13 Haziran 2019 Perşembe

&




Bulunduğun mekan, içinde olduğun kültür ve yaşadığın hayat kadim mânâ zincirini koparmışsa, yabancılaşma başlamıştır.

Yabancılaşmak, iz süremez hale gelmek demektir. Ve karınca gibi tekrar başladığın yere dönmeyi gerektirir.

Bu dönüş, modern dünyada iki şekilde gerçekleşmiştir. Birincisi: Jean Jacgues Rousseau ve onun halefi olan Henry David Thoreau gibilerce bozulmamış olana, diğeri de İslamî düşüncenin filozoflarınca imlenen asıl olana dönüş şeklindedir.

Birinciler genelde öze dönüş için yolu tabiata çıkarırlar. Kendilerini, doğanın hareketine; onun oluş ve bozuluş biçimlerinin ahnegine bırakırlar. Aslında panteist bir tavırla, kirlenmiş ve ahengi bozulmuş olandan arınmak isterler.

Birinciler der ki, en canlı olan en yabanî olandır. (Henry David Thoreau, Sivil İtaatsizlik). İkincilerse, kendini bilen Rab’bini bilen der. İyileşeceği ve fabrika ayarlarına döneceği kaynağı tabiatta değil, benlikte arar.

Sonuç olarak diyebiliriz ki Batı düşüncesi içindeki panteistler bozulmamış olanı bulmak için tabiata, bizse fıtrata yolculuk yaparız.

Heidegger’in demesiyle ‘Sadece insanlar ölür, diğerleri telef olur’


Birinciler bu yolda, telef olanda; ikincilerse ölendedir. Ölümün ise ben’e, asıl olana uyanış olduğu da unutulmamalıdır.


Y.Türk