Mustafa Özel, ‘Paradan,
ekonomiden anlamayan şiir yazmasın’ manasında bir şeyler der. Aslında bu
deyişin kaynağı ‘Ezra Pound’un ‘Medeniyeti
takip etmek istiyorsan parayı takip et’ sözüdür. Son uygarlık olan Batı
uygarlığı hakikaten Rönesans- Para ilişkisini bir zaman sonra paraya devreden
bir tarzla yürüdü. Dünyayı da peşine bu paranın yarattığı konforla ve
avantajlarla taktı. Para-varoluşsal
bir temelde üç yüzyıldır yürüyor. Bugün kültür bile para üzerinden bir değere
kavuşabiliyor. Para ediyorsa yani kültürdür. Paranın gücü diğer erklere boyun
eğdiriyor. Max Weber’in Protestan Ahlakı
ve Kapitalizmin Ruhu adlı kitabı bu anlamda paranın, din-insan ilişkisi
üzerindeki idare edici kudretine bir şerhti.
Acaba varlığını büyük
oranda paraya borçlu olan bir uygarlığın devamı söz konusu olabilir mi? Ya da insan parasal hayvan olmaya devam edebilir mi? Elbette insanın, tabiatın,
fıtratın ve toplumsal ilişkilerin paradan aldığı yaraları gözden geçirirsek bu
zor gözüküyor.
Çünkü para, emeği örttü. Emekten bağımsız hareket eden bir
kimliğe büründü.
Oysa bir medeniyeti takip etmek istiyorsak hukuku, fıtratı,
ilmi, irfanı ve emeği takip etmeliyiz. Finans sistemiyle deliren para da bu
sayede akıllanmış olur.
Para elbette önemli. İbn Rüşd, para için asgari ahlak, der. Ama bir medeniyet de asgari olan bir şeyle huruç
etmemeli. Kapitalizm gibi. Özellikle de
Post- Modern dönemde politika, coğrafya, kültür bu asgari ahlakla okundu.
İlk kuşağını Rönesans’la oluşturan Batı uygarlığı bu anlamda
dayandığı ikinci kuşak temel (Para /
Kapitalizm) itibariyle asgari bir uygarlıktır.
Yeprem Türk