Ay Işığı,
Ocak- Mart 2022
'gelişim gibi sessiz olmalı gidişim
buralardan
gitmeliyim'
(Fergun Özelli)
Ay Işığı'nın
tüm şiir poetikasını bu iki dizeyle göstermek mümkün. Dergi; romantik, sloganik. Ama
imgesel bir slogan bu.
Ay Işığı,
İslamcı kesimde çıkan Ay Vakti'nin benzeridir. Bu
dergileri birer şairle
bütünlemek istesem, derim ki: Ay Işığı,
Ahmet Erhan'a; Ay Vakti, Erdem Bayazıt'a benzer.
*
Türkiye solunda Nâzım Hikmet, bir milattır. Nâzım Hikmet'ten sonra Türkiye solu ikiye ayrılır. Ay Işığı,
bu kırılmanın Nazım Hikmet tarafındandır. Bugün ikisinin tekrar birleşme gayreti içinde olduğunu bazı mecmualardan okuyorum. Bu,
zor mu zordur.
Ay Işığı, için 68
Kuşağı'nın
birikimleriyle besleniyor (Fransa- 1968 Hareketi.) Cemal Süreya, bu dönem şairlerinden
Abdülkâdir
Budak için
yerli Lorca demişti.
Değil oysa. Sadece benzetmişti.
Sarmal Çevrim, Mart- Nisan 2022
Dergi, Bursa'da çıkıyor. Bursa, eskiden beri sanat şehri. Hatta bunu Sarmal Çevrim'in bu sayısı bu tespitimizi kanıtlamak
için çıkmış
gibi. Ulusal Kültürümüzün Kökleri Bursa, adlı metin bu amaca
matuf.
Daha önce adını duymamıştım. Ahmet Özer'in, Taceddin Bir İnsan, adlı bir destan çalışması
varmış. Nâzım Hikmet'in destan anlayışı hakim şiire.
Mısraları kırma, olağanüstülükten uzak durma vs.
Orhan Veli şiiri hakkında önemli bir çalışma
var: Parça
parça. Orhan
Veli'nin, şiiri müreffeh sınıfların zevki olmaktan çıkardığı
söylenir. Doğru. Örneğin
İkinci Yeni şiiri de aristokrat katın değil sınıfsız ama soylu ruhların şiiridir.
Saba Öymen yazmış. Metnin başlığı:
Evin İçinde
Yolculuk. Yazıda 'Xavier De Maistre'nin 'Odamda Yolculuk kitabı konuşulmuş.
Xavier De Maistre, kırk iki günlük ev hapsindeyken yazmış bu eseri. Nuri Pakdil'in 'Otel Gören Defterler'ine çok benziyor. Üslûb ve mantık olarak.
Bu sayıdaki bir
yazıdan dolayı 'Köy
Enstitüleri'
için şunu eklemek isterim. Köy Enstitüleri, başlangıçta değil
ama sonlara doğru komünizmin etkinlik sahasına dönüşmüştür. Sanırım kapatılma sebebi de budur.
Komünizm doğuşundan
beri bir taşra ideolojisidir. Köy Enstitüleri'ne sirayet etmesi de doğaldır.
Bir de edebiyat ödülleri için parantez açmak isterim. Birçok yerde birçok ödüller veriliyor, bunlardan haberdar
olmak ve ödülleri takip etmek neredeyse imkansız
hale geldi. Hiç
tanımadığımız isimler adına verilen ödüller var.
Yitiksöz, Nisan- Mayıs 2022
Bir gün Burgaz Adası'nda deniz kenarında yürürken Sait Faik'in 'Karanfiller ve
Domates Suyu' öyküsünün kahramanı Kör Mustafa ile karşılaştık.
Nuri Pakdil, yaşlı
adama 'Sait Faik'i tanır mısın?' dedi. Adam da 'tanımaz olur muyum, öyküsünde anlattığı Kör Mustafa benim' dedi. 'Bakın evim de
orada' dedi. Nasıl bir insandı Sait Faik diye ikinci bir soru sordu Nuri
Pakdil. 'Nasıl olacak beyim, bir iti vardı aylak aylak dolaşır dururdu.' demişti Kör Mustafa.
Arif Ay ile Söyleşi'den
(s. 85)
Yitiksöz Kahramanmaraş Belediyesi'nin çıkardığı
bir dergi. Merkezî
dergilerde yazanların çoğunu ara ara da olsa Yitiksöz'de görüyorum. Yitiksöz, şiir
bakımından sönük bir dergi. Ama baskı kalitesi yüksek derginin. Birinci hamur kâğıtla
çıkıyor. Oysa Dergâh, kâğıt
tedarik edemediği
için kapanmıştı. Taşra
edebiyat dergileri merkezî
dergilerden daha mı zengin? Öyle
gözüküyor. Gerçi edebiyatın merkezi neresi, hangi
dergiler; bunu bilen de yok. Merkezî
dergilerin olduğu
yerde artık merkez yok gibi. Merkez, merkezin dışında.
