11 Ağustos 2017 Cuma

ŞEHİRLER SURETLER

Bunlar özel şeylerdir, bunların genellemesi yapılamaz.

Ben bütünde, yaşadığım ya da üzerinden geçtiğim şehirleri ve mekanları suretlendiririm. Ruhunu da onun içine katar, yoğururum.

Örneğin doğduğum yer, etrafı dağlarla çevrili bir kara parçası. Bu kara parçası bugün tamamen anne suretiyle kaplı.

İstanbul, suret olarak, YAKMA şiirinde denildiği gibi  ‘İstanbul’u asa gibi tutan bir ak bilekli kişi’dir.  Bence bu zat -ı şahaneleri Eyyüb El Ensari’dir.

Bursa; merkez caddeleri Heykel ve Fomara’dan tutun İstanbul sınırlarına kadar taşan bir Şeyh Edebali hazretleridir.

Bağdat, deyince Fuzuli sureti gelir aklıma. Ama bugün Picasso’nun Guernica'sı Bağdat’ın yüzü oldu gibi .

Hala da şehir ve kasabaları belli bir sima ile anma alışkanlığım devam ediyor.

Şimdi bana Üsküdar derseniz, tahayyülümde nasıl bir şey oluşur? Kadıköy sırtlarından o tarafa doğru bakıyorum da Aziz Mahmud Hüdayi (ks) portresinin Üsküdar’ı kapladığını görüyorum. Bu resmin eteklerinde ise bir Nurettin Durman bir Mustafa Nezihi Pesen siması var, derim. 


Adem Kalan

İstanbul’a Zikirle Girdin Mi Hiç?


Ben küçüktüm o zamanlar. Ama annemin büyük bir özelliği vardı. Annem, o yıllarda muhitimizde kimin bir hayvanı ya da değerli bir eşyası kaybolsa rüyasında görür,  sahibine yitirdiği şeyin yerini Allahualem kelamıyla birlik söylerdi. Bu sayede,  dağlarda iki taş arasına sıkışıp kalmış oğlaklardan tutun samanlığa düşmüş tavuklara kadar az can kurtarmadık. Anneme bu işin sırrını sorduğumda ondan bir cevap alamazdım. Gerçi bu durumun iradeyle de bir ilişkisi yoktu.

Bir gün yine her günkü gibi yatılı okulun penceresinden dışarı bakıyorum. Akşam yemeği öncesi etüt saati içindeyiz. Ders çalışmamız gerekiyor aslında. Ancak akşamın kızıllığı karşı duvara vurmuştur. Nur gibidir. Anneyi hatırlatıyordur. Zaten bir çocuk için bütün ışıklar bir anne yüzünün öncülüdür. Ve bu ışığın içinde bir zaman sonra anne belirecektir. Oraya bakmaktan kendinizi alamazsınız. Hala kayıpları rüyasında görüyor mudur ki annem? Buluyor mudur? Ya milletimin kaybolmuş kıymetlerini, cevherlerini arayanlar kimlerdir? Acaba bu kaybolan değerleri kimler rüyasında görüyordur? Gibi masum şeyler iç içe halkalar gibi aklımdan ve gönlümden geçerdi.

Mustafa Nezihi Pesen’in geçen senelerde çıkan deneme kitabı 'İstanbul’a Zikirle Girdin Mi Hiç?' elime geçince bunları düşündüm. Kitabını milletinin kaybolmuş değerlerini bulmak için yola çıkan kişiliklere adamış Mustafa Nezihi Pesen. Ama bunlardan bir kısmı, zayilerin peşindeyken zayi olmuş. Issız ve sapa yerlere düşüp kalmış. Beşir Fuat gibi, halkımın kaybolmuş cevheri acaba hangi taşın altındadır diye aranırken, onun altında kalmış, ezilmiş.  Mustafa Nezihi Pesen de, kitabında, incelik dolu kalemi ve merhametiyle, kayıpları aramak için yola çıkanların büyük hikayelerini özgün bir yapı ve ruh içinde işlemiş.


