18 Ekim 2014 Cumartesi

DEĞİNME



Bizim hesabımız İslamcılarladır, Müslümanlarla değil, demiş Alman Başbakanı Merkel. Bir İslamcı da bunu köşesinde, işte görüyorsunuz, meyve veren ağacı taşlıyorlar hesabı yapmış. Aynı şeyi Merkel IŞİD için de söylüyor oysa. Almanlık için öyle uygun görüyor Merkel, öyle söylüyor. Yoksa İslamcılığın kerametinden değil. İslamcı fikir çevreleri dışında Merker’in bu sözlerinin Doğu’da bir karşılığı yok ayrıca. Her iki halükarda da yok. Onların hesabı ayrı, bizim hesabımız ayrı. Sormak lazım bir de. İslamcılık, İslam Milleti’ne nasıl bir refah, saadet, izzet, güven sundu? Yoksa hesabımızı birileri bozuyor mu diyecekler hep böyle? Bahanelere mi sığınacaklar? Ağaç meyvesinden belli olur. İslamcılık insani ihtiyaçlara cevap verecek bir ağaç değil. Bu anlaşılmıştır sadece. Doğada buna benzer bir sürü ağaç var. Doğu’da şimdi daha bir karşı tavır takınılması bundandır, İslamcılığa.  İslamcılık, vurgu yaptığı asr-ı saadet anlamında bir köy bile oluşturamamıştır. Çakma bir asr ı sadet anlayışına dahi yaklaşamadılar. Şimdi ise anlaşılmamaktan yakınıyorlar, İslamcılar. Zaten elli yıl daha okunsalar, bu vaziyette anlaşılacak da durmuyorlar.  

Cem Yılmaz’ın bir reklamı vardı. Tv’de, bir patates cipsi markası adına dönüyordu. Patates cipsini yapan işçiye Cem Yılmaz ‘Bunu insan yiyecek diyordu.’ İslamcılıkta da aslında böyle bir tavır hakim. Ürettiği yol insani olmadı hiçbir zaman İslamcılığın. İnsanın oluşturduğu kültürü pis bir şeymiş gibi algıladı. Dünyevi ve manevi bir kurum olan kültürü put mertebesine indirdi. Sonrasında tabi her şey putçuluk adı altında yıkılıp atılmaya çalışıldı. Bayrak, bunlardan biridir. Osmanlı’da sancağı görünce işini bırakıp soluğu sancağın yanında alanları saf İslamcılara anlatmaya gerek bile duymuyorum, bu bahiste. Bana Allah’ı hatırlatan şeyler, rızık için tarlamı sürdüğüm saban, onlara put gözüküyorsa ne diyebilirim.

 Adem Kalan

Takıl



Geçmiş yıllarda en çok duyduğum şeyler, siyasi konulara değinen şiirler yazmamam konusundaki telkinlerdi. Çapkın ifade ile ‘lirik takıl’  demeleri. ‘Yeprem bunu yazma’. M.D. de neyin nesi oluyor?’ ‘Bak ortalık kızışıyor vs’. Ama ben bilirim ki, gelecek olan şey gelir. Düşmanı çok olan adımlarını daha sıklaştırır. Gelen bir dünya çünkü. Ve o dünya ile de nikahlanılmak zorunda. Öyle ‘lirik takıl’ diyenlerin dediği gibi flört etmek, derde çeyrek derman etmez. Ama şu tarafı da var. Namus olması bu tür şeylerin.

Hep şuna iman ettim. Doksanlara kadar; Türkiye’nin içindeki hayat algısı, sanat ve şiir; Türkiye ve Ümmetle sadece flört halindeydi. Türkiye, bir zamanlar seksen şiiri gibiydi. Ana fikir damarın naylon maddeden farkı yoktu. Süklüm büklüm bir hal yani. Size söyleyeyim, seksen şiirini bu kadar sık anmamız boşuna değil. İnsan, bir lütfu bir de yıkılışı çok anar. Dirim için Rabbi’ni, tuzağa düşmemek için de zaaflarını. Bazen de her ikisini de anmaya, görmeye güç yetmez. Dün Türkiye’yi idare edenlerle yetmiş, seksen şiirine omuz verenler arasında bir fark yok. Görev de yok. Şiir kritik anlarda ana görevler üstlenir. Belli bir anlayışın ebedi vesayetini kabul etmez. Bugün ufak bir kıpırdamada parçalanan halklar var. Tekrardan var olmanın yolunu yürüyemeyenler sonra.  Ve bunun karşısında, bunu görüp de havsalası donan, oyundan çıkan mızıkçı şiir. Oysa omurga tektir ve en hayati yerden yekinir. Dünün nereye doğru gideceği konusunda hayli kafası karışık Türkiye* ile aynı karaktere sahip seksenler şiirinin dirimsizliği aynıdır. Kısa bir siyaset ve şiir taraması yapan herkes bunu idrak edebilir. Seksenler hem şiirdeki hem de siyasadaki yönsüzlük olarak adeta ne tehlikelerden döndüğümüzün vahametini göstermeye yeter.


 *M. Nezihi Pesen




Yeprem Türk






16 Ekim 2014 Perşembe

34.



