5 Ekim 2019 Cumartesi

HATIRLAMA


                                   

                                                               Yücel Kayıran'a

Güzel hatırlarım ben kimleri ?
Son nefeste Allah’ın kudretini
Gökte kanat üzere talep edenleri.
Ölüm olayında toprak dedikleri
Hava Kurumu gibi toplar kemik ve deri


Yeprem Türk

&




Ey! Diye seslenenlerin dergâhında:
Biz, vatan ve hakikat.  Yeşil çayırlar, serin gönüllü dağlar.  Dünyaya ve bekaya selam veren minareler. Mimari ve tarihimizin en büyük ulakları mabetler. Adem’den, Nuh’tan izler. Peygamber-i Ekber’den ulu minber.  Gönüller üzere dünya insanına kurulu maddi ve manevi sofralar.

Türkiye, bir merhamet birimi. İnsanlık menkıbesi.  İyiliğin temiz eliyle yaptığı kader penceresi. Yeryüzü yoksullarının, mazlumlarının dünya hanesi. Güldürür dünyada gülmeye parası yetmeyenleri.

Türkiye’nin en büyük gıdası samimiyeti, acıması, edebi ve hürriyeti. Tüm dünya çöpe atsa da ahlâkı; o alır, pak sulara yatırır, arındırır ve ayağa kaldırır doğruluğun zürriyetini.

Ve iyiler her daim kötüleri yener. Bunun sebebi şudur: İyilik, kalbe yakındır. Bu sayede kötülükten daha derin ve stratejik düşünür.
Ve bu samimiyetten ötürü ki,
Türkiye’nin Peygamber aşkıyla örülmüş, çağrılmış iki ulu nesnesi bulunur.

Birisi Veysel’in hırkasıdır, diğeri İstanbul şehridir.  İkisi de bize peygamberin hediyesidir.

Veysel’in hırkasını sökmek, İstanbul’u sökmek gibidir.

***
Burada günler var. Veyselî ve İstanbulî yaşanırlar.

Türkiye’de günler, Türkiye’nin ilk günü kadar da tazeler. Günler: defterler. Bu defterlerin içinde neler var: Salât, zikir; Mevlânâ, Tapduk var. İlim, tasavvuf, aşk, amel var. Hicaz, Endülüs var. Tuna’nın akarken çıkardığı berrak ses, Dicle’nin ılıklığı var.

Türkiye’nin zamanları; amelleri maşeri vicdana tartılması için götüren  ulu kamyon kasaları. Sayılamayacak defa böyle sefer eyleyen yazgının nakil araçları.


Bu da, Türkiye’nin zaman dersinden aldığı farkındalığı.



Y. Türk

&



Hem nebatatın ambarı hem aşkın. Bir bereket ki her çeşit meyve sebzeye duran. Ama yine de insanı az yiyen az içen. Kanaatı kendisine kanat olarak takan. Allah bizi öyle bir kabın içine koymuş ki, insanı ey diye seslenmeye muhtaç ediyor.

Şairlerimiz ey sahibidir. Ey! en çok bizim şiirimizde geçer. Ey, bir iman işaretidir. Şükür sesidir. Allah’ın kudretini ses üzerinden istemedir. Ölüme bile ey’imiz vardır. Bu toprakların milletime sunduğu bu zengin iaşeye rağmen, ölümün en çok sevildiği ona methiyelerin düzüldüğü üç kıtaya yayılmış bir belde olmaktan kendini alamıyor, Türkiye. Mevlânâ Konya’da ölüme düğün gecesidir, demiş. Yunus, Sakarya’da  ölümü âşıkların toyu olarak görmüş. Sezai Karakoç, İstanbul’da, Allah’ım uzatma dünya sürgünümü, demiş. Bu, intihar ve ölüm sevdası değil, Allah’a kavuşma isteğidir. Batı topraklarında bu terkip neredeyse yok. Onların ölüm dedikleri, ölmeye yakın Pekin ördekleri gibi kaynar suya girdikleri.

Ölürken hem ‘Her nefis ölümü tadacaktır’ hükmünü icra ederiz hem de sevgiliye kavuşmanın coşkusuyla teyelleniriz, neşe üzere  kıvıl kıvıl tasvirleniriz.

Güzel hatırlarız bu toprakta ölüleri. Onlar, son nefeste, Allah doldurmuş deyip ölümün tüfeğiyle korkmadan oynayabilenleri,  ulu yol üzere gökte gidenleri. Onlar da bildiler ki ölüm olayında kabir yerleri, uzuvların usulca bırakıldığı toprağın  güzel heybeleri.