*
Yaşar Ercan, eleştiri mekanizmasını anlatmış. Olumsuz bir bakış açısıyla. Gerçi eleştiride
ana etken 'kültürel iktidar' kavramıdır. Kültürel iktidar çabası eleştiriyi bir tür olarak bayağı yamultmuş gözüküyor. Eleştiri, bazı isimlerin duyulması, görülmesi; bazılarının da hasır altı
edilmesi için
kullanılıyor. Buna ben 'Kriminolojik Eleştiri' derim.
Hayrettin Orhanoğlu, evvelden okuduğum bir isimdi. Eleştiri metinlerini dikkate alırdım,
O'nun. Ama rahmetli nedense çözümlemelerinde vasat şairlerin ürünlerinden örnek verirdi. Bu tutumu da O'ndan
uzaklaşmama neden olmuştu.
Şiiri
Özlüyorum, Kasım- Aralık 2021
Cansu Aydın 'Kültür Endüstrisine Seng' adlı bir metinle kültür endüstrisini konuşmuş.
Yazıya Francisco Jose de Goya y Lucientes'in 'Aklın Uykusu Canavarlar Üretir' tablosuyla başlamış.
Kültür edüstrisi kavramını ilk kez Frankfurt
Okulu üyelerinden
Theodor W. Adorno ve Marx Horkheimer kullanır. Frankfurt Okulu, modern düşünceye ve sanata etki etmiş bir mektep. Aslında temelinde de bir
Yahudîlik
mefkuresi hakim. Mesela 'Auschwitz'ten sonra şiir
yazılamaz, deyişi
şiir sanatına yeni bir tarih biçme fikriyle alâkalı bir şeydir.
Oysa şiirin böyle bir tarihle ne ilgisi var. Şiirin aklının hayalinin şaştığı daha nice büyük facialar yaşanmıştır
yeryüzünde ama şiir yine de susmamıştır. Şiir
sussa Yahudilerin Filistin'de yaptığı
kırım ve kıyımlarda; 11 Eylül
sonrası Büyük Doğu'da,
Afganistan'da büyüklüğünden dolayı çetelesi tutulamamış acılarda, Boşnaklara yapılan sınırsız katliamlarda
susardı.
Ama Adorno, kültürün kapitalizm tarafından ele geçirildiği
ve yönetildiği düşüncesinde haklıdır. Şu an için yaşadığımız dünyada kapitalizm o kadar da ustalaştı ve bilgeleşti ki hiçbir şey
onun egemenliğinden kaçamıyor. Hangi bakir tespihe el atsan
kapitalizm onu çekmeye
başlıyor. Kapitalizm modern hayatın, kültürün neredeyse 'ilk cevher'ine dönüştü. Her şeye
kendi damgasını vurarak o şeyi
yeni bir biçim
ve mantıkla var ediyor.
Adorno'ya göre 'Kapitalist üretim ilişkilerinden kurtulmuş kapitalist üretim güçlerinin özgür bir topluma götüreceği yolundaki Marksist inanç yalnızca bir yanılsamadır.' Ve Adorno, 'Marksizmin vurguladığı devrimci özne'ye de inançsızdır. Bence komünizm devrimci özne ile alay etmiştir. Devrimci özne'nin bitişinde sosyalizmin büyük etkisi var. Marksizm, devrimci özneyi neredeyse yalancı çoban hikâyesindeki bireye dönüştürdü geçen yıllar içinde; onun güvenirliğini,
imajını, gerçekliğini epey sarstı. Devrimci özne'den devrimci bir özne olamaz artık.
Şunu
da eklemek isterim. Ama Adorno'ya da haksızlık etmeden. Çünkü Adorno, sanatın biraz pasif de olsa ümidi temsil ettiğini söyler. Modern dünyada neşet eden onca ütopyaya rağmen Avrupa'nın üzerinde bir Yahudi karamsarlığı da hayalet gibi gezmiştir. 'Auschwitz'ten sonra şiir yazılamaz, vurgusu bu karamsarlığın ortaya çıkardığı
bir vazifedir.
Oysa sanat; umut
cevherini kaybetmemiştir.
Modern dünyadaki
genel entelektüel
Yahudi karamsarlığına
aldırış etmemiştir. Sanat, hâlâ ümidi kovalıyor.
*
Artemis, Nisan-
Mayıs- Haziran 2022
Artemis, şiir bakımından pek öne çıkan bir dergi değil. Yıllık için Artemis'te şiir bulamasam da yine onu alıp
okuyorum. İlk şiir
Yüksel Pazarkaya'nın.
Yüksel Pazarkaya, şair kişiliğinden daha çok çevirmenliğiyle ön planda.
Söyleşi,
Yüksel Pazarkaya
ile yapılmış. Almanya ve Türkiye arasındaki edebiyat ve göç ilişkisi
öne çıkıyor söyleşide.
Diyor ki 'Ben Almanya'ya geldiğimde
savaş sonrasında Türk yazarlarından bir tek kitap bile
henüz
Almanca'ya çevrilmemişti. Türk edebiyatı diye bir kavram yoktu. İlk iki çeviriyi Unesco programı kapsamında Yaşar Kemal'den Frankfurt Üniversitesi Türkoloji profesörü dostum rahmetli H. Wilfrid Brands
yaptı: İnce Memed ile Teneke.'
