1 Temmuz 2023 Cumartesi

Şiir Konuşmaları

 

Şiir bir şıra halidir. Ben şiiri garip bir şırada gördüm. 

Zaman, tefekkür, dil, ahenk, ritim, müzik bu şıra içindeki tuhaf akışta yer alan öğelerdir. 

Yaratılış ve varoluş şıra üzeredir. Buna tecelli zevki de denebilir. Şıra ve tecelli zevki birbirine uygun kelimeler. Kierkegaard, hayat arkadan öne iter, der. Bu itki aslında zoraki bir kuvve değil; şıradır. Var olmaya iten dayanılmaz güç, tattır. Varlık, Tanrı’ya tecelli unsuru olmaktan, O’na görünürlükte hizmet etmekten onurlu bir zevk duyar. 

Divan şiiri, bir yönüyle saki ve şarap şiiridir. Saki şairdir; şarap, tecelli şırasıdır. Rilke, şairi görünmeyenin arılarına benzetmişti. Yani şıracıya. Görünenin ardındaki görünmeyene atıf yapmak şairin nihai amacıdır, tutumudur. Varoluştan gelen şırayı tatmak ve bir tecelli durumunda olduğunu hissetmek, sonsuzlukla bakışık kalmak demektir. Sezai Karakoç’un deyimiyle kendini sonsuzluğa uygun kılma. Amor et Visio Dei..   

Ben şahsen şiirimde ilahi iklimini bir şekilde solumayı seven ve bunu özellikle isteyen biriyim. Çoğu şiirimde kendimi bir hac yolcusu gibi hissederim. Şiirin özünü orada görürüm. Daha doğrusu bu şırayı en uygun ve coşkun akıtan bir şiir yapısına sahiptir, ilahi.   

*

Şiirle neden ilgileniriz? Şiiri, bir davamız varsa dava ruhumuzu tahkim etmek için okuruz. Gündelik yaşamın örttüğü derin ve büyük anlamlara ulaşmak için. Bir de kendiliğindenlikle şiir okumamız vardır. Bu değerli bir şeydir. İnsan olduğumuz için şiire ihtiyaç duyarız. Ara ara şiire, eleştirmek için de gideriz. Bunu genelde eleştirmenler yapar. Elbette bir yönetmenin bir filmi izleyişiyle sıradan bir izleyicinin filme bakış açısı farklıdır. Ve ben çoğu kez şiiri sıradan bir okuyucu olarak okumak isterim. Ve bundan oldukça da lezzet alırım. 

İnsan, tarihte nerede durduğunu görmek için de şiire baş vurur. Şiir, bize aslında çağı gösterir. Şiir, sözün tarih içindeki yerini ve seyrini aşikâr eder. İnsanın tarih içinde bir seyri, akışı olduğu gibi sözün de bir seyri vardır. 

Aslında değişen ne şiirin özüdür ne de öznenin doğasıdır. Pencere ve bakış değişiyor, sadece. 

Ve şiirin tarih sahasındaki bu akışı, şiire dönüp bakan kitleyi veya okur tipini de dönüştürür. Şiir şimdi mesela kime hitap ediyor? Köylüye mi? Aristokratlara mı? Avama mı? Proletaryaya mı? Entelektüellere mi? Geçmişte şiirin bunlara benzer birçok muhatabı oldu. Şiirin, okunması ve muhatabı bağlamında bir seçime gittiği de doğru. Ama bugün şiir için bu türden sınıflandırmalar geride kaldı. Şiirin okuru kim? Buna benim cevabım: hangi kesim ve sınıftan olursa olsun soylu kalmayı başarmış ruhlar için yazılan şeydir, şiir.


Y. Türk

Şiir Konuşmaları

 *

Şiirin mührü ilk dizededir. Şiirin rengi, ilk dize  rengindedir. Şiir, ilk dizeyle başlar. Gerisi de o dizeyi anlamaya çalışmaktır. İlk dizede daima garip bir hava, iklim var. Bu, biraz da aşkın bir koku gibidir. Şair, bu havayı ve kokuyu şiirin geneline yaymaya çalışır. Koku gelir zekâya ve dimağa, şiir başlar; koku gider, şiir kesilir.  İlk dize gelirken şair, kendisini neredeyse Âdem gibi hisseder. Yani o kadar tarih, mesafe hemen aradan çıkar. Şiirin trajedisi de buradan kaynaklanır. Yukarı bölgeyle aşağı bölgenin imtihanıdır çünkü ilk dize: Yukarıdaki yasa ve tasvirle aşağıda olup bitenlerin sınavıdır. Eskimeyen bir şey taşır  ilk dize: Safiyet, samimiyet. Eskimezse bir şey bilin ki bedenden değil ruhtandır. İlk dizeler, dünya nimetidir. Ama yüksek, ama gökteki haktır. 

*

Işığı olmayan hiçbir şeyle işim yoktur. İmge, metafor, kelime, düzen, duruş, siyaset. Trajedide bile ışık ararım. Veya utku. Utku, yanan bağrın soğumasıdır. Işıkla deva bulması. Hayat ışıkla ilerler. Haz. Ebubekir, bir leşteki ışığı görmüştü. Leşteki şiiri.  O dişlerde parlaklığı. 

Zaten şairin görevi de ışığı fark etmektir. Onu eserinde sergilemektir. Şair bir ışık avcısıdır ya da yakıcısıdır. Işıkla dünya seyran olur.  

Belki de çoğu şiirimi; tabiatın, ruhun ve yaşamın özünün cereyan ettiği o seyrek ışıma anlarında yaşadım. Saflığın ışık içre parladığı vakitlerde hissettim. Ve çoğu şiirimin çetin koşullar altında yazılmış olmasına rağmen o ontik ve semavî serinliği arıyorum. Ara ara geriye dönüp bakmama sebep olan şeylerin o derin nefeslenmeler ve saflık olduğunu görüyorum. 

