29 Nisan 2020 Çarşamba

ANTROPOMORFÎZMLE GELEN İKTİDARLAR



Batı aklı, temeller itibariyle tabiata bakış açısını bir türlü dengeye oturtamadı. Ya onu Antik Yunan çağında olduğu gibi doğaya kudret atfederek antropomorfizmle tanrılaştırdı ya da modern zamanlardaki gibi yok etmeye çalıştı.

Tabiatın tahrip edilmesi her şeyden önce bir hümanizm hikâyesidir. Aslında hümanizm, natüralizmle gelen ve onunla beslenen bir anlayıştı. Ama sonra insan öyle bir şehirleşti ki doğadan koptu. Hümanizm, kente merhaba derken tabiata veda etti.

Eski Yunan felsefesinin doğa-tanrı tasarımı olan antropomorfizmle tabiattan alındı, insana aktarıldı. Natüralizm sadece bu aradaki geçişkenliğe kaynaklık etti o kadar. Eskinin tabiat tanrıları, hümanizmle insan- tanrı karışı bir simülasyona evrildi.
Tanrı fikri,  antropomorfik zihniyetle Antik Yunan’da ilk kez öldürülmüştü. Hümanizmin bu insan tasarımından sonra ikinci kez öldürüldü. Ve Niçe bunu ‘Tanrı ilk kez öldürülmüş’ gibi söyledi.

Grek düşüncesinde kudretiyle tanrılaştırılan doğa; modern çağda insan, edindiği bilginin gücüyle Descartes’ın epistemik öznesi olarak sınırsız yüceltildi.
Ve hümanist insan, doğayı olduğu şekliyle kabullenmedi, şehre sokmadı. Belki doğanın o eski korku veren kudretli zamanlarının kendine gölge etmesini de istemiyordu. Doğayı kente evcilleştirerek, yapaylaştırarak, süs olarak alıyordu. Bir nevi onu çöpe çeviriyordu.

Şimdi insan da elindeki antropomorfik gücü yitirdi; bu kez antropomorfizm kuvveti, iktidarı, kendisini üreten sisteme, otomasyona, kapitalizme verdi.
Descartes’ın bilginin gücüyle kendine yücelik payesi veren öznesi, zamanla özgül varlığını ve içsel değerlerini yitirerek, önce Heidegger’in tek tip olan onlar’ına, ardında da çöp insana (kurban) (homo-sacer) dönüştü.

Doğa sonrası, şimdi insan sonrasına; yani post-human’a dayandı. Tanrı, Batı zihniyetinde üçünce kez öldürüldü.

  
Yeprem Türk