Dünya, değişeceğine dair ilk emarelerini aslında
salgın öncesi vermişti. Dünyaya yön veren coğrafî kutuplar,
kendilerinden beklenmeyecek şekilde, kötülük ve haksızlık
dolu eylemlerinin zirve noktalarına çıkmıştı. İnsanlığa hizmet götürmesi, yol
açması ve
adalet dağıtması gereken coğrafî kutuplar; başkalarına
hayat vermek yerine onların emek ve imkânlarını sömürme yolunu
seçmişti. Gerçi alt yapısında
Haçlı Seferi
zihniyetiyle inşa edilen Batı uygarlığı, başlangıcından beri bunu yapmaktan
geri durmadı. Ama zaman zaman geliştirdikleri retorikten ibaret
metodolojik perdeler, bu korkunç yüzün görünmesini,
sonraki yıllara erteledi. Fakat bugün ne
ideolojileri ne felsefenin hakikâtinden uzak
felsefeleri ne davranışları ne de içinde bulundukları
gerçeklikleri
insanlığı ikna edebilmekte. Bugüne kadar insanlığı
yalan vaatlerle oyalayan Avrupa, Amerika ve Rusya gibi coğrafî kutuplar;
zulüm ve yıkım
dolu anılarıyla terk edilen gemilere dönmek üzereler. Çünkü kurt
kanunlarıyla hareket eden yapılar, coğrafî kutup olma
hakkını elde edemezler.
Bugün bakın, çağın bu coğrafi
kutuplarıyla yeryüzünde geldiğimiz
yere.
-Doğu, bu kutupların yıkıp geçtikleri talan alanı
oldu.
-Milyonlarca insan öldü, ölmeye devam
ediyor.
-Bu kutupların ortaya çıkardıkları büyük ve çoklu kan
davaları sürüyor. Coğrafyalar
arası stres had safhada.
-Dünya genelinde mülteci sayısı
artıyor. Hepsi birer mülteci üretme ve mülteciye kıyma
makinesine dönüşmüş
durumda. Başka milletlerin kendi
topraklarındaki çıkış yollarını kapattılar, kahramanlarını öldürdüler.
- İnsan, değerler bakımından eskiden asırda bir Yusuf kaybederdi, şimdi üç güne bir Yusuf yitiriyor gibi.
-Ve ilginç olan şu: Hakikat ve bütünlük parçalandıkça
kapitalizm ve sömürgecilik büyüyor.
-Yalnızların, içine dert olmuşların,
içerde
birikmiş uktelerin; kan kusturulmuşların sayısı milyarları bulur.
-Bugün coğrafî kutuplar birer
kibir abidesi. Ah, kibir. Bütün kibirli
dostlarımın hastalandığını gördüm. Kibirli
milletlerin nasıl da dağıldığını. Ve kibirli uygarlıkların çürüdüğünü. Kibir
tuhaf bir hastalık. Dairesine gireni affetmiyor. Rusya, bu kibir çemberinde
can veriyor. Güya Rusya, ben bir kutubum, diyor; oysa Çin ile
Amerika arasındaki mücadelede bir koridor ülkeye dönüştüğünün farkında
değil. Göreceğiz, Rusya'da Çin mi
kazanacak Amerika mı?
Demek isterim ki: Çağımızda üstat, hakem ve yol gösterici bir kutup yok. Kutuplar, lümpenleştiler;
insanlığın, soylu siyasetin gereklerini yerine getirmekten ziyade kendi iğrenç
emellerinin peşlerine düştüler. Saygınlıklarını
kaybettiler. Frantz Fanon, ezilenlerin egemenin dilini kullanmaya meyilli olduklarını
ifade etmişti. İbn Haldun da mağlup olan galibi taklit eder, demişti. Günümüzde
egemenlerin dilini kullanmak, mağluplara tiksinti veriyor. Bu, neden böyle oluyor?
Çünkü taklit
edilecek güzellikleri ve saygı değerlilikleri yok artık
galiplerin. Modernizm baştan beri
buyurgan ve saygısız bir doktrindi. İnsandaki kendilik haline izin vermez. Sizi
ötekine göre bir yere
konumlanmaya, bir kıymetsizliğe ve güvensizliğe zorlar.
Ya biz'e ya öteki'ne mecbursunuz, der.
Bunları söylerken elbette 'Carl Schmitt'ten bahsediyorum.
Bu anlayışla yola çıkanların, siyasi doktrin oluşturduklarını ama
bir siyasi öğretiye ulaşamadıklarını söylemek
istiyorum. Coğrafi kutuplara doktrinlerin değil saygın kadim unsurları içine alan öğretilerin
hakim olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Öyle ki artık yeni bir kutup bekliyoruz. Beklemek
zorundayız. Dünyada en az dört milyar
insana adalet, hakikat dolu bir içerik üretecek bir
kutup, diliyoruz. Makineyi, mekaniği, tekonolojiyi ozanca kullanan bir kutup.
Öyle ya, dünyayı,
uygarlığı zulümler ve hukuksuzluklar eskitir. Ve yaşam şekli bu eylemlerle sökülür; yeni ve
taze güçlü zihin ve ahlâkla tekrar örülür. Dünya hep böyledir; sökülür, örülür; örülür, sökülür. Sökenler de örenler de
coğrafî kutup dediğimiz medeniyet ya da uygarlık
milleridir.
Aslında kadim bir gölgedir, Coğrafî Kutup.
Tanrı'dan da gölgesini almalıdır. Bunun aksinden korkulmalıdır.
Devlet, kadimden gelen bir şeye kulak tıkayacaksa kulağını nereye
verecektir? Her insanî yapı altında ezelî bir zemin de taşır. Ben bu
bahsettiğim yere 'başyer' diyorum. O
başyer'de görkemli ve canlı bir ruh vardır. Zaten böylesi
anlarda çağırırsa orası çağırır. O baş yer ki insanı arıtır, devleti, siyasayı
durultur. İnsanı zaten oldurursa yine orası oldurur.
Yeprem Türk