*

Şairler, genelde yaşadıklarını yazarlar ya da yaşamak isteyip de yaşayamadıklarını. Biliyorum, bu yargıma itiraz edeceksiniz. Başka bir şairle aynı evde mi yaşadın, nereden biliyorsun bunları, diyeceksiniz. Hakikaten bilmiyorum, başka şairlerin neyi, nasıl yazdıklarını. Ama iyi bir şairin şiirinden yola çıkıp yaptığı şeylere anlam verebilirim. Has şiirin derin bir okura böyle yansıdığını düşünüyorum. Şiirde insanlık ortaklıkları vardır. Ben genelde yaşadıklarımı yazarım. Örneğin bir dizemde ‘Bir kedinin beni görünce sevinmesi mersedesten güzel’ demişsem, bu, başımdan geçtiği içindir. Bu dizeyi tüm yönleriyle öğrenmişim, hissetmişim ve deneyimlemişimdir. Kimseyi kandırmaya ihtiyacım yok. Ya da bir şeyler yazmışsam onunla mutlaka bir yerde karşılaşırım. Allah onu bana yaşatır. Bence şiir, bu yönüyle bir dua gibidir ve onu sıkı edenlerin başlarına gelir. Ama yine de başa kader geldi derler, şiir geldi demezler. 



Y. Türk



Modern Batı Şiiri- 1 (Doğu- Batı Yayınları, Sayı: 102) İçin

 

Modern Batı Şiiri- 1 (Doğu- Batı Yayınları, Sayı: 102)


Yücel Kayıran'ın editörlüğünde, Doğu- Batı yayımları tarafından yayımlanan şiir özel sayılarını okuyorum. Yücel Kayıran'ın 'Uhrevi Poetika, Dış Dünyanın Keşfi ve Modern Şiir' adlı metnine ve bir şekilde şairin yorumlarına yön veren 'Şuara Suresi'nin 224, 225, 226, ve 227'nci ayetleriyle ilgili olarak bir şeyler söylemek istiyorum. 

Yücel Kayıran bu dört ayetin, üç farklı müfessirden çevirisini almış yazısına. Bunlar: Elmalılı M. Hamdi Yazır, Mustafa Öztürk ve Muhammed Esed. 

225. / 226. âyetler için Elmalılı H. Yazır çevirisi: 'Görmez misin bunlar her vadide/ her sahada şaşkın şaşkın dolaşırlar ve gerçekten yapmadıkları şeyi söylerler.'

224. / 226. âyetler için Musta Öztürk Çevirisi: Şeytanlara kulak veren bu şairlere de azgınlar uyarlar. Görmez misin, o şairler her konuya dalarlar, her telden çalarlar. (Bugün övdüklerini yarın yererler,  bugün doğru dedikleri şeye yarın yanlış derler) Ayrıca onlar, yapmadıkları şeyleri söyler, (abartarak anlatmayı severler.) 

Dikkat çekeceğim nokta bu iki çevirinin şu kısımları: 'Görmez misin bunlar her vadide/ her sahada şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler.'  Mustafa Öztürk'ün de Elmalılı M. Hamdi Yazır'ın çevirisi de neredeyse aynı. Mustafa Öztürk, Elmalılı'nın çevirisindeki 'her sahada' bölümünü 'her konuda' demekle karşılamış. Ama vadi kelimesi de kayıplara karışmış.

Ben, bu kısmı hep başka anlarım. Her vadide dolaşan şairler var burada oysa. Her sahada ya da her konuda veya disiplinlerarası dolaşan değil. Yedi Askı şiirlerini epey okumuş biri olarak böyle anlıyorum. Çünkü Yedi Askı şairlerini  incelediğinizde gerçekten o şiirlerin çoğu şairinin geceleri veya gündüzleri eğlenmek, alem yapmak ve sarhoş olmak için vadilere, yerleşim yerlerinden uzak kırlara gittiklerini, pejmurde halleriyle dolaşa dolaşa şiirler söylediklerini görürsünüz.  Modernizm öncesi işret, içki alemleri vadilerde, örneğin ıssızlıkta bir ağaç altında, yerleşim yerlerinden uzakta bir yerlerde yapılıyordu. İçkiye, işrete mekan tesis etmek ya da onları bir mekân içinde şehre, içerilere taşımak modernist bir tutumdur. Bizim oralarda hâlâ içki içmek, alem yapmak isteyenler vadilere, dağlara, gözden ırak  alanlara giderler. Kur'an inmeden önce bu meclisleri taşıyan ve motive edenler, özellikle zaten şairlerdi. Bazen de tek tabanca takılırlardı, şairler. Yani Kur'an'ın bu âyetleri, bir soyutlamaya  ihtiyaç duymaz. Apaçık bir durumu anlatıyor, aslında ilgili âyetler. 

Ve Muhammed Esed çevirisinde aynı soyutlama yok ama:

 '224: Şairlere gelince, (onlar da kendi kendilerini aldatmaya yatkındırlar ve bu sebeple) onlara (da yalnızca) azgınlar uymaktadır; 225: Görmez misin onların her vadide (sözcüklerin ve hayallerin peşinde) şaşkın şaşkın dolaştıklarını; 226: ve (çoğu zaman) yapmadıklarını söyleyegeldiklerini? 227: Ama inanan, dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyan, Allah'ı sıkça anan, (sadece) haksızlığa uğradıktan sonra kendilerini savunan ve haksızlık yapanların, er geç görecekleri (konusunda Allah'ın vaadine güvenen şairler) bu hükmün dışındadır.'   


Y. Türk