Dua’yı
bir akarsu gibi görmüştü; dua ki gönlü, yaşadığı şehri ve ak yaylaları
huzurla, nurla donatmıştı.
Tanrı bir ereniyle daha semaların altını
rahatlatmıştı.
Gönüllere ecza veren bir şifanın daha
şafağı atmıştı. Bu amaçla, rüya kalbiyle, Şah- ı Nakşibend’in zihnine temas
etmişti.
Çağının sepetine kıpkırmızı elma gibi
düşmüştü.
Elma ama olma. Yerde bir Yunus benzeri
olarak durma.
Tabiattaki ayetleri okumaya acayip meyyali
vardı. Onlardan, lisanınca Allah adı aldı. Bu, duygudan lisana çıkmazdı. Mülkü
sükuttur, bildi. Zikrine kaydoldu.
Çiçeklerde renkler vardı, Esma’ül
Hüsna’dandı.
İnkar soğuk gibi başlar, dedi sanki, içini
ayetlerle, sünnetle ısıttı.
Gelecek, önüne düştüğünde görmüştü. İçinde gökler ilerliyor ama vatan durmuştu.
Yaşadığı, dağ gibi kalınlaşmış; bedende
istikbâl kıl kadar kalmıştı.
İçinde, sonsuzlukla beslenen başaklar tane tutmuştu.
Âşık ki ölümü kışmış gibi yaparak, kar
taneleri gibi dünyadan dışarı yağmıştı.
Gönlüm, ona ölümü böyle kurmuştu, onu bir
düş okulu gibi okumuştu.
Ve kalbim bir keresinde, dedi: Muhayyileme
göre libası bir beyaz bir yeşildi. Allah’ın verdiklerini giyerdi.
Y. Türk