Gerçi
Türk şairlerinin başka dillere çevrilmesi coğrafî kutuplar ekseninde oluyor. Avrupalı
milletler bir Sezai Karakoç'u
veya Cahit Zarifoğlu'nu
daha keşfetmedi. Keşfettikleri an hakikaten Türk şiirini
daha iyi ve doğru yerden tanıyacaklar.
Yüksel Pazarkaya'dan şu tespiti almak isterim buraya: 'Her
toplumda dışardan
gelene mesafeli, kuşkulu
bir bakış
vardır. Özellikle
somut farklılıklar varsa. Dışardan
gelen sanki düzeni
rahatsız eder. Almanlar İkinci
Dünya
Savaşı'nı kaybedince, bugün Polonya ve Çek sınırları içinde kalan yerlerden milyonlarca
Alman göçmen
yeni sınırlar içinde
kalan bölgelere
göç
etti. Alman olmasına Almandılar, ama tepkiyle karşılandılar. Onlar ancak 1955 yılından
itibaren İtalyan
işçiler gelmeye başlayınca dışlanmaktan, horlanmaktan kurtuldular.
Tepkiler İtalyanlara
döndü. İtalyanlar daha yabancı olarak algılandılar.
1961 sonrası Türkler
gelmeye başlayınca,
İtalyanların yerini aldılar dışlanmakta.'
Çivi çiviyi söker.
Papirüs, Ocak- Şubat 2022
Bu sayıda daha çok II. Yeni çerçevesinde Cemal Süreya konuşuluyor. Ama bunu bir eleştiri olarak görmemek lazım. Dosya, bir Cemal Süreya özeti gibi olmuş. Sol şiir
ortamında Nâzım'dan
sonra Cemal Süreya
ağırlık kazandı. Çünkü solda bir Nâzım kültürü oluştuğu gibi bir de Cemal Süreya kültürü var. Orhan Veli'de örneğin
bu etki yok.
Metinlerden de
anlaşılacağı
gibi Cemal Süreya
teknik açıdan
Fransız şiir kültürüyle halk şiir birikimini harmanlayarak edindi şiirindeki ana omurgayı. Tabiî halk şiirinin
imkânlarını kendi şiiri açısından bitirince folklorun şiire
düşman
olduğunu söylemiş
gibi. Attilâ
İlhan, halk şiirine değil daha çok Divan şiirinin edasına yaslandı. Şehirli bir romantizm ortaya çıkardı.
Asım Bezirci, anılmış. M. İlhan
Erdost'a İkinci Yeni'nin poetikası bahsinde yer
verilmiş. Ama Hüseyin Cöntürk'ten bahis yok. Asım Bezirci, aslında
İkinci Yeni'yi yorumlayamaz. Birikimi
buna yetmez. O, daha çok
Birinci Yeni'yi bilir. Muzaffer İlhan
Erdost ise ilk İkinci
Yeni eleştirmenidir, ama onun eleştirisi ilk ufak dokunuşla kaldı. İkinci Yeni şiirini anlamanız için Hüseyin Cöntürk'ün o büyük külliyatını okumak zorundasınız. Ve ne
Asım Bezirci ne de M. İlhan
Erdost; Hüseyin
Cöntürk kadar modern şiir eleştirisine
hâkimdir. Şair- eleştirmenler dışında kalıp da ömrünü sadece şiir eleştirisine
hasretmiş bir isim varsa o da Hüseyin Cöntürk'tür. Cöntürk'ün öncesi de Nurullah Ataç'tır.
Sabahattin Yalkın'ın
şiiri dikkatimi çekti bu sayıda. Şiirdeki birikim ve deneyim celbedici.
Uzun bir şiir. İki politik kutbun mücadele tarihi
bağlamında gelişen
ve hikâyesi olan bir şiir. Aslında bir savaşa hayır şiiri ama yine
de şiirin üstünde militarist bir hava ve gerilla zevki
var.
TUNA’NIN UTANÇ AYAKKABILARI
(CİPOK A DUNA-PARTON)
...
MACARİSTAN’IN 25.
KURTULUŞ YILDÖNÜMÜ
HÖSÜK MEYDANI KIZIL BAYRAKLARLA SÜSLÜ
MACAR KAHRAMANLARININ ÜZGÜLÜ BAKIŞLARI
TAŞLAŞMIŞ BELLİ OLMUYOR GÖZYAŞLARI
RUS BÜYÜKLERİ ŞEREF TRİBÜNÜNDE EN ÖNDE
GÖĞÜSLERİNDE PARILTILI
MADALYALARI
VE BEN SEVMİYORUM SAVAŞLARI
...
Yedi İklim, Ocak 2022
Nihat Hayrı
Azamat, Taht-ı Bâ
adlı şiiriyle görünüyor. Azamat, bir ara sık sık Yedi İklim'de karşılaştığımız bir isimdi. Şiirlerinde batıni ve hurûfi bir yorum
var.
Hayrettin Orhanoğlu, Adem İdeolojisi ya da Varlık ve Yoklu'
metniyle Akif Paşa'nın
Adem Kasidesi'ni yorumluyor. Umberto Eco'nun 'Açık Yapıt' fikrini de bir köşede
tutarak. Şahsen açık yapıt fikri pek katılmadığım bir görüş.
