29 Nisan 2020 Çarşamba

&



Şam, Bağdat, Filistin, Kayseri…
Giderim Hızır illeri
Ayetlerin, hadislerin
                   eren sözlerinin
Yere dokuduğu heybeleri
Görmek rüyada bir ereni
Allah tarafından yıldızlı dama
                             çağrılmak gibi
Yusuf ve Gazali türbeleri
Dinin yere sepili daneleri
Erenlerin sözleri
Hâlâ konar yaşama
Allah’ın kuşları gibi.
Şems’i hatırlarım şalvarlı
Üstünde bir orucun ince güzel hatları
Dualar büyütmüş burda çınarları
Altından geçerken değer
Yüzünüze Sübhaneke dalları
Cüneyd’i, Bayazıd’ı
Allah’ın kendi kendini yakan mektupları.
Mekke dönencesinde bir Veysel
Seve seve çıngı çıkardı.
Vadilerden vadilere
Gütmüş Hallac tik takları
Zamanın kuzuları.
Erenlerin hatıraları
Tarihin beyaz hacıları.
Anlat diyorlar
Anlat bize
İnsanı deviren bu devri
Nice büyük âlimler
Aşkta dağlıdırlar
Kötülüğün mersedesi var
İyiliğin eşeği
Toprağa mı gömüldü insanın şeytan görmeden önceki
Tanrı gören yeri

Geçti gençliği meskenin
Kıl çadırı, ahşabı
Şimdi beton: yapıların ihtiyarlığı

Yüreğim diyor ki
Öyle bir insan olmalı şimdi
Eskiden de eski düş döşeli
Kalbin sesini
Müezzin ezanı gibi
Bu yerlerin üstüne elemeli



Y. Türk

ANTROPOMORFÎZMLE GELEN İKTİDARLAR



Batı aklı, temeller itibariyle tabiata bakış açısını bir türlü dengeye oturtamadı. Ya onu Antik Yunan çağında olduğu gibi doğaya kudret atfederek antropomorfizmle tanrılaştırdı ya da modern zamanlardaki gibi yok etmeye çalıştı.

Tabiatın tahrip edilmesi her şeyden önce bir hümanizm hikâyesidir. Aslında hümanizm, natüralizmle gelen ve onunla beslenen bir anlayıştı. Ama sonra insan öyle bir şehirleşti ki doğadan koptu. Hümanizm, kente merhaba derken tabiata veda etti.

Eski Yunan felsefesinin doğa-tanrı tasarımı olan antropomorfizmle tabiattan alındı, insana aktarıldı. Natüralizm sadece bu aradaki geçişkenliğe kaynaklık etti o kadar. Eskinin tabiat tanrıları, hümanizmle insan- tanrı karışı bir simülasyona evrildi.
Tanrı fikri,  antropomorfik zihniyetle Antik Yunan’da ilk kez öldürülmüştü. Hümanizmin bu insan tasarımından sonra ikinci kez öldürüldü. Ve Niçe bunu ‘Tanrı ilk kez öldürülmüş’ gibi söyledi.

Grek düşüncesinde kudretiyle tanrılaştırılan doğa; modern çağda insan, edindiği bilginin gücüyle Descartes’ın epistemik öznesi olarak sınırsız yüceltildi.
Ve hümanist insan, doğayı olduğu şekliyle kabullenmedi, şehre sokmadı. Belki doğanın o eski korku veren kudretli zamanlarının kendine gölge etmesini de istemiyordu. Doğayı kente evcilleştirerek, yapaylaştırarak, süs olarak alıyordu. Bir nevi onu çöpe çeviriyordu.

Şimdi insan da elindeki antropomorfik gücü yitirdi; bu kez antropomorfizm kuvveti, iktidarı, kendisini üreten sisteme, otomasyona, kapitalizme verdi.
Descartes’ın bilginin gücüyle kendine yücelik payesi veren öznesi, zamanla özgül varlığını ve içsel değerlerini yitirerek, önce Heidegger’in tek tip olan onlar’ına, ardında da çöp insana (kurban) (homo-sacer) dönüştü.

Doğa sonrası, şimdi insan sonrasına; yani post-human’a dayandı. Tanrı, Batı zihniyetinde üçünce kez öldürüldü.

