Tarihin,
tabiatın öldürüldüğü ve yeniden dirildiği bir şehirdir. Dışarıdan
yanarken içerden anka gibi doğuşun şehridir. Her yönden böyledir. Akide,
medeniyet, siyaset, şiir.
Çağının gereği
Konya da görmüştür, Moğolları, Haçlıları. Mavi gök altında yaşamış toprağımın
bu neşidesini de üten, değil mi ki ilmimizi irfanımızı sanatımızı çirkin
pençeleriyle parçalayan yeryüzünün bu kaba ayıları.
Mevlana İran
şiirinin ve yazın sanatının zirvesidir. Fars sanatındaki süs, Konya’da göksel
bir duruma erdi. Bundan sonra Fars diline binecek süsleme, sözün simlerini de
özünü de Pisagor tası gibi çekip boşaltabilirdi. Yunus’un sanatta yalınlığa ve
sehli mümteniliğe dönüşü biraz da bundandı. Yunus, sözü, öze, sanatın kaynağına,
başlangıcına döndürdü.
Mevlana, Konya’yı
Yunus’un sanatına verdi. Konya hem Yunus hem de görklü bir semazendi. Döndü
döndü, yaşadı ulu irfan üstünde.
O günden beri Konya
için irfan ilahi bir taamdır. Tanrı nimetleri bu formatta akar buraya. Tabiatı
da ruhu da sıcaktır.
İkindi
vakitleri, tüm İslam şehirlerinde gariptir, hislidir. Güneş ufukta eğilirken,
insanın içi, doğrulur. Sokaklara berzahtan bir gurbet duygusu yayılır. Yüksek
sesler ufak ufak ezilir, mırıltıya dönüşür, Nargile gibi tüter bu saatlerde
Konya. Konya bu vakitlerde berzahtan bir radyo olmuş sanki bir el onun akustikli
sesini yavaş yavaş kısmakta. Ses elçisi dıştan içinize yönelmekte.
Ümmetin bin
yıllık ameli olarak duru gök altında durmakta.
Tabiat da
burada Tanrı’ya kulak vermiş. İnsan elinden çekiç yemiş, ruhtan ışık kapmış.
Akide görmüş. Ahenk almış. Yumuşamış, sertleşmiş. Eğrilmiş. Doğrulmuş. Erimiş.
Donmuş. Akmış. Nurlanmış. İnsanına bahçe, medrese, han, vakıf, ev bark
olmuştur.
Anadolu’nun
ortasında bir cennet meyvesi gibidir Konya. Aşk başıdır. Cezbesi, aşkın tikidir.
Mefkuresi vakıf düşüncesidir. Saflığın otağıdır. İrfan ikametgahıdır. Toprağa
salavat gibi bir inşadır.
Yeprem Türk