Sağlıklı okumaların önünü tıkayacak ve aşırı yorumlara gebe bırakacak bir okuma
fikridir. S. Sontag da böyle düşünüyor olmalı ve aşırı öznel ve yorumcu okumanın eseri bağlamından kopardığını söylüyor.
Metnin şurası önemli: ' Tanpınar, Tanzimat ve
Servet-i Fünun
tecrübelerinde
trajedi hakkında Namık Kemal üzerinden bu dönem aydınlarının pek az fikir sahibi
olduğunu belirtir. Adem Kasidesi'ne bakıldığında
da trajediyi göremeyiz.
Trajedinin bünyesinde bilme'nin yeri yoktur. Öyle ki Shakespeare'in kahramanları,
bilmezlikler içinde
atılırlar trajedinin kucağına.
Oysa Dr. Faust'un Mefisto karşısındaki
trajik tecrübesi,
Hamlet'ten farklıdır. Faust, bilinçlidir. Dolayısıyla öngörü ya da bilme, trajediyle yan yana
durmaz. Bu bakımdan 'Adem Kasidesi', yukarıda belirttiğimiz şartları yani 'öngörü ve bilme'yi de yedeğine alarak trajediye yanaşmaz. '
Aslında trajedi,
poetik anlamda idrak edildiğinde
tragedyaya dönüşür. Galiba Orhanoğlu bunu demek istemiş. Trajedi, poetik anlamıyla birlik
deneyimlendiğinde tragedya ortaya çıkar. Diğer türlüsü sadece trajedide kalır. Ve Tanpınar,
Namık Kemal'in için
trajedi hakkındaki bilgi sahibi olmadığını
söylerken poetik
anlamda habersizliğinden
dem vurur aslında. Cemil Meriç'in
de Namık Kemal'e 'Batı'nın çırağı' demesi bundandır. Akif Paşa'daki 'yokluk istiaresinde de aynı
durum geçerlidir.
Trajediden tragedyaya geçişi vurgulamaz. Akif Paşa 'trajedi'yi sadece taklit eder.
Trajedi,
safiyetle ortaya çıkan
bir şeydir, taklitle değil. Örneğin
saf ruhun dünyada
ezilmesi, engellenmesi ve zorluklarla karşı
karşıya gelmesi trajedidir. Ancak dünya hayatının bir imtihan yeri olduğunun bilinmesi, bu tür engellerle karşılaşabilmenin
dünya hayatı için olağan
olduğunun idrak edilmesi de tragedyaya girer.
Tragedya,
trajediyi bilgelikle karşılamanın
adıdır.
Akatalpa (Ocak 2022) ve Muhit
(Şubat 2022)
WALT WHİTMAN’DAN ÖNCE
KARACAOĞLAN: ELİF
( Yazar: Halil ŞAHAN)
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif, Elif diye.
Deli gönül abdal olmuş,
Gezer Elif, Elif diye.
Elif’in uğru nakışlı,
Yavru balaban bakışlı,
Yayla çiçeği kokuşlu,
Kokar Elif, Elif diye.
Elif kaşlarını çatar,
Gamzesi sineme batar,
Ak elleri kalem tutar,
Yazar Elif, Elif diye.
Evlerinin önü çardak,
Elif’in elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif, Elif diye.
Karacaoğlan eğmelerin
Gönül sevmez değmelerin,
İliklemiş düğmelerin,
Çözer Elif, Elif diye.
(Karacaoğlan)
Halil Şahan bu şiir için şunları
yazar: O, Walt Whitman gibi
salıvermez kendini. Şu dörtlüğüne bakalım ozanımızın:
Çağır Karacaoğlan çağır
Taş düştüğü yerde ağır
Yiğit sevdiğinde soğur
Sarılmayı sarılmayı.
Bence Karacaoğlan, insanlara sevişin
diyor. Onu bunu
kafaya takıp da sevgilinizi boşlamayın
anlamı var bu dörtlükte.
Walt Whitman gibi cüretkâr değil sözleri, ama aynı kapıya
çıkıyor: Sevişin.
Halil Şahan; Karac'oğlan'a
haksızlık
ediyor. Onun içinde
bulunduğu sevme kültürünü-
adabını bilmeden konuşuyor.
Bu tür kötülemelerle
genelde de hep karşılaşıyoruz. Buraya Muhit'in Şubat 2022 no'lu sayısında
yaptığı dosyadan bir alıntı
yapmak istiyorum: 'Şiirinde
13, 14 yaşında
ifadesine kafaları takıp 'O var ya o!' diye parmak salladıkları yıllarda,
o yaşlarda annelerin olduğunu görmezden geldiklerini bilmeden Karacaoğlan şiirlerini
sadece sevgililere yazılmış aşk mektupları gibi
okuyanların 'güzel sever' diye isnat ettiklerini biliyoruz. Ve
de bağrı yanık, gönlü dertli olan şairin Hak'tan özge sevdiği
olmadığını da
biliyoruz.' (Zeki Bulduk)
İsterseniz
cevabı
Karac'oğlan'ın kendisi versin:
'Karacaoğlan der ki ismim öğerler
Ağı oldu yediğimiz şekerler
Güzel sever diye isnad ederler
Benim Hak'tan özge sevdiğim mi
var'
Muhit, Ocak 2022
Nurettin Durman'ın şiirinden şu mısraları alayım önce:
'Bir zamanlar
Beylerbeyi'nden bir gayret
Otobüs vapur tramvay ile
Üsküdar Eminönü
Sultanahmet
Hutbede Emrullah Hatiboğlu
Caminin sol cenahında Mustafa
Kutlu
Biraz daha yan tarafta İsmet Özel'
Bir zamanların okumuş yazmış İslamcılarının durumunu anlatan özet bir resimdir, şiirde
geçen bu bölüm. Sıkılık ve çalışkanlık dönemleridir yani İslamcılar için. Disiplin ve şevk içre yaşanılan
zamanlar. O günden
bugüne ne değişti? İncelemek
gerek. Ders almak gerek. Birinci dersin sorusunu biz soralım.