Y. Türk

29 Eylül 2019 Pazar

BABA 3




Gelecekten yılgın bir imgeyi
Derim serdi yüzüme
Beni her daim borçlandıran tefeci umut
Ufuk kurtlanmaz, deme

Yüzüm babamın yüzüne benzer giyinir
Bilgelikle baktığım her suyun içi
Sanki babamın tipi
Üstünde acı kabilesinin talan izi

Gelecekti boş alan âşıkların alanı
Kaderin uçsuz bucaksız bilinmezliğiyle dolu
Hayatıma daha yeni yeni tırmanırken belirsizlik
Etime berzahtan serinlikler bırakır ayak tıpırtıları

Babacığım nakşın bezime bir imkân verir mi
Oğul daim babaya bağlı bir belde
Ve meselem kendi halinde
Yıkıntılardaki kemâli tamamlar hem de


Y. Türk

SÖKÜ




Allah’ım tabiatım ne esintili
Üstünde kin ve hasetin hayat işleri
Ne ara kurdum ben: İstanbul’u
Kendimden önce dünyadan söküp atabilmeyi

Ey, aksakallı haklı durgunluk
Sen ne deli çılgınlıkların dedesi olmak
İçindeki haylaz balıkları, vahşi timsahları
Bir gölün sakinliğiyle gütmek

Ey dünyanın Havva’sı Adem’i 
Annenin babanın ilk tableti
Okumasını bilmesem de ellemek isterim harflerini
Alnında dünyanın ilk eylemi secde işareti
Dağlarımıza ilk oğlakların varışı
Karşılamak obamıza yeni gelmiş ayetleri
Ve okşamak
İnsan ismi üzerinde korkmadan duran keklikleri



Y. Türk


&


Türkiye hükümdür. Nasların yurdudur. Üç kıtaya yetecek anlam, dört kıtalık ritimdir. Dünyanın alnıdır. Kalbi: Mekke, Medine, Kudüs’tür. Allah’ın mülküdür.  Türkiye, dünyanın güzel bedenidir. Ruhudur. Örneğin Amerika ruh üflenmemiş vücut gibi. Çıkarcıdır; diğergam ve merhametli değildir. Çirkin, işgalci ve soğuk bir büyüklüğü vardır, Avrupa’nın. Türkiye,  Büyük Doğu arazisinde güzel, çiçekli ve hoş bakışlı bin yıllık bir kocamanlıktır. Haramilere karşı dehşetengiz bir kebirlik taşır. İslam dünyasının göğsüdür. Dicle’nin kalbi, Nil’in nefesidir. Asya’dan Avrupa’ya gürül gürül akar. Türlü millet selamlarının, temennalarının başka milletlere geçiş kapısıdır. Asya’dan Afrika’ya kadar Türkiye ile yüz yüzü açar, kapı kapıyı, el eli. Türkiye, Türkçe dile gelmiş bir dünya dilidir. Türkiye bu yaşantısıyla Allah’ın irfan, kardeşlik elçisi bir diyardır. Kıtalar arası meclis gibidir. Kıtaları kıtalara götürür, tarihi de tarihe. Alnında Kur’an yazısı vardır. Bin bir sabırla yoğrulmuş kalp fetihlerinin emeğidir.  İbrahim’in vatanıdır. İsmail’in memleketi. Peygamber-i Ekber’in toprağıdır. Veysel’iyle, Yunus’uyla Allah âşıklarının yöresidir. 


Y. Türk


&


Türkiye, ideolojilerin kurduğu bir ülke değildir. Kadim insanlık dersinden, fikrinden doğmuştur. Adem’in ilklik heyecanını paylaşır. İsmail’in Allah yoluna kurban olma neşesini kalbinde yaşar, Nuh gibi medeniyet gemisini yeniler, Circîs’e- Eflatun’a kulak verir.

İmam-ı Azam’ın hükmü alnındadır. Yunus’un gönül tasviri bağrımızdadır. Hallac bizde, maşeri vicdanımızdadır. Ama hepsi ‘asr- saadet’in kubbesi altındadır.

İdeolojiler, yeni çağda devleti yöneten tabaka üzerinde etkili olmuşsa da milletin devlet anlayışına sari olmamıştır. Birçok ideoloji ülkemize girse de kök tutamamıştır. Bakın şimdi Batı’nın sonbaharı içinden geçiyoruz. Ülkemizle Batı zihninden de kısım kısım çekiliyoruz. Böylesi bir sonbahardayız ve topraklarımızda hazan dallarından ziyade ideoloji süpürüyoruz.  Asr-ı Saadet Kubbesi’ne doğru da tatlı bir yorgunlukla ışıyoruz.


