21 Temmuz 2022 Perşembe

ZİHİNDEN ZİHNE YOL VARDIR

 

YÜCEL KAYIRAN


Düşüncenin ne yöne doğru evrileceğini kimse bilemez
, diyor Martin Heidegger. Ama düşünür, filozof ve şair kendi düşündüklerinin gelecekte nasıl bir seyir göstereceğini tahmin edebilir. Bir zihin,  sonraları hangi isimle yoluna devam edeceğini bulamaz ama nasıl bir zihne emanet teslim edeceğini hayatın rengiyle, kokusuyla, tavrıyla yani gidişatıyla duyumsayabilir. ' Düşüncenin ne yöne doğru evrileceğini kimse bilemez' diyen aynı Martin Heidegger; felsefesini devam ettirecek gelecekteki bir kişiye de selam çakar. Bu tür selamlamaların en görkemlilerinden biri de hiç kuşkusuz Heinrich von Klost'ın 'Ben, şu an burada olmayan birinin karşısında bir adım geri atıyorum ve bin yıl öncesinden onun ruhunu saygıyla selamlıyorum' sözleriyle adı, sanı bilinmez ama zihni düşlenerek kestirilebilen kişiye gönderdiği selamdır. 

Bizden bir örnek verecek olursam. Örneğin İsmet Özel, kendisinden başka kimseyi görmez. Kendisinden sonrası için asla bir düğüm de atmaz. Çünkü kadere bırakır. Lakin insan zihni öyle bir şey ki varlığını taşıyan kişiden gayrı da olsa yapacağını yapar. İsmet Özel'in kendisinden sonraya kendisi adına selamı yoktur ama zihni adına vardır. Özel, bir şair olarak 'Kapalı kızlar felsefe bilmelidir' tespitini acaba neyi kast ederek yapıyordu. Gelecekteki bir şiirsel öze ve zihne göndermede mi bulunuyordu? Bence öyle yapıyordu. 



Yeprem Türk


20 Temmuz 2022 Çarşamba

DERGİLER VE NOTLAR -D

 


Ay Işığı, Ocak- Mart 2022      

 

'gelişim gibi sessiz olmalı gidişim

buralardan gitmeliyim'

                                     (Fergun Özelli)

Ay Işığı'nın tüm şiir poetikasını bu iki dizeyle göstermek mümkün. Dergi; romantik, sloganik. Ama imgesel bir slogan bu.

Ay Işığı, İslamcı kesimde çıkan Ay Vakti'nin benzeridir. Bu dergileri birer şairle bütünlemek istesem, derim ki: Ay Işığı, Ahmet Erhan'a; Ay Vakti, Erdem Bayazıt'a benzer.

*

Türkiye solunda Nâzım Hikmet, bir milattır. Nâzım Hikmet'ten sonra Türkiye solu ikiye ayrılır. Ay Işığı, bu kırılmanın Nazım Hikmet tarafındandır. Bugün ikisinin tekrar birleşme gayreti içinde olduğunu bazı mecmualardan okuyorum. Bu, zor mu zordur.

 Ay Işığı, için 68 Kuşağı'nın birikimleriyle besleniyor (Fransa- 1968 Hareketi.) Cemal Süreya, bu dönem şairlerinden Abdülkâdir Budak için yerli Lorca demişti. Değil oysa. Sadece benzetmişti.

 

Sarmal Çevrim, Mart- Nisan 2022

 

Dergi, Bursa'da çıkıyor. Bursa, eskiden beri sanat şehri. Hatta bunu Sarmal Çevrim'in bu sayısı bu tespitimizi kanıtlamak için çıkmış gibi. Ulusal Kültürümüzün Kökleri Bursa, adlı metin bu amaca matuf.

Daha önce adını duymamıştım. Ahmet Özer'in, Taceddin Bir İnsan, adlı bir destan çalışması varmış. Nâzım Hikmet'in destan anlayışı hakim şiire. Mısraları kırma, olağanüstülükten uzak durma vs.