  
Küreselleşme çoğu şeyi baştan düşünmemizi gerektirir. Kültür ve medeniyette yeni konumlar belirlemiştir. Aslında kültür ve medeniyet bilincini, kendisini reddetmeden dünya ile de buluşturma imkanı sağlamıştır,  küreselleşme. Sağlam bir kültür ve medeniyet bilincine sahip milletler bu imkandan faydalanmaya müsait hale geldi. Hatta kültür ve medeniyet asabiyesini kuvvetli tutanlara büyük sahalar açılmıştır diyebiliriz. Küreselleşmeye karşı bir zihin geliştiremeyenlerde ise ‘tarihin sonu’ algısı baş gösterir. Mesela Fukuyama’nın, Sovyetler çökünce, tarihin sonu geldi iddiasının altında  küreselleşme karşısında bir yeni ve yapıcı bir bakış geliştirememek, orada bir anlam yakalayamamak yatar.
 Küreselleşme gerçekte birçok kavrama olan yaklaşımı değiştirmek gerektiğini anlatır. Her ne kadar küreselleşme seksenlerden itibaren görünmeye başlasa da asıl ağırlığını 2000’lerden sonra hissettirir. Devlet ve millet kavramlarına yeni bakış açıları da işte bu dönemlerde hız kazanmaya başlar. Avrupa Birliği’nin, Avrupa devletleri nezdinde hızlanması aynı dönemlere denk düşer. Maya takvimi, çoğu insanı, dünyanın 23 Aralık 2013’te sona ereceğine ikna etti.  Aslında dünyada karşı karşıya kalınan yeni hayatın boşlukları onları böylesi bir algıya hazırlamıştır. Bu tip şeyler birer efsaneye dayansa da halkların beklentilerinden ve içinde bulundukları durumdan tamamen dışta da değildir. Sonuçta küreselleşmenin insanları boşlukta gezdirdiği 2013 tarihinden itibaren yeni devletler ve insanlar nezdinde yeni hayat ve toplumsal şekiller belirir. Öncesi ve sonrasıyla, Doğu’da ve Balkanlarda birçok devlet yıkıldı parçalandı. Dünya küreselleşme ve hızlı iletişime göre bölümler oluşturmak zorunda kaldı. Büyük devlet anlayışı büyük bir zaruret noktasına ulaşmıştır. İslam topraklarında ise ulus devletçi ve büyük medeniyetçi kadrolar, şu günlerde çatışma halindeler. İslam’ın ulus devletleri, cumhuriyetçiklerden ya da beyliklerden büyük devlete uyanmanın sendromunu yaşıyor. Batılı devletlerce ya da onların taşeronlarıyla hasıraltı edilmiş aynı medeniyetin parçaları birbiriyle buluştukça bir değişim korkusunun yaşanması ise gayet doğaldır. Dağılırken ve kurulurken olan şeylerdir, bunlar. Bu, bir nihilizm sendromu değildir. Arefe günü, bir Ashaf-ı kehf psikolojisindedir.


Yeprem Türk

14 Ekim 2014 Salı

L





Liberalizm de bir çıkış yolu değildir. Liberalizmde kusursuz bir kapitalizm yaratma iştahı var. Afrika’daki adamın et, kemik ve can kaybıyla Batı adamının gereğinden fazla yağ kuşanması arasındaki ilişkiyi doğallaştırmaya çalışan şeyin adıdır, liberalizm. Aslında kapitalizmin girdiği krizden çıkmak için yönettiği bir doktrin gibi. Kapitalizmin sıkıştığı şu günlerde, önünü açmaya çalışması liberallerin bundan. Dolayısıyla liberalizm de bir kapitalizm hareketine dönüşmüştür. Batı’da gelişen çoğu doktrinler, yeni dünyada kapitalizmin ileri atlısı gibi kuşandırılıyor. Ekonomik sömürüler ve ihlaller konusunda, bu yolla iyi bir mana yakalanmaya çalışılıyor. IPad’ini kaybetmemek için kıvırmaya tutkalla tutturulmuş insanlar türetti bu tür kapitalizm disiplin deliliği. Gerçekler, hüngür hüngür oysa. Doğruyu söylemenin ırzına zeval vermeye ne gerek var, diyor. Bu iş şuna benziyor. Dünyada olan bitenlerin bilinmesi ve meşhur olması için Batı’da oluşan disiplinlerin, teorilerin travmalar oluşturan tacizinden geçmesi mi gerekiyor? Bu açıdan gerçekleri ve  acıları, dünyada kimsesiz görmek lazım.  Yalnızlıktan ve kapitalizmin soğukluğundan neredeyse cibermiş vaziyetteler. Gerçekler.
Televizyonda birkaç saniyeliğine aç bir Afrika görmüş ya da Afrika’da iki gün kalmış bir adamın günümüzde liberal olması için insanlıktan çıkması gerekir önce. Eğer bir özgürlük efsanesiyse liberalizm, boşuna bir efsanedir. Kapital özgürlükler, Osmanlı’dan bu yana Doğu’da ilkesiz doğuyor. Oysa ekonomik özgürlük ilkeleriyle gelmeli. Doğu   Ortadoğu’da tüm haritaları yerinden oynatmanın aslan payı bu ikilidedir.  Yeni bir üretim tarzına oynanmalıdır. Dünyadaki üretim tarzı Doğu’yu adeta bir savaş meydanı haline getiriyor. Ya Doğu’nun üzerinden dikkatleri dağıtmak için, yeni bir üretim tarzına geçilir. Ya da şaapmak lazımdır.




 Adem Kalan