Dergilerde şiirler neden referanslara göre yayımlanıyor? Kaliteye göre değil
de.
*
Arif Ay, Sanat ve İdeoloji'yi yazmış.
Yani bir bakıma Cemil Meriç'in
'ideolojiler, idrakimize giydirilen deli gömlekleridir' sözünü irdelemiş.
Arif Ay'ın
dediği gibi Cemil Meriç bu sözü gelişmemiş beyinler için söylemişti. Kendi fikrimce gideyim bundan sonrasını: İdeolojiler elbet modern çağda
ortaya çıkan şeylerdir. Ama eskiden de çatışmalar
daha çok
mezhepler üzerinden
kurgulanıyordu. İdeolojiler
her ne kadar toplum içinde
bazı çatışmalar meydana getirse de mezhep eksenli çatışmaların
etkisini azalttı. Düşünceyi
öne çıkardı.
Modern dünyanın
mezhep ve etnik çatışmalardan biraz uzak durmasında
ideolojilerin payı büyük. Mezhepsel ve etnik plandan düşünsel sahaya geçiliyor, ideolojiler sayesinde. Gelişmemiş
beyinler isterse ideolojilerden de çatışma ve kan çıkarmaya devam ediyorlar.
Muhit, Nisan 2022
İlk
sayfada Hakan Arslanbenzer şiiri
var. Epeydir, dergilerde görmüyorduk Arslanbenzer'i. Yıllığa almaktan zevk aldığım bir şiir
'Israrla'. Bilgece bir neo-epik şiir,
yani ergen ağzı terk eden bir neo-epik şiir yazılabilir mi? İlerleyen
yıllarda
görebiliriz, belki. Arslanbenzer'in doktora yaptığını duymuştum.
Keşke böyle
bir işe girişmeseydi.
Akademik dünyanın
şairdeki şiirsel
özü öldürdüğünü söylemeye ne hacet. Açıkçası
akademik ünvana
sahip bir şairden şiir
okumak istemedim hiçbir zaman. Büyük
oranda sanatını tamamlayamayacak kişilerde
görülen
bir durumdur akademiye geçiş. Büyük şairlerin bir akademik ünvanı
yoktur.
*
Harun Yakarer 'Neden bazı
saatler alaturka vakitlere ayarlı' adlı bir metinle yer almış dergide. Ben yazıyı
okurken sayfanın kenarına aldığım
notları
eklemek isterim buraya: Vatan duygusu nesilden nesle değişiyor.
Vatan savunmasına katılmış bir
neslin vatan hisleriyle, rahat büyümüş ve hazzın tavından geçmiş bir neslin vatan duygusu oldukça farklıdır. Bugün uluslararası hava alanlarında memleketinden
ayrılan kaç kişide vatandan ayrılmanın ızdırabı var?
Vatan sevgisi taşıyan
bir insan, sırf hükümet ve iktidar anlayışı değişti diye ülkesini
terk edebilir mi? İslam
coğrafyasında coğrafî kutuplara bağlı bir
göç anlayışı yürürlükte. Coğrafî kutuplar kendisini, başkalarını uygarlık değişimine zorlamayla belirgin kılar.
Kutup baskısını küçümsemeyin.
Bugün banka hesaplarında Türk lirasının doların iniş ve çıkışına göre
hesaplanması, Türk
lirasından yarı yarıya kutup parasına (dolara) geçildiğini gösterir. Bütün
bunlar yeni gelen kuşağın vatan hassasiyetlerinde gedikler açacaktır.
*
Kuşlar dosyası, okunması gereken bir bölüm
olarak öne çıkıyor dergide.
Birnokta, Haziran 2022
Birnokta, taşra manzaralı kapak kullanmayı seviyor, desem, bu cümlem elli yıl öncesinde bir haklılık payı taşıyabilirdi. Ama artık taşra konusuna bakış değişti. Taşra
ile doğa birbirinden farklıdır.
Tabiat başka, taşra başka. Taşra,
bir davranış biçimidir;
doğa, beslendiğimiz
ana kaynaktır. Domates, kiraz, patates, oksijen... taşralı değildir.
Tabiatın içindedir. Derginin bu tür kapakları için sade, mütevekkil diyebiliriz: Sıcak ve samimi.