Orhan Veli şiiri hakkında önemli bir çalışma var: Parça parça. Orhan Veli'nin, şiiri müreffeh sınıfların zevki olmaktan çıkardığı söylenir. Doğru. Örneğin İkinci Yeni şiiri de aristokrat katın değil sınıfsız ama soylu ruhların şiiridir.

Saba Öymen yazmış. Metnin başğı: Evin İçinde Yolculuk. Yazıda 'Xavier De Maistre'nin 'Odamda Yolculuk kitabı konuşulmuş. Xavier De Maistre, kırk iki günlük ev hapsindeyken yazmış bu eseri. Nuri Pakdil'in 'Otel Gören Defterler'ine çok benziyor. Üslûb ve mantık olarak.

Bu sayıdaki bir yazıdan dolayı 'Köy Enstitüleri' için şunu eklemek isterim. Köy Enstitüleri, başlangıçta değil ama sonlara doğru konizmin etkinlik sahasına dönüşmüştür. Sanırım kapatılma sebebi de budur. Komünizm doğuşundan beri bir taşra ideolojisidir. Köy Enstitüleri'ne sirayet etmesi de doğaldır.

Bir de edebiyat ödülleri için parantez açmak isterim. Birçok yerde birçok ödüller veriliyor, bunlardan haberdar olmak ve ödülleri takip etmek neredeyse imkansız hale geldi. Hiç tanımadığımız isimler adına verilen ödüller var.

  

Yitiksöz, Nisan- Mayıs 2022

                          

Bir gün Burgaz Adası'nda deniz kenarında yürürken Sait Faik'in 'Karanfiller ve Domates Suyu' öyküsünün kahramanı Kör Mustafa ile karşılaştık. Nuri Pakdil, yaşlı adama 'Sait Faik'i tanır mısın?' dedi. Adam da 'tanımaz olur muyum, öyküsünde anlattığı Kör Mustafa benim' dedi. 'Bakın evim de orada' dedi. Nasıl bir insandı Sait Faik diye ikinci bir soru sordu Nuri Pakdil. 'Nasıl olacak beyim, bir iti vardı aylak aylak dolaşır dururdu.' demişti Kör Mustafa.   

                                        Arif Ay ile Söyleşi'den (s. 85)

 

Yitiksöz Kahramanmaraş Belediyesi'nin çıkardığı bir dergi. Merkezî dergilerde yazanların çoğunu ara ara da olsa Yitiksöz'de görüyorum. Yitiksöz, şiir bakımından sönük bir dergi. Ama baskı kalitesi yüksek derginin. Birinci hamur kâğıtla çıkıyor. Oysa Dergâh, kâğıt tedarik edemediği için kapanmıştı. Taşra edebiyat dergileri merkezî dergilerden daha mı zengin? Öyle gözüküyor. Gerçi edebiyatın merkezi neresi, hangi dergiler; bunu bilen de yok. Merkezî dergilerin olduğu yerde artık merkez yok gibi. Merkez, merkezin dışında.

*

Yaşar Ercan, eleştiri mekanizmasını anlatmış. Olumsuz bir bakış açısıyla. Gerçi eleştiride ana etken 'kültürel iktidar' kavramıdır. Kültürel iktidar çabası eleştiriyi bir tür olarak bayağı yamultmuş gözüküyor. Eleştiri, bazı isimlerin duyulması, görülmesi; bazılarının da hasır altı edilmesi için kullanılıyor. Buna ben 'Kriminolojik Eleştiri' derim. 

Hayrettin Orhanoğlu, evvelden okuduğum bir isimdi. Eleştiri metinlerini dikkate alırdım, O'nun. Ama rahmetli nedense çözümlemelerinde vasat şairlerin ürünlerinden örnek verirdi. Bu tutumu da O'ndan uzaklaşmama neden olmuştu.

