Bu söyleşi, Olağan Şiir için yapılmıştı. Ama dergiye girmediği için söyleşiyi buradan paylaşıyoruz.
Merhaba Yeprem Türk, ilk şiir
kitabınız Önemli Olan’ı birçok akranınıza nispeten geç yayımladınız. Bundan
yola çıkarak hem bu gecikmenin nedenini hem de şiirle ilk irtibatlarınızın nasıl başladığını etraflıca sizden dinlemek
isteriz.
Merhaba. Şahsen şiirle ilk irtibat
gibi bir şey yaşamadım. Belki bir dejavu hissetmiş olabilirim. Kitabı geç
yayımlamamın nedeni de bünyemdir. Kitaba bakış açım. Ben bir dize ile insan
kurtarmaya; bir kitapla milleti uçurum kenarından almaya inanan şairler
grubundanım. İçe sinme meselesi yani.
•
Düz yazılarınızda: Yunus Emre,
Mevlana, Ezra Pound, Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal, Necip Fazıl Kısakürek,
Sezai Karakoç, İsmet Özel, Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu gibi isimlerden çokça bahsediyorsunuz. Bir kanon
mu oluşturmaya çalışıyorsunuz, şayet eğer öyle ise bu kanonu oluşturma
kriterleriniz nelerdir, bu isimlerin sizin şiirinizdeki yerinden de
bahsedebilir misiniz?
Şiirde ve şairane fikirde kanonumuz Yunus’un
varlığın birliği’ni dillendiriş tezi, Akif’in Kurtuluş
tezi; Necip Fazıl’ın Büyük Doğu; Sezai Karakoç’un Diriliş tezidir. Tezli
şairler geleneği belirler bizim şiirin tarihine iniş basamaklarımızı.
Kuruluş'un da beşinci basamak olma çabası var.
Bu tezlerde kök önemlidir. Şiir, kökle yazılır
çünkü. Kalemi elinde kök tutar. Kök deyince Elestü bi-Rabbiküm kökü var, Adem ve
Havva kökü var. Millet kökü var. Bunların huruç ettirdiği medeniyet kökü var.
Her şair, şiirini kurarken kök bulmak zorundadır.
Tamam, Ezra Pound da
okuduk ama Pound'un elinde testi gibi de durmadık. Suyumuzu boşalttırıp kendi
suyunu doldurmasına izin vermedik. Kök yerini tuttuk. Bu gibi nedenlerden bugün
edebiyatımızda iki yaka var. Birisi Büyük Doğu yakası. Diğeri de Avrupa Yakası.
Büyük Doğu, Yavuz Sultan Selim’in Osmanlı olarak tutmak istediği büyük toprak
parçasının adı. Yunus’un, Mevlana’nın, Akif’in yeri. Avrupa Yakası cumhuriyetin
ilk yıllarında nüvelenmeye başlamıştı. Sonra İsmet Özel ve doksan kuşağı ile bu
temel muhafazakâr kesimde de gövdelendi. İsmet Özel ne kadar kefere
edebiyatıyla Avrupa’ya meydan okusa da hep oradan ve onların kökünden beslendi.
seyr u süluk yapmaz, ithaki’ye yolculuk eder, Özel. İsmet Özel, Avrupa yakası edebiyatı
yaptı. Sonrakiler Jet Sosyete ama tutmadı.

•
Birkaç dergide seyrek de olsa
görünüyorsunuz. Genellikle tek başınıza Kuruluş dergisinin çıkarıyorsunuz. Bunu
edebiyat ortamındaki diğer dergilere karşı bir tepki olarak görebilir miyiz?
Tepki değil, sözümü ancak böyle
rahat söyleyecek olmamdandır. Tezimi bu tavırla kuracak olmamdandır.
Kitaplarımın sayısı yirmiyi buldu. Başka bir dergide bu birikimi bana
yaptırmazlardı. Sizi kontrol etmek isterlerdi. Zaten her yer kontrol
mekanizması gibi çalışıyor, dergiler bile. Kuruluş'ta, kendi yatağımda deli
ırmaklar gibi akıp gidiyorum, kimse karışamıyor; böyle bir hak da vermiyorum
bunu yapmak isteyenlere. İsmet Özel'in
dediği gibi zor ve büyük işler tek başına yapılır.
