Şiir bir şıra halidir. Ben şiiri garip bir şırada gördüm.
Zaman, tefekkür, dil, ahenk, ritim, müzik bu şıra içindeki tuhaf akışta yer alan öğelerdir.
Yaratılış ve varoluş şıra üzeredir. Buna tecelli zevki de denebilir. Şıra ve tecelli zevki birbirine uygun kelimeler. Kierkegaard, hayat arkadan öne iter, der. Bu itki aslında zoraki bir kuvve değil; şıradır. Var olmaya iten dayanılmaz güç, tattır. Varlık, Tanrı’ya tecelli unsuru olmaktan, O’na görünürlükte hizmet etmekten onurlu bir zevk duyar.
Divan şiiri, bir yönüyle saki ve şarap şiiridir. Saki şairdir; şarap, tecelli şırasıdır. Rilke, şairi görünmeyenin arılarına benzetmişti. Yani şıracıya. Görünenin ardındaki görünmeyene atıf yapmak şairin nihai amacıdır, tutumudur. Varoluştan gelen şırayı tatmak ve bir tecelli durumunda olduğunu hissetmek, sonsuzlukla bakışık kalmak demektir. Sezai Karakoç’un deyimiyle kendini sonsuzluğa uygun kılma. Amor et Visio Dei..
Ben şahsen şiirimde ilahi iklimini bir şekilde solumayı seven ve bunu özellikle isteyen biriyim. Çoğu şiirimde kendimi bir hac yolcusu gibi hissederim. Şiirin özünü orada görürüm. Daha doğrusu bu şırayı en uygun ve coşkun akıtan bir şiir yapısına sahiptir, ilahi.
*
Şiirle neden ilgileniriz? Şiiri, bir davamız varsa dava ruhumuzu tahkim etmek için okuruz. Gündelik yaşamın örttüğü derin ve büyük anlamlara ulaşmak için. Bir de kendiliğindenlikle şiir okumamız vardır. Bu değerli bir şeydir. İnsan olduğumuz için şiire ihtiyaç duyarız. Ara ara şiire, eleştirmek için de gideriz. Bunu genelde eleştirmenler yapar. Elbette bir yönetmenin bir filmi izleyişiyle sıradan bir izleyicinin filme bakış açısı farklıdır. Ve ben çoğu kez şiiri sıradan bir okuyucu olarak okumak isterim. Ve bundan oldukça da lezzet alırım.
İnsan, tarihte nerede durduğunu görmek için de şiire baş vurur. Şiir, bize aslında çağı gösterir. Şiir, sözün tarih içindeki yerini ve seyrini aşikâr eder. İnsanın tarih içinde bir seyri, akışı olduğu gibi sözün de bir seyri vardır.
Aslında değişen ne şiirin özüdür ne de öznenin doğasıdır. Pencere ve bakış değişiyor, sadece.
Ve şiirin tarih sahasındaki bu akışı, şiire dönüp bakan kitleyi veya okur tipini de dönüştürür. Şiir şimdi mesela kime hitap ediyor? Köylüye mi? Aristokratlara mı? Avama mı? Proletaryaya mı? Entelektüellere mi? Geçmişte şiirin bunlara benzer birçok muhatabı oldu. Şiirin, okunması ve muhatabı bağlamında bir seçime gittiği de doğru. Ama bugün şiir için bu türden sınıflandırmalar geride kaldı. Şiirin okuru kim? Buna benim cevabım: hangi kesim ve sınıftan olursa olsun soylu kalmayı başarmış ruhlar için yazılan şeydir, şiir.