Ankara’da Selçukluya kadar gökten gelen bir kubbe yoktur.
Yani kubbe bize gökten gelişi haber verir. Metafizik filizlidir. Sema ile yer
arasında geliş gidişlidir. Ve göklerden iniş, dört unsuru burada fena
dönüştürmüştür. Roma kartalının uçtuğu ve eski milletlerin putlarının kurulduğu
bu toprakların ruhunu göklere doğru kubbeye ve minareye çevirmiştir.
Bir yandan da devletler için güç gösterisinin yapıldığı
arena gibidir. Araplar ve Türkler Bizans ile hesaplaşmalarını burada yapmıştır.
Moğolların talan alanıdır. Burası göklerden geleni önce, ilimle, sanatla değil;
kılıçla almıştır. Metafiziğin parsı gibidir. Alparslan ile bu topraklara gelen
fetih duygusu, kılıç ile hikmet arasındaki geçişkenliği sağlayarak, bu kentin
eski barbar tabiatının yumuşamasını sağlamıştır.
Osmanlı zamanında dergah hüviyetine ulaşmıştır.
Nagehan ol şara vardım, ol şarı yapılır ördüm
Ben dahi bile yapıldım taş ve toprak arasında
Derken Hacı Bayram Veli, aslında Ankara’nın nasıl da
yeniden gökkubbeyle inşa edildiğini, fiziğinin metafizikten çıkarıldığını
anlatmaya çalışmıştır. Kutlu Milli Mücadeleyi başlatacak ruhu yoğurmuştur.
Cumhuriyet döneminde, gökkubbe ile Roma heykellerine özen
(batıcılık) yan yana yürümüştür. Sanırım coğrafyamızı Üçüncü Roma (İslam Roma’sı)
olarak addetme fikri de bu kargaşadan doğmuştur.
Ki irfanımız ve mimarimizdeki ölçü , Roma makasının
karar veremeyeceği kadar derindir. Roma ahengi insanımızın ulu ahengine öksedir. Aslında maddiyatçı ve oldukça dışarlıklı Roma,
para gibi kara.
Oysa Ankara, bizde,
ulu nefeslerden hasat edilen üründür,
harmandır. Bin yıl önce Asya’dan Batı’ya doğru verilen Tanrı
selamının adıdır.
Yeprem Türk