Gerçekten
bazen ben de şaşırıyorum, kendi durumuma. Tek başına dergi çıkarıyorsunuz, şiir
yazıyorsunuz, şiirde bir tarz kurmaya çalışıyorsunuz ve bir tez yazıyorsunuz.
Bütün bu işleri yalnız yapıyorsunuz. Mesela dergiyi bile kendim dağıtıyorum,
kargoya falan veriyorum. Kimseye yük etmek, olmak istemiyorum. Gerçi benim
gezmeyi seven bir yapım var. Dolaşırken bu arada dergileri de büfelere,
kitapçılara bırakıyorum. Kendime şaşırıyorum. Umutsuz bir vaka gibi geliyor,
kimi insanlara bu tutum. Ama işte öyle değil. Karşınızda koca koca yapılarla,
partilerle, derneklerle ve holdinglerle çalışan; onlardan edindikleri maddi
destek ve insan kaynaklarıyla yol yürüyen dergiler var. Ve reklamlarını da iyi
yapıyorlar. Kuruluş, reklamsız ve desteksiz bir dergi. Ama yine de ilgi
görüyor, okunuyor ve az önce söylemiş olduğum büyük büyük kaynaklara yaslanan
dergileri de zorluyor. Bence söylediğimiz hakikatlerin ve işimizi sağlam
tutmanın kuvvetidir, bu. Zor bir iştir, böylesi bir işi üstlenmek, kimseye
tavsiye etmem. Ama yine de gelecek kuşaklara bu tutumda bir düşünce ve sanat
geleneğinin olduğunu da hatırlatmak ve bu temelde de onlara güven vermek
isterim. Biliyorsunuz partiler ve
holdingler sanatı, şiiri sömürür; şairden de kendi görüş ve fikirlerini
dillendirmelerini ister. Eleştiri de alabildiğine kısır ve edilgen olur. Gerçi ben de bayağı yoruldum böylesi bir işi
üstlenmekle, hâlâ da yoruluyorum. Eserlerimin fiyatlarına bakıyorum bazen
internet sitelerinde ve kitaplarım olabildiğince pahalılar. O kitapların
dağıtımını bile ben yapıyorum. Gerçi alabildiğine zor zamanlar da geçirdim.
Allah, insana iyi ki gelecek hayatını göstermiyor. On beş yıl önce bu
senelerimi görseydim belki elime kalem bile almazdım. Ama yine de sizi bir güç
buraya doğru itiyor. Bir de ben, şiire ve sanata saf duygularla ve iyilik
düşünceleriyle başladım. Gene öyle sürdürüyorum, hatta o saflık şimdi daha da
berraklaşmış bir durumda. Görev söylemi gibi bir şey de hissediyorum
üstümde. İlk şiirlerimi ve fikir
yazılarımı yayımladığım Yedi İklim dergisinde edindim bunu. Biliyorsunuz Yedi
İklim dergisinde Cuma akşamları toplantılar oluyordu. Oraya gelmemle Yedi İklim
dergisinin bu toplantıları epey kalabalıklaşmıştı. İyi hatırlıyorum ve bunu hiç unutmam; bir
grup insan ta Tekirdağ’dan beni görmek için gelmişti bir akşam. Hatta birisi
sormuştu, yanındakine: Yeprem Türk, o mudur? Diye. Niye öyle yapmışlardı acaba
Tekirdağ’dan o kadar yolu tepip gelmişlerdi? Bunu düşündüğümde buluyorum,
Kuruluş dergisine ve kitaplarına verdiğim emeğin anlamını. Gönüllerinde bana
değerli bir yer vermişler ve benden bir şeyler beklemişler. Onları yanıltmak,
yolu yarıda bırakmak olmaz. Onlar o akşam belki 100 km yol alıp bana geldiler.
Bu yüz kilometrenin karşılığı olarak ben, on beş yıldır zor bir yolu yürüyorum.
Yani işe buradan başladım. Gerçi sonradan bazı abilere bir şeyler oldu. Daha
dün geldi bugün başımıza üstat oldu, diyenler oldu. Ben de kabuğuma çekilip
Kuruluş’u çıkarmaya başladım. Arkanızda
bir holding, resmi kurum ve bunların oluşturduğu cazibeli imkânlar varsa; bir
teziniz de yoksa konvansiyonel olanda el birliği ile buluşursunuz. Kalabalıklaşırsınız.
