür. Sonra çadır, otağa inkılâp eder. Duman tüten ve ateş yakılan
yer haline erer. Yani aslında burada hayat var, denir. Hayat varsa hakikat de bulunur. Sonra otağlar da şehirlere dönüşür. Kalabalıklaşır. Ve her huzurlu,
güvenli ve adaletli şehrin arka planında bu irfan bulunur. Kutsallığı temel
alır, işletir, çoğaltır.
Söğüt de merkezine,
kalbine, çadırın tepesinden sızan o Allah ışımasını koyar. O çadırı, oba adlı vücudun
vahdet mekanı yapar. Hakikatin mantığını inşa eder. Etrafına sokaklar, dükkânlar,
okullar; hayat döşer. Hakikatin gölgesi bu sahalara yayılır. Asıl olan hakikatin mekânda cereyan etmesidir.
Ve makyajsız ve gösterişsiz hayat bulmasıdır. Duru günler, duru ilimler, duru ameller, duru mekânlar şiarıdır.
Bu
otağın nutuk yoktu dilinde, kendi
halinde yaşar giderdi ilinde. Bu obada, insan, doğa, zaman, ilişkiler ve
eşyalar atık haline gelmezler. Kendi hayatlarını ve görevlerini ifa ederler.
Ölünce, eskiyince şehrin amel defterine not edilirler. Sokaklarda ticaret, meşveret, hayat bir balerin gibi
yürürdü. Çünkü, binlerce yıl sürecek bir birlik, bir akide aksakallıların gönül
ocaklarında feyizleniyordu. Ulu ilhamlarla ışımalar oluyordu. Gökyüzünün
altında medeniyetimizin yeryüzüne kazıdığı masum ve bahadır bir cemâl meydana
geliyordu.
İmparatorluğa dönüşecek
rüyayı görür, burası. Büyük Devlet’in mağara dönemidir. İlham ile buluştuğu,
derin ve büyük yasaların siyaseti döllediği ulu bir yerdir. Söğüt, anadır; kutlu devleti doğurmuş ve
kulağına ezanını okumuştur. Ruh ve tabiatın sevimli yavrusu bir obaydı. Sonra
adaletin, eşitliğin ve emeğin; hakikat medeniyetinin devi haline geldi. Güç ve
aşk buluştu, bahadır bir duygu meydana getirdi. Ermeden, âlp olunmazdı.
Akabinde ruhuyla, dervişler Bursa’sına dönüştü.
Yeprem Türk