Bizim
medeniyetimiz her şeyden önce Muhammedi bir medeniyettir. Devletimiz Muhammedi
bir devlettir. Milletimiz Muhammedi’dir. Siyasamızda, kültürümüzde, şiirimizde,
sanatımızda Muhammed'in (s.a.v) cemali olmalıdır. Zaten topraklarımız, geçmişte gördük,
Muhammediliği kuşandıkça öz manasına
kavuşabilmiş, dilini ifade edebilmiş ve gürleştirebilmiştir. Daha öncekilerde olduğu gibi köklerimiz bu
anlayış içerisinde benliğini var edebilmiş ve aynı benliği evrensel bir çizgiye
ulaştırabilmiştir. Bu yüzden ne İstanbul’da ne Kıbrıs’ta ne Ayasofya’da
Bizansın yüzünü aramak nafiledir. İstanbul
1453’ten beri artık Muhammedi bir şehir olmuştur. Ve bu nedenle onu
Muhammedileştiren komutan dünyanın en güzel en asli vazifesine uygun davranan komutanlarından biridir. Kıbrıs aynı şekilde hakeza artık Muhammedi bir adadır.
Üstünde yaşayanlara da bu duruma münasip bir dille söylersek Mehmetler toprağı
diyoruz. Ayasofya gibi müzeler ise bir
müze anlayışı içerisinde Muhammedilikten uzak bir hayat sürmektedir. Acıyalım o
halde onun bu haline. İsteriz ki Ayasofya’da Muhammediliğe geçsin, gerçek
muhteviyatına kavuşsun. Nasıl ki özgül
tarihi içerisinde İsa’yı görüp gelen
din, İslam gibi en yüksek meşale ile son kertesine gelip hatem din olmuşsa
Ayasofya da aynı maceraya gark olsun. Siyasamızın ve toplumumuzun genlerindeki
Muhammediliğin işlerine, sanatlarına ve sokaklarına, mabedlere geçmesi gerekir. Özellikle bu bahiste Erasmus
gibi projelerle deist anlayışları besleyen politik ve eğitsel süreçlere dikkat
edilmelidir. Deistlik bugün özellikle
gençleri hedef kitle olarak seçmiştir. Peygambersiz din kavrayışı peşinde
koşmaktadır. İçindeki kolaylık ve sorumsuzlukla Muhammediliğe karşı ayrı bir
operasyon vaziyetinde iş görüyor. Bizim Milletimizde her şeyden önce
Muhammedi'dir, onun eserlerinde de aynı kan dolaşımı vardır. Bu bağlamda Şam da,
Kudüs de, Bağdat da, Ankara da, Ürgüp de Mehmetlerin mekan ve kentleridir.
Y.Türk