Ama bir tez, bir fikir savundunuz mu, işte kalite ve samimiyet aradınız mı,
çevreniz ıssızlaşıverir. Bizim bağlandığımız tezli şairler geleneğinin bir
özelliği bu: Garibanlık. Yani her şeylerini hak ederek kazanıyorlar. Yunus, Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç gibi.
•
Kuruluş fikrinden ne anlamalıyız?
Kurtuluruz (Akif), Diriliriz (
Sezai Karakoç) ve Kuruluruz. Tarihin, devletin, anayasanın ve dünyaya bakışın
yeniden kuruluşu, bu kuruluş. Aslında Cumhuriyet Türkiye’si, ne istediği gibi
kurtulmuştur ne istediği gibi kurulmuştur. Günümüze dek, büyük güçleri idare
etme sanatıyla ayakta kalmıştır. İlk kuruluşumuz, onların izleriyle doludur.
Elbette Türkiye güçlenince tekrar kurulacaktı. Bu Kuruluş bugün İlk kuruluşu
gözden geçirerek verilen tavizleri gidererek gelen bir Kuruluş'tur. Gerçek bir
Kuruluş, ancak kendi öz iradenle gelen kuruluşla olur. Kuruluş dergisi baştan
beri bunu haber vermiştir. Bu hususta belki yüzü aşkın yazı yayımlamıştır.
Duyuyorum yeni anayasanın adını yeniden kuruluş anayasası koydular. Biz bunları
on yıla yakındır dillendiriyoruz.

•
Metafizik düzlemde kalarak Devlet
Şiiri yazdığınızı söylüyorsunuz. Metafizik ve Devlet Şiiri’ni nasıl
tanımlıyorsunuz?
Bir milletin bir nefesi
var. Dini, doğuştan gelen özellikleri, sonradan kazandığı birikimler belirler
bu nefesin ebadını. Bir milletin nefesi devletidir de, medeniyetidir de. Şiiri
de nefes besler. Nefes varsa şiir olur, devlet olur. Masa başı şiir olmayacağı
gibi masa başında yapılmış devlet de millet de olmaz. Masa başında şekil
alanlar geleceğe kalmaz. Nefes, dirilttiği gibi doğrultur da kurar da. Nefes
şairde ilham olur, metafizik olur ve milletin, devletin ulu nefesine dönüşür. Hiçbir köklü şair milletinden
ve devletinden ayrı düşünemez. Şairi de devleti de milleti de aynı nefes
besler. Velhasıl Devlet Şiiri’
adlandırması şiire bakıştaki toplu bir cephenin adıdır. Milletin cephesi yani.
•
İmgeden bu denli karşı olmanızın
politik bir arka planı var mı?
Metafizik, benim için bir işin ruhu
demektir. Yani maddeyi, sözü ruh yolunda yürütmektir. Metafizik ile yazan kişi
imgeye ihtiyaç duymaz. Metafizik, bana şiirin nuru; imgeyse ışığı gibi geliyor.
Ama huruç eden nur, ışığı da içine alır. Gene de şiir yazarken tuttuğum yolu
inşa eden şey metafizik bile değil, şu an için en yakın kavram o olduğu için
öyle söylüyoruz. Şimdilik bu iki kavrama mecburuz. Ne imge ne metafizikti
Yunus'a şiir yazdıran. O etki başka bir şey. Gelecekte yeni bir kavram
doğabilir, şiirimizi inşa eden cevheri adlandırabilir. Hep nur yardımıyla şiir
yazmak istemişimdir. Nurun kırpıntısı ve talaşı yoktur. Işığın vardır ama. Bu
yönüyle metafiziği, etrafını aydınlatırken kendisi de yanan muma, kandile,
meşaleye benzetiyorum. İmgeyi ise avizelere. Avize ışığı sadece iletir,
deneyimlemez. On beş yılın sonunda elde ettiğim tecrübe bu. İmgenin itibar kaybetmesi ise seksen kuşağı
nedeniyle olmuştur. Politikliğe gelince
şöyle diyebiliriz: İmge ile politiklik uyuşmaz ama metafizik bu konuda gayet
rahattır. Hatta Türk şiirinde, tezli şairler geleneği büyük oranda metafizik
yordamla şiir yazan şairler tarafından kurulmuştur. Onların temelde büyük bir
toplumculukları, tarihçilikleri var. Şiirimizde tezler, hep bu damardan
gelmiştir. Toplumcu olanlar insanda; imgeci olanlar da toplumda tıkanmıştır.