Not: (Bu kitap hakkındaki diğer yazı Kuruluş’un 25. sayısında olacak)

Y.Türk

DEĞİNİ


Büyük Mesnevihan Şefik Can Dede, Sezai Küçük ile yaptığı ‘Mevlana İle Bir Ömür adlı nehir söyleşisinde (2008, Sufi Kitap) Mevleviliği Mevlana’nın şahsından ayırmanın doğru olmadığını belirtmişti. Hatta Mevleviliğin sonradan İran gibi bölgelerde amelsiz bir rindlik halini almasından dert yanıyordu.

Yıllar önce,  yine Necip Fazıl’ın ‘Büyük Doğu Hareketi de buna benzer bir tehlikenin kıyısından dönüyordu. Örneğin şiddete meyyal olan bir iki örgüt Necip Fazıl’ın fikriyatını örgütlerine meşruiyet kazandırmak için kullanma ihtiyacı içine girdi.  Mehmed Kısakürek’in bu harekete sahip çıkmasıyla bu durum önlendi.

Dün Erbakan Hoca’nın kurduğu partinin bugün geldiği yer belli. Bu partinin şimdiki halinin ne kadarı Erbakan Hoca’nın ahlakında, şuurunda sayılır.

Bu aralar buna benzer bir tuzak, Sezai Karakoç’un Diriliş Hareketi’ne kuruluyor. Sezai Karakoç İslam coğrafyasının, Türkçenin, Türkiye’nin bir şairidir. Karşımızda, her daim, Türkiye’yi parçalayacaklar aman dikkat diyen bir Sezai Karakoç vardır.  Ancak bugün kendilerinin Diriliş Hareketi’nden beslendiğini varsayan bazı edebiyat dergileri ve internet siteleri  sanki Diriliş’i Türkiye ve bayrak karşıtı bir fikir toplamı gibi kodlamaya çalışıyorlar. Onu gençlere yanlış tanıtıyorlar. Bu konuda gençler muztarip. Ve bu sapma, acayip derecede dikkat çekiyor. Gerçi böyle bir şeye güçleri yetmez ama yine de bunu deniyorlar.


Y.Türk

10 Ağustos 2017 Perşembe

BAYRAK RİSALESİ ADLI KİTABIMDAN

İslam’a bin yıl hizmet etmiş bir bayrağımız var bizim. Ay yıldızlı bayrak deyince, akla İslam’dan başka bir şeyin gelmesi olamaz. Bayrağımız, son bin yıllık süre içindeki Muhammedi simgedir. Ve bu birikimi de, emekleriyle, cesaretiyle, feragatiyle hak etmiştir. Bayrağımız, Peygamber-i azimüşşana bir uyma biçimidir. Ona hizmet etme şeklidir. Bütün hatıraları, O’nun yaşamıyla dolmuştur. Bayrağımıza seslenenler, bu ünleme biçimini bile Peygamberin yaşantısından deşirmişlerdir. Ki merhum Mehmet Akif, bayrağa ‘Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak’ mısraıyla seslenirken, sözünün ruhuna, Resulullahın, Hz. Ebubekir’e  ‘Korkma Ya Ebabekir Allah bizimledir’ dediği o ulu manzarayı koymuştur.
...

Y.Türk

ÇEVİRİ

Ona bel bağlamak yeridir bence
Bak nasıl parıldar durur bu gece

Edgar Poe’nun dizeleridir, bunlar.  Şairin Ulalume şiirinin bir tercümesinden aldım. Sezai Karakoç tarafından yazılmış hissi veriyor. Şunlar da Sezai Karakoç mısraları:

Saatlerini çabuk tüket ey kutlu gece
Kurban bayramıdır en derin bayrama bence.

Aslında bu benzerliğin iki şair bağlamında hiçbir alakası yok. Gerçi Poe, öyle, Sezai Karakoç veya İsmet Özel ile falan kıyaslanacak büyük bir şair değildir.  Gene de böyle yapıldığında ve Poe’nun dizeleri kendi lisanının nahvine göre incelendiğinde yukarıdaki durumdan eser kalmıyor.  Ve bunun gibi birçok çeviri örneği var, bizde.  Sadece diyebiliyoruz ki: Çeviri yapanlar, Sezai Karakoç şiirinin bazı özelliklerini, tavrını çeviride kullanıyorlar. Yani aslında son elli yıllık süreçte çeviriye etki eden büyük bir Sezai Karakoç etkisi var.