 

Şiiri Özlüyorum, Kasım- Aralık 2021

 

Cansu Aydın 'Kültür Endüstrisine Seng' adlı bir metinle kültür endüstrisini konuşmuş. Yazıya Francisco Jose de Goya y Lucientes'in 'Aklın Uykusu Canavarlar Üretir' tablosuyla başlamış. Kültür edüstrisi kavramını ilk kez Frankfurt Okulu üyelerinden Theodor W. Adorno ve Marx Horkheimer kullanır. Frankfurt Okulu, modern düşünceye ve sanata etki etmiş bir mektep. Aslında temelinde de bir Yahudîlik mefkuresi hakim. Mesela 'Auschwitz'ten sonra şiir yazılamaz, deyişi şiir sanatına yeni bir tarih biçme fikriyle alâkalı bir şeydir. Oysa şiirin böyle bir tarihle ne ilgisi var. Şiirin aklının hayalinin şaşğı daha nice büyük facialar yaşanmıştır yeryüzünde ama şiir yine de susmamıştır. Şiir sussa Yahudilerin Filistin'de yaptığı kırım ve kıyımlarda; 11 Eylül sonrası Büyük Doğu'da, Afganistan'da büyüklüğünden dolayı çetelesi tutulamamış acılarda, Boşnaklara yapılan sınırsız katliamlarda susardı.

Ama Adorno, kültürün kapitalizm tarafından ele geçirildiği ve yönetildiği düşüncesinde haklıdır. Şu an için yaşadığımız dünyada kapitalizm o kadar da ustalaştı ve bilgeleşti ki hiçbir şey onun egemenliğinden kaçamıyor. Hangi bakir tespihe el atsan kapitalizm onu çekmeye başlıyor. Kapitalizm modern hayatın, kültürün neredeyse 'ilk cevher'ine dönüştü. Her şeye kendi damgasını vurarak o şeyi yeni bir biçim ve mantıkla var ediyor.

Adorno'ya göre 'Kapitalist üretim ilişkilerinden kurtulmuş kapitalist üretim güçlerinin özgür bir topluma götüreceği yolundaki Marksist inanç yalnızca bir yanılsamadır.'  Ve Adorno, 'Marksizmin vurguladığı devrimci özne'ye de inançsızdır. Bence komünizm devrimci özne ile alay etmiştir. Devrimci özne'nin bitişinde sosyalizmin büyük etkisi var. Marksizm, devrimci özneyi neredeyse yalancı çoban hikâyesindeki bireye dönüştürdü geçen yıllar içinde; onun güvenirliğini, imajını, gerçekliğini epey sarstı. Devrimci özne'den devrimci bir özne olamaz artık.


Şunu da eklemek isterim. Ama Adorno'ya da haksızlık etmeden. Çünkü Adorno, sanatın biraz pasif de olsa ümidi temsil ettiğini söyler. Modern dünyada neşet eden onca ütopyaya rağmen Avrupa'nın üzerinde bir Yahudi karamsarlığı da hayalet gibi gezmiştir. 'Auschwitz'ten sonra şiir yazılamaz, vurgusu bu karamsarlığın ortaya çıkardığı bir vazifedir.

Oysa sanat; umut cevherini kaybetmemiştir. Modern dünyadaki genel entelektüel Yahudi karamsarlığına aldırış etmemiştir.  Sanat, hâlâ ümidi kovalıyor.

*


Artemis, Nisan- Mayıs- Haziran 2022

 

Artemis, şiir bakımından pek öne çıkan bir dergi değil. Yıllık için Artemis'te şiir bulamasam da yine onu alıp okuyorum. İlk şiir Yüksel Pazarkaya'nın. Yüksel Pazarkaya, şair kişiliğinden daha çok çevirmenliğiyle ön planda.

Söyleşi, Yüksel Pazarkaya ile yapılmış. Almanya ve Türkiye arasındaki edebiyat ve göç ilişkisi öne çıkıyor söyleşide. Diyor ki 'Ben Almanya'ya geldiğimde savaş sonrasında Türk yazarlarından bir tek kitap bile henüz Almanca'ya çevrilmemişti. Türk edebiyatı diye bir kavram yoktu. İlk iki çeviriyi Unesco programı kapsamında Yaşar Kemal'den Frankfurt Üniversitesi Türkoloji profesörü dostum rahmetli H. Wilfrid Brands yaptı: İnce Memed ile Teneke.'