İnsanı, toplumu bir ruh içinde buluşturan şairlerimiz az önce bahsettiğim
kanondan çıkmıştır. Yunus Emre, Akif, Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç. Bu
dört büyük şairin hiçbirinin de imge ile şiir yazdığını düşünmemişimdir.
Bir
de şöyle yoklayalım, bu meseleyi. Biliyorsunuz Sezai Karakoç, Aristo’nun yani
eski Yunan düşüncesinin mimesis
(taklit) kavramına dayanan sanat anlayışını reddeder. Sanatçı nesneyi taklit
etmez, yaratışı taklit eder, der. Aslında daha önce de Yahya Kemal, Ses adlı rubaisinde aynı şeyi
düşünür: ‘Yârab bana bir ses yaratan
kudreti ver”. Bense sadece yaratmayı
değil yaratılmayı da taklit ediyorum. Gerçi taklit dersek, Aristo’nun sanat
anlayışının yarısına da katılmış oluruz. Hem yaratıyorum hem de yaratılıyorum.

•
Mehmet Akif' Ersoy’un Asım'ı, Sezai Karakoç'un Taha’sı ve sizin de Mehmet'iniz var. Asım ve Taha'nın ne tür eksiklikleri vardı da
Mehmet’e ihtiyaç duydunuz, birleştiği ortak payda var mıdır, varsa nedir?
Mehmet olmak, milletimin tezidir. Muhammed'in ( S.A.V.)
Mehmed'i olmaktır. Avrupa fetihlerinde atalarımız Kimsin sen? diyenlere karşı Muhammed’in
(S.A.V.) Mehmetleriyiz,demiştir. Mehmetlik meşalesi,
medeniyetimiz adına 1071’de yakılır. Doğu'nun akıl olarak tek havzaya akmaya
başladığı yerdir, 1071. Batı aklı bile
1071’de bu meşale yakılana kadar dağınık bir akıldı. Batı toplumlarını ortak
bir zemin arama duygusuna 1071 ruhu iter. Türklerin Anadolu’da ilerleyişi
onları Haçlı seferlerine götürür. Malazgirt Gazası olmasaydı, bugün bir Avrupa
ruhu da olmayabilirdi. 1071, Mehmet
karakterinin ve Europa’nın karşı karşıya şekillendiği yer. Büyük Batı'yı yani
Avrupa Birliği'ni Europa, Büyük Doğu'yu Mehmet simgeler. Sorunuzun diğer
kısmını ise şöyle tamamlayayım. Asım, Taha ve Mehmet'in aralarında bir
iğne başı kadar boşluk yoktur Asım, Bedir'dir. Taha, Hendek'tir. Mehmet,
Malazgirt'tir.
•
Şiir eleştiriniz de var. Bu
eleştirilerin, sizin şiirinize ne gibi katkıları oldu ya da şiiri kavramanıza yardımı oldu mu?
Şairin poetikası şiiri ararken yolda
karşısına çıkan şeyler ya da deneyler toplamıdır. Şiir, kavranmaz bir şey
aslında. Şiir kavrandıkça şekil değiştirir. Biraz mutasyonların mutasyonları
gibi. Şairin şiir görüşü, şiirinin davranış biçimlerinin ambalajlanmış halidir;
yani şiirinin anılarıdır. Ve tezsiz şiir görüşlerinin de pek önemi yoktur. Sezai Karakoç'un şiiri bir Diriliş şiiridir.
Tezi de Diriliş tezidir. Ben şiiri de eleştiriyi de
Mehmet olarak yazan biriyim. Dizelerimin, metaforlarımın altında bu isim yatar.
