Bulunduğun mekan, içinde olduğun kültür ve yaşadığın
hayat kadim mânâ zincirini koparmışsa, yabancılaşma başlamıştır.
Yabancılaşmak, iz süremez hale gelmek demektir. Ve
karınca gibi tekrar başladığın yere dönmeyi gerektirir.
Bu dönüş, modern dünyada iki şekilde gerçekleşmiştir.
Birincisi: Jean Jacgues Rousseau ve onun halefi
olan Henry David Thoreau gibilerce bozulmamış olana, diğeri de
İslamî düşüncenin filozoflarınca imlenen asıl olana dönüş şeklindedir.
Birinciler genelde öze dönüş için yolu tabiata
çıkarırlar. Kendilerini, doğanın hareketine; onun oluş ve bozuluş biçimlerinin
ahnegine bırakırlar. Aslında panteist bir tavırla, kirlenmiş ve ahengi bozulmuş
olandan arınmak isterler.
Birinciler der ki, en canlı olan en yabanî
olandır. (Henry David Thoreau, Sivil İtaatsizlik). İkincilerse, kendini
bilen Rab’bini bilen der. İyileşeceği ve fabrika ayarlarına döneceği
kaynağı tabiatta değil, benlikte arar.
Sonuç olarak diyebiliriz ki Batı düşüncesi içindeki
panteistler bozulmamış olanı bulmak için tabiata, bizse fıtrata yolculuk
yaparız.
Heidegger’in demesiyle ‘Sadece insanlar ölür, diğerleri telef olur’
Birinciler bu yolda, telef
olanda; ikincilerse ölendedir. Ölümün ise ben’e, asıl olana uyanış
olduğu da unutulmamalıdır.
Y.Türk