 Gerçi Türk şairlerinin başka dillere çevrilmesi coğrafî kutuplar ekseninde oluyor. Avrupalı milletler bir Sezai Karakoç'u veya Cahit Zarifoğlu'nu daha keşfetmedi. Keşfettikleri an hakikaten Türk şiirini daha iyi ve doğru yerden tanıyacaklar.

Yüksel Pazarkaya'dan şu tespiti almak isterim buraya: 'Her toplumda dışardan gelene mesafeli, kuşkulu bir bakış vardır. Özellikle somut farklılıklar varsa. Dışardan gelen sanki düzeni rahatsız eder. Almanlar İkinci Dünya Savaşı'nı kaybedince, bugün Polonya ve Çek sınırları içinde kalan yerlerden milyonlarca Alman göçmen yeni sınırlar içinde kalan bölgelere göç etti. Alman olmasına Almandılar, ama tepkiyle karşılandılar. Onlar ancak 1955 yılından itibaren İtalyan işçiler gelmeye başlayınca dışlanmaktan, horlanmaktan kurtuldular. Tepkiler İtalyanlara döndü. İtalyanlar daha yabancı olarak algılandılar. 1961 sonrası Türkler gelmeye başlayınca, İtalyanların yerini aldılar dışlanmakta.'

Çivi çiviyi söker.

 

Papirüs, Ocak- Şubat 2022   


Bu sayıda daha çok II. Yeni çerçevesinde Cemal Süreya konuşuluyor. Ama bunu bir eleştiri olarak görmemek lazım. Dosya, bir Cemal Süreya özeti gibi olmuş. Sol şiir ortamında Nâzım'dan sonra Cemal Süreya ağırlık kazandı. Çünkü solda bir Nâzım kültürü oluştuğu gibi bir de Cemal Süreya kültürü var. Orhan Veli'de örneğin bu etki yok.

Metinlerden de anlaşılacağı gibi Cemal Süreya teknik açıdan Fransız şiir kültürüyle halk şiir birikimini harmanlayarak edindi şiirindeki ana omurgayı. Tabiî halk şiirinin imkânlarını kendi şiiri açısından bitirince folklorun şiire düşman olduğunu söylemiş gibi. Attilâ İlhan, halk şiirine değil daha çok Divan şiirinin edasına yaslandı. Şehirli bir romantizm ortaya çıkardı.

Asım Bezirci, anılmış. M. İlhan Erdost'a İkinci Yeni'nin poetikası bahsinde yer verilmiş. Ama Hüseyin Cöntürk'ten bahis yok. Asım Bezirci, aslında İkinci Yeni'yi yorumlayamaz. Birikimi buna yetmez. O, daha çok Birinci Yeni'yi bilir. Muzaffer İlhan Erdost ise ilk İkinci Yeni eleştirmenidir, ama onun eleştirisi ilk ufak dokunuşla kaldı. İkinci Yeni şiirini anlamanız için Hüseyin Cöntürk'ün o büyük külliyatını okumak zorundasınız. Ve ne Asım Bezirci ne de M. İlhan Erdost; Hüseyin Cöntürk kadar modern şiir eleştirisine hâkimdir. Şair- eleştirmenler dışında kalıp da ömrünü sadece şiir eleştirisine hasretmiş bir isim varsa o da Hüseyin Cöntürk'tür. Cöntürk'ün öncesi de Nurullah Ataç'tır.

Sabahattin Yalkın'ın şiiri dikkatimi çekti bu sayıda. Şiirdeki birikim ve deneyim celbedici. Uzun bir şiir. İki politik kutbun mücadele tarihi bağlamında gelişen ve hikâyesi olan bir şiir. Aslında bir savaşa hayır şiiri ama yine de şiirin üstünde militarist bir hava ve gerilla zevki var.