Birnokta’nın kapaklarında değil fakat İstanbul'da
çıkan çoğu dergide taşralı ağız, eda bulunuyor. Ama taşralı da olsa bu şiirlerde
konuşan dil, içinde soylu bir ruh taşıyor, bu da işi bir
nebze kurtarıyor.
Birnokta, Nuri Pakdil'den
ilham alır. Nuri Pakdil'de düşüncede
ve kalpte değil lakin davranışlar anlamında 'entelektüel, modern bir Müslüman
havası'' hakim. Yani modern şehirliliği son
sınırda
yaşayan biri, Pakdil. Dilinde de yaşamında da aynı özeni
gösterir. Bir nevi sonradan dünyaya gelmiş bir
Ahmet Haşim gibidir.
Resul Tamgüç ile söyleşi yapılmış, bu
sayıda.
Tamgüç ile
tanışmadım. Sorulara verdiği
yanıtlar epey şiirsel geldi bana. Örnek: İyi şiir, sahici şiir
ne yerde ne gökte
hakikati arayan kişinin
kalbinin tenhasında. Tanrı'nın
yerini soran çocuklara
da bu adres verilir.
Birnokta, Mayıs 2022
Abdurrahman Karakaş'tan latif bir şiir
bulunuyor, bu sayıda. Elbette yeni bir şiir
değil ama yine de güzel ve özel
bir şiir. F. H. Dağlarca'nın 'Çocuk ve Allah' kitabından fırlayıp gelmiş gibi.
Süleyman Çelik,
Nuri Pakdil'in edebiyat kulesini yazmış.
Nuri Pakdil, ulaşılması zor
bir örnektir.
Hem yaşamıyla hem de kanaatleriyle. Çoğu eleştirmen, Nuri Pakdil'in metinlerinde Güneş Dil
Teorisi'nin etkisinin olduğunu söylemiştir.
Oysa Pakdil yazınında ağırlık
felsefî deyiştedir. Eski felsefeciler de böyle yazar, konuşurdu. Selefî algıdan pay almış
zihinlerin asla hazzetmediği bir
kişiliği ve
dil çeşidi var, Pakdil'in.
Melike Kertmen, Niccolo
Machiavelli'nin Prens kitabı'nı değerlendiriyor.
Prens, ünlü bir kitap. Bir zamanlar, gazetelerde ve
dergilerde epey yazılıp konuşulmuştu. İbn
Haldun ile birlikte tabii. Bir yazar için
'isminden bir 'izm' çıkarmak'
öyle kolay olmasa gerekir. Gerçi N. Machiavelli, prenslikler üzerinden gelişen
bir siyaset kitabı yazmış.
Medeniyet bağlamında değil. 'Asabiyye' kavramı, bu
kitapta da yeni prensin kendisini halka kabul ettirmesi konusunda öne çıkmış gibi. Prens kitabının
yaptığı en önemli
vurgu 'her türlü şartta
iktidarı
korumak adına takip edilen her türlü yolun mübah'
kabul edilmesidir. Prens, hiç kuşkusuz bir devlet adamı
profili çizmiştir. Ama Farabi gibi düşünürlerin
oluşturduğu
ideal devlet adamı tipi yanında geri bir yoruma sahiptir, Prens. Prens,
medeniyet iddiasında olan devletlerden çok beylik yöneticileri için yazılmıştır.
PAY, Mart- Nisan 2022
Pay, yeni bir dergi. Ve ilk
sayısını çıkarmış. Düşünce,
sanat ve edebiyat dergisi olarak tanımlıyor kendisini. Acemilik ve heyecan
vurgusu yapıyor. Yazar ve şair
isimleri de yeni. Her dergi, kendi yazar ve şairlerini
çıkarır, bu doğru.
Ama Türk şiirini toplasan elli yılda üç beş iyi şair dışında
bir şair de çıkmaz.
Gerisi sadece kalabalık aslında.
Celal Fedai ile söyleşi yapılmış. Diyor ki: 'Modern şair, insanı kendisine, topluma yabancılaştırarak modern hayata karışmayarak onu reddetmişti. Post-modern şair
ise tersini yapar. Şarlatanca
bir eylemdir onunkisi.' Bu sözleri
ve mantığı daha önce İsmet Özel'den
aynen okumuştum. Ama o, muhafazakârlar için söylemişti,
bunu.
Şiir
ve hikâyeler
şimdilik kayda değer değil.
MUHİT, Mart 2022
Süleyman Ceran '90'ların Türkiye'sini özleyenler için Hindistan'da 28 Şubat
günleri' başlığını atmış
metnine. Ben buraya kendi fikirlerimi eklemek niyetindeyim: Geçen günlerde
Bibi Muskan Han adlı bir bayan Hindistan'da bir nevi bizdeki 28 Şubat sürecine
benzer bir durum yaşamıştı. Yani 28 Şubat
sadece bize özgü bir durum değil. İslam coğrafyasında
kurulmuş modern ülkelerin
çoğu
kendi 28 Şubat'larını bir şekilde
yaşadılar, yaşıyorlar.
