22 Ocak 2021 Cuma

ASGARİ TARZ


Mustafa Özel, ‘Paradan, ekonomiden anlamayan şiir yazmasın’ manasında bir şeyler der. Aslında bu deyişin kaynağı ‘Ezra Pound’un ‘Medeniyeti takip etmek istiyorsan parayı takip et’ sözüdür. Son uygarlık olan Batı uygarlığı hakikaten Rönesans- Para ilişkisini bir zaman sonra paraya devreden bir tarzla yürüdü. Dünyayı da peşine bu paranın yarattığı konforla ve avantajlarla taktı. Para-varoluşsal bir temelde üç yüzyıldır yürüyor. Bugün kültür bile para üzerinden bir değere kavuşabiliyor. Para ediyorsa yani kültürdür. Paranın gücü diğer erklere boyun eğdiriyor. Max Weber’in Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı kitabı bu anlamda paranın, din-insan ilişkisi üzerindeki idare edici kudretine bir şerhti.

 Acaba varlığını büyük oranda paraya borçlu olan bir uygarlığın devamı söz konusu olabilir mi?  Ya da insan parasal hayvan olmaya devam edebilir mi? Elbette insanın, tabiatın, fıtratın ve toplumsal ilişkilerin paradan aldığı yaraları gözden geçirirsek bu zor gözüküyor.

Çünkü para, emeği örttü. Emekten bağımsız hareket eden bir kimliğe büründü.

Oysa bir medeniyeti takip etmek istiyorsak hukuku, fıtratı, ilmi, irfanı ve emeği takip etmeliyiz. Finans sistemiyle deliren para da bu sayede akıllanmış olur.

Para elbette önemli. İbn Rüşd, para için asgari ahlak, der. Ama bir medeniyet de asgari olan bir şeyle huruç etmemeli. Kapitalizm gibi.  Özellikle de Post- Modern dönemde politika, coğrafya, kültür bu asgari ahlakla okundu.

İlk kuşağını Rönesans’la oluşturan Batı uygarlığı bu anlamda dayandığı ikinci kuşak temel  (Para / Kapitalizm) itibariyle asgari bir uygarlıktır.


Yeprem Türk

DERTLEŞİ

 

İnsandır, dertlenir; dertleşir.

İnsana yaşam ışığı iki yerden gelir. Birincisi tecelli perdesi önündekilerden:  eşyadan, tabiattan. Ama zaman olur bu ışık eskir, senin için ışıltısını yitirir, sana yaşamı dar eder.

Yaşatmak için uğraşmazsın artık hayatını, ömrün için ‘ister yaşa ister yaşama, benden bu kadar’ dersin.

Bahtın da öyle kararır ki, karanlıktaki kara boya kadar. Dünyada ne, her gün aynı saatlerde aynı yerlerde aynı şeylerle olmak kadar bayat, küflü olabilir. Elin bile elinden tutmaz olur.

Bir ara yaşama hevesimi kaybettim. Açıkçası hayatta olmak bana zûl geliyordu. Varlıkların etrafımdaki varlığına; hatta uyuma, uyanma gibi eylemlere katlanacak bile değildim. Bir yerde bittim. İşlerimi Allah rızası için yapmaya başladım: Yemeyi, içmeyi, nefes almayı, yürümeyi…  Böyle böyle biraz ayakta kaldım. Sonra aslında doğru yolda olduğumu anladım. Varlıklarla Allah rızası için beraber olmak bir zaman sonra varlığın penceresini bana bir başka açtı. Varlığa Allah rızası ile yönelmek, Allah’ın varlıktaki tecellisine dönüşüyordu. Varlıkları bu tecelliyle tekrar sevmeye ve onlarla birlikte olmanın zevkine varmaya başladım. Bence yaşamda ikinci bahar felsefesi diye bir kavram varsa, o da budur. Dünya çilesini cennete dönüştürmek gibidir.

Aslında bitmesi birinci baharın, sonlanmasıdır tecelli perdeleri önünden gelen ışığın. Bu ışıkla beslenmeye diretirsen, yaratılışın kızgın örsünden alınıp soğuması için bir odaya bırakılmış buz gibi nala benzersin.

Ama bakarsan, girersen sönen bir baharın ardındaki gerçek bahara. İşte tekrar ısınırsın varlığını hohlaya hohlaya. Geçersin Allah’a giden bir sapağı daha.


yeprem Türk