Ondan düşünceler, tarzlar ve tipler barındırır. Tezimde de şiir açıklamamda da
şiirimde de Kuruluş vardır. Ama günün sonunda ve aslında şiiri hissetmek
daha güzeldir.
•
Sizce
gerekli mi gerçekten de edebiyat, nedir edebiyatın fonksiyonu, neyi engeller,
neyi sağlar o?
Bence edebiyatı, şiiri olmayan milletler ölü
milletlerdir. Şairin yoksa İstanbul'un tehlikedir Ankara'n, Kahramanmaraş'ın.
Önce bir milletin şairlerini tüketirler sonra da kendisini, maneviyatını,
vatanını. Şairin yoksa seni silerler süpürürler açıkçası. Milletler dünyada
ancak şairane mukimdir. Diğer yandan şair aklını da önemserim. Bilim adamları
ve diğer disiplinlerin uzmanları kendi sahalarında tıkalıdırlar. Ama şairler
tüm disiplinler arasındaki bağı kurabilecek yeteneğe ve seziye sahiplerdir.
T.S.Eliot, modern çağın karmaşık
olduğunu ve bu karmaşıklığı ancak şairlerin çözebileceğini söyler. Örneğin,
Necip Fazıl, Büyük Doğu kavramıyla büyük bir politik karmaşıklığı çözmüştür.
Büyük Batı'ya (Avrupa Birliği) karşı Büyük Doğu, ta o zamanlar için önemli bir sezidir.
Şairin görevi hep olmuştur. Yunus'un şiir vazifesini Sezai Karakoç'tan alalım:
'Çünkü: O, Türk'ün ilerideki çağlardaki
ödevini biliyor, onun için var gücüyle onun dil ve edebiyatını kurmaya,
geliştirmeye, ilerletmeye çalışıyordu.'
•
Son olarak günümüz şiirini de hesaba
katarak birden şiir yaşamımızdan çekilirse ne gibi değişiklikler bekler bizi,
şiirin hayatımızda neyi tamamladığını anlatabilir misiniz?
Şiirimin
benim doğal bir halim olduğunu söyleyebilirim. Şiir yazmak için bir amaç ya da
kast taşımadım, hiç. Şiirim olursa kendiliğinden olur. Şiirim sakallarım gibi
çıkar. Çıkmazsa da çıkmaz, bir şey
demem. Ama şiir sayesinde yakaladığım büyük şeyler, duygular, kalkışmalar var.
Şiir olmasaydı az sonra anlatacaklarımı yaşayamayacaktım. Bir ara ben de şiirin
tali yollarında epey heyecanlıydım ve sezgilerim kılıçtan keskindi. Kendimi
Türkiye kadar hissedebiliyordum. O
zamanlar 15 Temmuz gibi bir hareketin, savaşın olacağını şiir sezdirmişti bana.
Devletin üst kademe ve kurumlarındaki cıvıklığın topluma da yer yer sirayet
ettiğini göstermişti. Tarih neredeyse bitmiş gibiydi. Ülkenin üstündeki
değerler birileri tarafından silkeleniyor gibiydi. Hatta bu durumu belirtmek
için Yedi İklim dergisinde ‘Değerler Asası Kırıldı’ isimli bir metin yazdım.
Tehlike geliyor demiştim. Hatta olaydan önce Kahramanmaraş’ta idim. O zamanlar,
Ak Parti’nin Kahramanmaraş il başkanıyla konuşmuştum: Metin Doğan’la. Ülke bir
yerlere doğru gidiyor, bunu da ancak içi maneviyat dolu bir halk hareketi
temizler. Siz üç beş bin adam toplayın, ben konuşmamı yaparım ve bana güvenin
bu hareketi sürüklerim ve Türkiye geneline yayarım, demiştim. O, önce hayret
etti. Masamızda olanlar da bayağı heyecanlanmışlardı. Sonra izin verilmedi
tabiî. Ama 15 Temmuz gibi bir direnişi yaşayacağımız duyumsamıştım. Şairlik
sezgisi işte. Şair yüreği, kimse
küçümsemesin bence. Olmadık anda olduk şeyler yapar.
•
Söyleşi için teşekkür ederim.
Sağ olasınız, Selametle.
Kuruluş Dergisi Yönetimi