Ne demişti Nuri Pakdil, tutsaklık
sadece Filistin ile ilgili değil. Bütünlüklüdür. Aslını söylemek gerekirse bizim coğrafi kutbumuz esir edilmişti. Mesele: İslam ülkelerinin kendi coğrafî kutuplarını kurma tehlikesidir. Bu kutup
kurulursa Avrupa Birliği ve
Amerika gibi birçok coğrafî
kutup kan kaybedecektir.
Erol Göka 'Zihnimiz dalgalanır' demiş. İnsan
zihninin 'Modus' (Rasyonalite) ile 'apeiron' (sonsuzluk) arasında
nasıl salındığını açıklamış. Selefî ve
tasavvufi çizgi
arasındaki gerilimi buna bağlamış. Hangisi dengeyi bozarsa devreye diğeri giriyor. Yunus ile Ebussuud arasındaki
gerilimi düşünün, sonra kadı efendi ile Nesimi. Din, gerçekte bu dengeyi sağlamak
içindir.
Göka, William James'in 'doğru ve gerçek' arasında çektiği çizgiyi de anmış. 'Doğru, bilgiyle ve epistemolojiyle; gerçek ise varlıkla yani ontolojiyle ilgili.' 'Doğru, bireyin zihninin ürünü; gerçek
ise zihinden bağımsız bir
biçimde mevcut.' Bu alıntılar beni 'felsefe'ye götürdü. M. Heidegger 'düşünmek felsefe değildir'
derken galiba bu durumu anlatmaya çalışıyordu. Felsefe ontolojik bir alanın
dilidir. Zihin onu düşünmese
de o olan bir şeydir.
'Ekrem Aytar'ın metni özel. Ama Türklerin İslam
dinini kabul etmeleri ticari ve siyasi gibi gösterilmiş, yazıda.
Yok be güzel
kardeşim öyle
değil. Kaderdir. Nasiptir. Ben tarihimizi kutup
ekseninde okumayı severim. Ve artık Fransız İhtilali
sonrası oluşan tarih algısıyla tarih okumayı bırakmamız
gerekiyor. Kutup tarihi okuması yapmalıyız. Yusuf Has Hacib, Kaşgarlı Mahmut, Ahmet Yesevî, Yunus Emre, Mevlânâ...
bu şahsiyetler kutup önderleridir. Bir kutbun ilk inşacılarıdır. Ama kutup için tarih isterseniz: 1071'dir. 1071, dünyada yeni bir coğrafi
ve medeniyet kutbunun ilk fişeğidir.
Ve Nuri Pakdil dosyası: Epey
hacimli. Nuri Pakdil, Sezai Karakoç ve
Necip Fazıl dönemlerinde
yapılan kültür ve sanat hizmetleri bir dava gibi görülüyordu. Bu, güzel ve özel
bir şeydi. Kuruluş da
aynı
samimiyet içindedir.
Okuduklarımdan anlıyorum ki: Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkan dergiler bir cihat ruhuyla daima içli dışlıdır. O
zamanlar dergicilikte aşk ve şevk zamanlarıydı. Şimdi
bu tür
hisleri geride bırakmış bir
edebiyat ortamımız var. Türkiye
kurulalı nerdeyse 100 yıl oldu. Sanki ortamda, eğitimde,
dergicilikte bir çürüme dönemine
girildi. Cidal ve cihad terk edildi. Bu, iyi değil.
Sağcı hükümetler dindarlığı ve
kapitalizmi birlikte sırtlamak istediler. Kapitalist dünyada dindarlıklarını meşrulaştırmak
için sermayeyi, meta zenginliğini kullandılar. Bugün sağda değişik bir mücahit
- müteahhit tipinin ortaya çıkmasına ön ayak oldular. Bugünün
sanat ve iş dünyasındaki
samimiyet kaybını burada aramak gerek. Bu vaziyet, Nuri Pakdil'in de beklemediği bir şeydi.
Sonuç:
1. Nuri Pakdil'in Kudüs şairi
olmasında
bir beis yoktur. Kudüs,
bir kutup şehirdir.
2. Nuri Pakdil, hep bir
bildiri adamıydı.
3. Her bildiri adamı gibi en
zarif en celalli yanları birlikte taşıdı, gösterdi.
3. Otoriterdi. Merkeziyetçiliği güçlüydü. Başkentler
gibi. Genelde Ankara'da yaşaması
belki de bu benzerliktendi.
4. Tembelleri ve miskinleri
(miskin Yunus değilse)
sevmezdi.
Hürriyet GÖSTERİ, Ocak-Mart 2022
Türkiye, kuruluşundan
beri başka kutupların uydusu bir ülkedir. Yerliliğini
bile bu kutupların izin verdiği ölçüde
gerçekleştirebilmiştir. Sol kutup, bazen bir Avrupacı bazen de bir komünizmacı olarak Türkiye'nin neredeyse ilk seksen yılına etki etmiş bir kutuptur. Seksenler şiirini konuşurken,
kutuplar meselesini de gözetmek
gerekir. Aynı solun son zayıf etkisidir, seksenler şiiri. Sol şiirin
bu belirttiğimiz tarihsel korosu seksenlerde biter. Seksenler şiiri, solun hakim kültürel
ve tarihsel akışını taşıyamaz. Ne
halkçı, fütürist, romantik anlamda ne de imgesel bağlamda. Seksenler ve doksanlar şiirine bakan herkes Türkiye'deki kutup değişikliğini
rahatlıkla görür.