  
Yeprem Türk

DERGİLER


DERGİLER

MUHİT, Ocak 2020, Sayı 1. Öncelikle hayırlı olsun diyelim. Muhit, İtibar’ın devamı. Ve ikisi arasında mizanpaj dışında bir fark yok.
İlk yazı Ömer Lekesiz’in:  OL-AN. Lekesiz, metinlerini bir hurufatçı gibi yazıyor. Tasavvufi konular onun elinde daha da karışıyor. Zihinsel olarak meseleleri ele alış şekli berrak değil.
Cahit Koytak’ın şiirinin adı: Metrodaki Dilenci. Bilge ama kolaycı bir şiirdir de Koytak’ın metinleri. Hazır bir kalıp içinde her şeyi yazıyor, şair. 
‘Gülmek, gülümsemek,
Bilirsiniz, içinizi boşaltır,
Ama cebinize dokunmaz.’
Ben de bu şiirden çok önce yazdığım bir şiirde,
Sıcak bir selam
Allah’ın ak küreğidir
İçini boşaltır

Demiştim.
Said Yavuz’un ‘İyi Dilek Provaları’ yarı yerine kadar kaliteli bir şiirdir.  Yavuz’un duygusal bir şiiri var. Tasavvufî de. İkisini birleştirmek aslında her şaire nasip olmaz. Ama bu şiirde boyut uzadıkça yoğunluk da azalmış.  Bence Yavuz kalıcı olmak istiyorsa şiirlerini daha kısa tutmalı.


‘Aşkı taşımak bir kişiye kalınca toprağa
Göklere ve çiçeklere kolaylıklar dilerim
Göle batan hilale ki
Kan yayılır suyun yüzeyine
Ve ben, oraya kolaylıklar dilerim.’
Şiirde Fazıl Hüsnü Dağlarca etkisi var ve Yavuz bu etkiyi kendi şiiri namına iyi yönetmiş.
Erol GÖKA, modernlik, insanı merkeze mi alıyor yoksa insana karşı mı? Diye  soruyor. Modernizmin geldiği yeri sorguluyor. Modernimin niçin bu kadar vahşi bir tavra girdiğini çözmeye çalışıyor. Özü ise metnin, post-hümanizmdir. İnsan sonrası yani.
Benim düşüncem şöyledir, bu konuda. ‘İnsan sonrası demek bir bakıma ahsen-i takvim sonrası demektir.  İnsan, hâlâ Allah’ın halifesidir. Allah, yükümlülüğü ve halifeliği insandan başka bir varlığa vermeyecektir. İnsan sonrası fikrini kabul etmek bir bakıma halifeliğin devrini kabullenmeyi gerektirir. Böylesi bir inanış, olsa olsa bir uygarlığın defin işlemidir.’
Zeki Bulduk’un Afganistan Mektupları, Hatice’nin Hikâyesi beni derinden sarstı.
Arka sayfada ise Ahmet Murat şiiri var. Şu dörtlüğün dikkati zirvededir:

‘İki dilim ekmekteki ikiyi izliyorum
Sen ve ben olmak hakkında izliyorum
İnsan yalnız doğar yalnız ölür bu doğru
Bu doğrudaki acıyı izliyorum.’
HECE Şubat 2020, Sayı 278.  Rasim Özdenören, eleştiride nesnel olabilmenin şartlarını konuşmuş, sunuşta.  Eski Bir Mektup, bir Arif Ay şiiri. Okunması kolay bir şiir. Mütevekkil bir dünyadan sesleniyor.  İsmail Karakurt’un bu zaman dek okuduklarım arasında en akıcı şiiri : Ev İçin Bildiğim Tek Şarkı.  Şiirin en güzel bölümü:
Sen yaşıyorsun diye                       
Senin yaşadığın eve dönmek
Dünyanın en güzel dönüşü.
Duygu Güles K.’nın şiirinin başı ve sonu dikkat çekici. Keşke orta kısmı yazmasaydı.
içimdeyim gücümdeyim
göğün safirinde
Baltık’ın amberinde
balığın göbeğinde
kuyunun zembilinde
geminin güvertesinde
Kaan Eminoğlu’nu birçok dergide görüyorum:
biliyoruz mağaralılar
ağır adım atar
taş çağı, tunç çağı, hiç çağı
ne kadar çabalasak da
bir türlü bulamıyoruz ortayı
Ebubekir Eroğlu’nun Cem Makamı üzerine yazısı hayli derin.  Eroğlu’nun Sevap defterinden şunları paylaşmak isterim.
‘’Nazar, görme olduğu kadar düşünmedir; nokta-i nazar deriz. Beklemedir; intizar deriz, acımadır nazar. Neyi bulmayı murat etsem, kendimden neyin çıkmasını umut edip beklesem, konuşan nefis onu yazar, çizer, ses ve anlam haline sokarak bana getirir.’
Osman Özbahçe,  II. Yeni üzerine düşünmüş yine. Bence yazı aşırı yorumla kaleme alınmış. İkinci Yeninin dergisi olarak Pazar Postası’nı değil Şiir Sanatı dergisini görmüş. Yerleşik kanaati zorlamış. Bazı yerlerde de okuyoruz, tek İkinci Yeni şairi yok Ece Ayhan’dır yok Cemal Süreya’dır veya Sezai Karakoç’tur diye. Bunlar saçma sapan şeylerdir. İkinci Yeni şairleri de dergileri de belli.
Hece dergisi Doksan Kuşağı şiir anlayışının yönettiği bir dergi. Yıl içerisinde çıkan şiir kitapları da zaten değerlendirilirken, doksan kuşağının eleştiri tavrı öne geçmiş.
İbrahim Demirci, Okuryazarın Notları köşesinde, kitaplar üzerine editoryal okumalar yapıyor. 

BUDAK, Nu: 05. Budak’ta şiire şiir aralarında rastlıyorum. Uzun şiirler yayımlıyor, dergi. Ancak nefes, bu uzunluğu taşıyamıyor.  Ama dosya bakımından önemli işlere imza attı. Örneğin Süleyman Çobanoğlu’nun konuşulduğu nüsha dolgundu. Klasik Türk şiirinin en çok konuşulduğu dergidir, Budak. Ahmet Yesevî’den,  Nefî’ye kadarki şiir ırmağı her sayıda kendine yer buluyor. Yemek Destanları’ndan, modern müziğe kadar her şeyin konuşulduğu, yorumlandığı bir mecra. İsmet Özel’in tesirinde.
SİNCAN İSTASYONU, 105, Ocak- Şubat 2020.  Yunan felsefesinden tutun Marksizm birikimine kadar her şeyden beslenen bir dergi. Bunlarsız bir sayısına rastlamadın, derginin. Kenan Sarıalioğlu Körler Ülkesinde şiiriyle yer alıyor. Aslında biçim ve içeriğiyle oturmuş bir bakışın şiiri.
Körler ülkesinde bir çiçek gördüm
Sevinçten titredi durdu
Gördüğümü görünce…
Sonsuzluk Manifestosu ise ilginç. İlhan Kemal kaleme almış.  ‘Sonsuzluk; hayata, ölüme ve ötesine, dünyaya, uzaya, kısacası kozmosa dahil her şey. Öyle ise her şey şiirdir.’ Manifestonun özeti bu. Ama sonsuzluk derken, içine aldığı şeyleri iyi seçmemiş. Sonsuzluk kavramı metafizik bir ilgi içinde değil kozmolojik bir yapı içinde düşünülmüştür. Kozmolojinin de bir sonsuzluk olmadığını biliyoruz.
 
KAYGUSUZ, OCAK- ŞUBAT 2020, Cilt: 08.  Dergide en çok Salim Nacar’ı görüyorum. Nacar, şiirlerini uzun yazıyor.  Bu sayıda Ahmet Güntan da var. Verse 2’yi o yazmış.

