İnsandır, dertlenir;
dertleşir.
İnsana yaşam ışığı iki
yerden gelir. Birincisi tecelli perdesi önündekilerden: eşyadan,
tabiattan. Ama zaman olur bu ışık eskir, senin için ışıltısını yitirir, sana
yaşamı dar eder.
Yaşatmak için uğraşmazsın
artık hayatını, ömrün için ‘ister yaşa ister yaşama, benden bu kadar’ dersin.
Bahtın da öyle kararır
ki, karanlıktaki kara boya kadar. Dünyada ne, her gün aynı saatlerde aynı
yerlerde aynı şeylerle olmak kadar bayat, küflü olabilir. Elin bile elinden
tutmaz olur.
Bir ara yaşama hevesimi kaybettim. Açıkçası hayatta olmak bana zûl geliyordu. Varlıkların etrafımdaki varlığına; hatta uyuma, uyanma gibi eylemlere katlanacak bile değildim. Bir yerde bittim. İşlerimi Allah rızası için yapmaya başladım: Yemeyi, içmeyi, nefes almayı, yürümeyi… Böyle böyle biraz ayakta kaldım. Sonra aslında doğru yolda olduğumu anladım. Varlıklarla Allah rızası için beraber olmak bir zaman sonra varlığın penceresini bana bir başka açtı. Varlığa Allah rızası ile yönelmek, Allah’ın varlıktaki tecellisine dönüşüyordu. Varlıkları bu tecelliyle tekrar sevmeye ve onlarla birlikte olmanın zevkine varmaya başladım. Bence yaşamda ikinci bahar felsefesi diye bir kavram varsa, o da budur. Dünya çilesini cennete dönüştürmek gibidir.
Aslında bitmesi birinci baharın, sonlanmasıdır tecelli perdeleri önünden gelen ışığın. Bu ışıkla beslenmeye diretirsen, yaratılışın kızgın örsünden alınıp soğuması için bir odaya bırakılmış buz gibi nala benzersin.
Ama bakarsan, girersen
sönen bir baharın ardındaki gerçek bahara. İşte tekrar ısınırsın varlığını
hohlaya hohlaya. Geçersin Allah’a giden bir sapağı daha.
yeprem Türk