Y. Türk

&



Biz, Candaroğulları’ndan Karamanoğulların’a onlarca beyliği; Mısır’dan, Yunan’a; Yunan’dan Asya’ya, Hind’e onlarca irfan parçasını ‘Asr- Saddet’ kubbesi altında birleştirerek, harmanlayarak bir araya geldik.  Bu tarihi büyük amel, asırlarca sürdü. Şimdi tekrar başa döndük. Yine aynı kubbe altında üçüncü çağımıza hazırlık yapıyoruz. Türkiye’nin üçüncü çağıdır, bu. Tadı, kokusu, estetiği biraz daha değişik ama her daim mümin.

Türkiye, Osmanlı dağılırken yine toplandığı gibi dağılan bir dünya oldu.  Türkiye, merkezinde Kurtuluş Savaşı verdi. Kendini yeniden var etti. Ama kadim parçaları da değişik yerlerde ve uzaklıklarda tutsak kaldı. Kendi başlarına Irak oldu, Suriye oldu, Libya oldu.  Büyük millet arasına dikenli teller kondu.  Bunda Batı’nın silah gücünün, siyasetinin ve felsefesinin etkisi var. Bir gün bu tesir zayıflayacak, teller sökülecek.  Doğu’da zihin zihne, akıl akla, el ele, kol kola geçecek. Dağınık ama yenilenmiş bu irfan parçaları tekrar Türkiye olarak dönecek. Yeni bir medeniyet-i aliyye’de harmanlanacak.


Milletimiz, İslam’dan sonra cihan şümul sözler söyledi. Birinci söz Selçukludur. İkincisi Osmanlı. Üçüncü söz Türkiye. Üçüncü sözün, üçüncü amelin başlangıcındayız daha. Üç kıtaya dağılan nizam-ı alem esrarı bir toplansın, yeni çağımız o zaman bir beden bulacak, dünyaya ses verecek.


Y. Türk





Türkiye Yazıları Kitabı'ndan



Bu kitap Türkiye nedir, diye yazılmıştır. Türkiye’yi sevme isteğim, kalem tutan elimin kapılarını ruhuma doğru açmıştır. O kapıdan sevinç, ağıt, türkü, şarkı, fikir, ilahi, salât dökülmüştür. Gördüğünüz kâğıttaki yazılar ruhumun Türkiye işaretleridir.  Sadece çağımızı kapsamaz. Türkiye’nin doğuştan getirdiği özellikleri, duyuşları, gönlü ve aklıdır. Ama en çok alın yazısıdır.

Kalemim gençken Türkiye’yi yazmadım. Şimdi kalemim yaşlandı neredeyse bir asa bile edindi. Ululara yön döndü.

Alınyazım, hep burada geçti. Hüda, beni bu topraklara yazmış. İyi de etmiş. Gamım da sevinçlerim de burada büyümüş. Onları bu ocaktan emekli edeceğim.

Fikirlerim, hayallerim de bu muhitte yetişmiştir. Türkiye, bendeki maddi mânâya da ezeli mânâya da vatanlık etmiştir.
Türkiye’de yaşamın anlamı derindir. Bu mânâyı edinmek isteyen aklın çok derinlere inmesi gereklidir.
Derinler dediğim şey aslında yükseklerdir. Yücelerdir. Derine inen, yücelere çıkar. Yücelere çıkan da derinlere.
Bu şöyle bir şeydir: Gökle yeri, ahretle Türkiye’yi birleştirmek gibidir.
Türkiye, insanın bekaya temiz varabilmesi içindir.
Bazı güzelliklerin devamı ancak ahrette olabilir, dedirtmek içindir.
Meleklere de diyardır.
Gönlümüz,  buraya kendi isteğiyle kaydolmuştur.
Türkiye’nin dağları, otları, ağaçları, turnaları… binlerce kere güzeldir.
Türkiye dört ayraçlı kitap: Bedir Savaşı, Malazgirt Gazası, İstiklâl Harbi, 15 Temmuz Direnişi.
Kubbesi: Asr-ı Saadet kubbesi’dir.
Fetihler ve direnişler, üzerinden su gibi akmıştır.
Onda nice gurbetler, hüzünler, dertler çiledi. Olsun Allah’ın karı gibiydi.
Gül kokusu, yürek kokusu, amber kokusu, ekmek kokusu ve ak koku hepsi Türkiye kokusu.
Büyük bir mantık, ulu bir gönül; alabildiğine bir yalınlıktır.
Ona ne olmuşsa kaderle olmuştur.

Y.Türk