Madem düşünce ayırıyor gönlünce
Ayrılalım biz de düşüncede düzgünce
Halk bir gerilim, anonime eğilim
Fatih Terim’e teslim değilim
Sevmem hiç tümdengelim
Hislerim var, onlar benim
 
Ses ve popülerlik üzerine kurulu eleştirel bir şiir.
Ömer Faruk Maden’den bir bölüm yazmak isterim.
Yürü sen haydi
Suda Karacaoğlan
Toprakta Yunus
Ateşte baban
Havada baltan
…’
Gençler bir ara İbrahim Tenekeci şiirinden beslendiler. Şimdi ise aynı yerde bir Süleyman Çobanoğlu iklimi var.
Şiir üzerine düşünülerek yazılmış birçok metin bulunuyor, dergide. Bence şiir üzerine bu derece fazla yazmak bir abartıdır. Türkiye genelinde bir yılda çıkan dergilerin şiir hakkındaki metinleri bir araya getirilse hakikaten koca bir yığın tutar. Gerek var mı?  Bence yok. Sene içinde kaleme alınmış birkaç kaliteli metinle şiir bilgisi, tarzı anlatılabilir.
Ezra Pound’un oğlu Omar Pound ile yapılmış çeviri bir söyleşiye rastladım, Kaygusuz’da. 
Ama söyleşi Ezra Pound’un oğlu olmaklığa yakışır bir dolgunlukta değil.  
Walt Whitman ile Ezra Pound arasındaki ilişki hep merak konusudur.
Burada da öne çıkmış. Oysa Ezra Pound, Walt Whitman ile arasında nasıl bir şey olduğunu şiiriyle açıklamıştır.
Bu söyleşide sunulsa konuya açıklık getirirdi.

Der ki Ezra Poun, W. Whitman’a, Bir Antlaşma şiirinde.
Seninle bir antlaşma yapıyorum, Walt Whitman
Yeterince uzun zaman nefret ettim senden.
Geliyorum sana domuz kafalı bir babası olan
Olgun bir çocuk gibi
Dostluklar kurabilecek yaştayım.
Sendin yeni ağacı kesen,
Şimdi zamanıdır onu oymanın.
Elimizde bir öz su var bir kök
Selam sabah olsun aramızda.

SÖZCÜKLER, Ocak- Şubat 2020, Sayı 83. Sözcükler,  bir sol nostaljisi. Dergi zaten solun eski birikimiyle ayakta duruyor. Cevat Çapan, burada en çok görünen şair. Çapan, hem anı hem de natüralizm şairidir. Aslında hem hatıra hem de natüralizm, şiirde, hareket kabiliyeti bakımından aynıdır. İnsandaki akışkanlığın gerisindedir.  Bu söylediklerime Sureyya Berfe de eklenebilir.
Bu sayıda Yılmaz Güney üzerine yazılmış epey metin var.

EDEBİYAT ORTAMI, Ocak- Şubat 2020, Sayı, 72.  Bu yıl, ilk sayısıyla hacimli çıktı.  Girişte Nuri Pakdil hatırlanıyor. Başlık  ‘Ne Emek, Ne Ekmek; Önce Kalbimiz Bozuluyor Çünkü.’
İlk şiir Erdal Çakır’ın. Kalbime Dar Geliyor Aşkıma Dikilen Elbise’.  Çakır’ın, dağınık ve sayıklamacı bir şiiri var. Gençlerden Mehmet Tepe de böyle yazıyor.
Dünyanın Çocukluğu şiirini Mustafa Ruhi Şirin yazmış. Çocuk edebiyatı alanında hakkıyla yer eden bir isim Mustafa Ruhi Şirin. Cahit Zarifoğlu’ndan sonra, bu alandaki ikinci isim. Keşke çocuklar için nesir de üretse.
Mustafa Özçelik’in manzum hikâye tarzında bir ‘Geyikli Baba Destanı’  var. Ali Emre buna benzer bir çalışma yaptı. İslam önderlerinin hayatını şiirleştirdi.
Bu sayı da çeviri şiirden nasipli. William Stanley Mervin, Çağdaş Amerika şairlerinden.  Ondan iki dize : ‘ Son gününde dünyanın/ bir ağaç dikmek isterdim’.  Peygamber Efendimiz’in hadisi şiir olarak yazılmış.
Ama günümüz Batı dünyasında öyle büyük şairlerin boy verdiğini düşünmüyorum.  Hakeza İran şiirinde de.

Y. Türk

KURULUŞ Mayıs - Haziran 2020, YIL 7 - SAYI 39





İnsan Allah’ın dileği
Kalptir en yüksek yeri
Öte eriyiz
Göğüs kemiklerimizin arası
Ayetlerin arsası
...