Yeprem Türk




TABİİ

Geothe’nin ‘Tanrı ve Bayadere’ şiiri eski bir Hint efsanesini konu alır. Bazen insan kılığına girerek yeryüzüne inen Hint Tanrısı Mahadöh, yedinci kez indiğinde şehrin birinde bir Bayadere (Hintli rakkase ve aşk kadını) ile karşılaşır. Onunla bir gece geçiren ve kadını kölece hizmetler ve aşk oyunları ile sınayan Tanrı, ertesi sabah göğe döner. Tanrının kadının evinde bulunan cesedi geleneklere göre yakılır. O gece erkeğe çok bağlanan kadın da, birlikte yakılmak ister, ancak sadece erkeklerin eşleri birlikte yakılabileceği için rahipler buna izin vermezler. Kadın kendini ateşe atar. Tanrı da onu ateşten alıp, gökyüzüne doğru çekerek kurtarır. ( Aşk Şiirleri, E. Bertolt Brecht, Kaynak Yay. 1983, S. 68) 

Bertolt Brecht, aynı kitapta  Geothe’nin bu şiirine gönderme yapmak ve yedinci kadını mahiyet bakımından anlatmak için şu mısraları yazar: ‘...Altısı denenmişti, ancak yedinci kadın’ ... ‘Akıttı gözyaşlarını,  onu kaybedince!/ Ama nasıl ödüllendirdi Tanrı kadını, değil mi sonunda/ Herkes imrenerek bakarken, çekti aldı onu yukarı kendi yanına.’  

Bunları okurken, Sezai Karakoç’un Masal şiirindeki ‘Yedinci Oğul’ aklıma geldi: O nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı. İçerik olarak değil, sadece şekil ve şema açısından tabii.  Masal şiirindeki form, muhteva, kahramanın cinsiyeti, ahlakı ve akidesi ondan çok farklı.

Yeprem Türk


Akidesi olan keyifler

Lirik şiirler ile haşır neşir olmaya çalışıyorum, bu aralar. Yerlisiyle yabancısıyla. E. Poe, gizemcilik üzerinden lirizme varmaya çalışıyor. Baudelaire, çirkinliği, zevkli bir dille su gibi akıtıyor. Pound’un da lirik tarafları var, ancak ona lirik şair demeye dilim varmıyor. Çünkü şiirde akideye daha çok vurgu yapıyor. Usura şiiri, tefeciliğin ne menem bir şey olduğunu anlatan büyük bir şiir. Bu tür şiirler bizde Sezai Karakoç’ta var. Akide Sezai Karakoç sanatında  okuyucuyu yormadan okura verilen bir şey. Yunus’ta da öyle. İbrahim Tenekeci aynı durumu sözü yormadan şeklinde kodlar.

Gerçi lirizm, bazı şairlerde meraktan kaynaklanıyor. Gizemcilerin birçoğu genelde bunu yapıyor. Kimi şairler de lirizmi bilgelikle, yani Platon’un da dediği gibi merak aşamasından hayranlık basamağına geçmişler yani bilgeler olarak inşa ediyorlar. Ama gene de bu tür şiirler için şu dizeleri söylemekten kendimi alamıyorum:

Lirik şiirler
Akidesi olan keyifler.


Y.Türk


9 Ağustos 2017 Çarşamba

BAYRAĞIMIZ




Bayrak, milletçe, imanımızın ruh kumaşından inşa edilmiştir.  Büyük bir medeniyetin sembolüdür. Ve emin beldeleri gösterir.  Bir yerde ay yıldızlı bayrağımız varsa bu, şu anlamdadır. Muhammediyiz, emin yerdesiniz, hür ve güvendesiniz.  Ve biz bayrağımıza benzeriz. 

Bayrağımız zaman ve mekanda hep bu minval üzeredir. Milletin manevi ve maddi planda bir nimetidir, bayrak.  Bayrağa saygısızlık toplumca bir zilleti celbedebilir. Bozguna, dağılmaya, kaosa yol verebilir.  Bayrağa hürmetsizlik eden,  kendi kadim ruhuna saygısızlık eder. Bayrak, bizi bize gösteren manamızdır.


Y.Türk