Doksanlarda başka bir kutbun tesiri devreye girer.
Gösteri dergisi, yukarıda yaptığım tarifin yolunda gidiyor. Seksenlere kadar varlık göstermişlerin
nostaljik bir dergisidir, Gösteri.
Seksenlerden yukarısını kendisine dahil etmiyor. Ya da buna içi el vermiyor.
Cevat Çapan ile bir söyleşi
var, bu sayıda. Açıkçası Cevat Çapan'da hiçbir zaman şiirsel
bir öz göremedim. Herkesin çalışmayla,
didinmeyle yapabileceği şeyler yapıyor, Çapan.
Feridun Andaç 'Hilmi Yavuz'un bir kitabına değinmiş.
Hilmi Yavuz, ilginç bir şair. Doğu
imgesini işlemeye çalışır şiirlerinde,
tarihe gider, Türkiye'nin
zihinsel haritası falan, der. Nasreddin Hoca'yı yazar. Yavuz, Nasreddin
Hoca'nın 'haksızlık karşısında
kesin tavırdan kaçınan,
durumu idare eden 'court jester' gibi davranan bir kaypak olduğunu, söylemiş. Yavuz'un, Nasreddin Hoca'ya bakışı da 'Doğu
imgesi' de oryantalisttir. Nasreddin
Hoca'ya bu gözle
bakan biri Türkçenin bir ucunu elinden kaçırmış
olur.
Muhit, Şubat 2022
Muhit epeydir,
dosya konularıyla çıkıyor.
Bu sayıda 'Türkü Dosyası' var. Hoş ve önemli yazılardan oluşmuş.
Türkü adına milat diyebileceğimiz isimler adına iki görüş
öne çıkıyor. Birinci görüş
Karac'oğlan'da karar kılarken diğer görüş
de Hatayî
ve Pir Sultan Abdal, demiş.
Neyse. Yerine göre
ikisi de haklı.
Parantez: Türkü, insanımız için hak aramada önemli bir araçtır da. Belli bir irfanın içinde kalarak, türküler bu vazifeyi hep görmüştür. İrfan,
önemli bir kavramdır
türkü için. Zamanında halka yayılmak isteyen
ideolojiler, türkü- halk yakınlığından dolayı bazen türküleri araç olarak kullanma yoluna gitmiştir. 60'lı ve 70'li yıllar; sloganların ve türkü meşrepli
şiir ve dizelerin el ele gittiği bir zemindir, şiir açısından. Belki türkü ya da folklorik unsurlar bu dönemde şiiri
toplumsallaştırma amacıyla sosyalist gerçekçiliğe
davet edildi. Aynı zamanda türkü burjuva zevklerine karşı da bir muhalifliği imliyordu.
Bence resmi Batılılaşma ve yabancılaşma dönemlerinde 'Türkü' dinden sonra halkın sığındığı
en önemli emin belde
olmuştur.
Yabancılaşma,
temelde ontolojiye de etki eden bir güvenlik
meselesidir. Kültüre ve medeniyete yabancılaşan
siyaset ve kamusal ortamda insanımız dinî
değerlerin ve türkünün elinden tutarak emin yer , emin bir anlam atmosferine kavuşmuştur. Yalçın
Çetinkaya 'Kur'an
ve Türkü' derken bunu ima etmiş biraz da.
'Gökyüzünde bölük bölük durnalar'
Müthiş
bir tasvir. Yazıyla olmaz bu. Türkünün nefesi girmeli bu etkili tasvirin içine. A. H. Tanpınar, türküleri romanlarımız olarak görmüş.
En içli
ve mecaz dolu tasvirlerimiz de türkülerimizdir.
Türkü yazılarında en çok gurbet duygusu öne çıkmış.
Diğer yandan ölüm ve ayrılık konusu daima ön plandadır, türkülerde. Ölüm, bizim kültürümüzde asla trajedi
nesnesi olarak algılanmaz. Ölümün bir
trajediye yol açtığı düşünülmez. Neden? Çünkü ölüm Allah'ın emri. İnsan, Allah'ın
emrine girmekle trajediye düşmez. Aksine Allah'ın emrinden çıktığında trajediye
düçar olur. Aynen ilk trajedi sahibi Adem
babamız gibi.
Ayrıca bir şey dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. Ölüm, Mevlânâ'da
olsun Yunus'ta olsun' sevgiliye kavuşma ve toy' şenliği içinde düşünülür. Büyük şairlerden hiçbirisinin edebi ayrılıklardan dolayı
ölümü suçladığını görmedim. Bakın Yahya Kemal ne diyor: 'Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi / Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.'
Şu da edebiyatımızın sözlü kültürün ölüm karşısındaki muhteşem yorumu:
Bu dağlar olmasaydı,
Lalesi
solmasaydı,
Ölüm Allah'ın
emri;
Ayrılık
olmasaydı...
Suç ölüme değil ayrılığa yükleniyor. Bu, ölüme karşı büyük bir hürmet.
*
Emir engellenirse çünkü ruh da engellenir; trajedi yaşanır.
Y. TÜRK