TUNA’NIN UTANÇ AYAKKABILARI

(CİPOK A DUNA-PARTON)

...

MACARİSTAN’IN 25. KURTULUŞ YILDÖNÜMÜ

HÖSÜK MEYDANI KIZIL BAYRAKLARLA SÜSLÜ

MACAR KAHRAMANLARININ ÜZGÜLÜ BAKIŞLARI

TAŞLAŞMIŞ BELLİ OLMUYOR GÖZYAŞLARI

RUS BÜYÜKLERİ ŞEREF TRİBÜNÜNDE EN ÖNDE

ĞÜSLERİNDE PARILTILI MADALYALARI

VE BEN SEVMİYORUM SAVAŞLARI

...

 

Yedi İklim, Ocak 2022

 

Nihat Hayrı Azamat, Taht-ı Bâ adlı şiiriyle görünüyor. Azamat, bir ara sık sık Yedi İklim'de karşılaşğımız bir isimdi. Şiirlerinde batıni ve hurûfi bir yorum var.

Hayrettin Orhanoğlu, Adem İdeolojisi ya da Varlık ve Yoklu' metniyle Akif Paşa'nın Adem Kasidesi'ni yorumluyor. Umberto Eco'nun 'Açık Yapıt' fikrini de bir köşede tutarak. Şahsen açık yapıt fikri pek katılmadığım bir görüş. Sağlıklı okumaların önünü tıkayacak ve aşırı yorumlara gebe bırakacak bir okuma fikridir. S. Sontag da böyle düşünüyor olmalı ve aşıöznel ve yorumcu okumanın eseri bağlamından kopardığını söylüyor.

Metnin şurası önemli: ' Tanpınar, Tanzimat ve Servet-i Fünun tecrübelerinde trajedi hakkında Namık Kemal üzerinden bu dönem aydınlarının pek az fikir sahibi olduğunu belirtir. Adem Kasidesi'ne bakıldığında  da trajediyi göremeyiz. Trajedinin  bünyesinde  bilme'nin yeri yoktur. Öyle ki Shakespeare'in kahramanları, bilmezlikler içinde atılırlar trajedinin kucağına. Oysa Dr. Faust'un Mefisto karşısındaki trajik tecrübesi, Hamlet'ten farklıdır. Faust, bilinçlidir.  Dolayısıyla öngörü ya da bilme, trajediyle yan yana durmaz. Bu bakımdan 'Adem Kasidesi', yukarıda belirttiğimiz şartları yani 'öngörü ve bilme'yi de yedeğine alarak trajediye yanaşmaz. '

Aslında trajedi, poetik anlamda idrak edildiğinde tragedyaya dönüşür. Galiba Orhanoğlu bunu demek istemiş. Trajedi, poetik anlamıyla birlik deneyimlendiğinde tragedya ortaya çıkar. Diğer türlüsü sadece trajedide kalır. Ve Tanpınar, Namık Kemal'in için trajedi hakkındaki bilgi sahibi olmadığını söylerken poetik anlamda habersizliğinden dem vurur aslında. Cemil Meriç'in de Namık Kemal'e 'Batı'nın çırağı' demesi bundandır. Akif Paşa'daki 'yokluk istiaresinde de aynı durum geçerlidir. Trajediden tragedyaya geçişi vurgulamaz. Akif Paşa 'trajedi'yi sadece taklit eder.

Trajedi, safiyetle ortaya çıkan bir şeydir, taklitle değil. Örneğin saf ruhun dünyada ezilmesi, engellenmesi ve zorluklarla karşı karşıya gelmesi trajedidir. Ancak dünya hayatının bir imtihan yeri olduğunun bilinmesi, bu tür engellerle karşılaşabilmenin dünya hayatı için olağan olduğunun idrak edilmesi de tragedyaya girer.

Tragedya, trajediyi bilgelikle karşılamanın adıdır. 

 


Akatalpa (Ocak 2022) ve Muhit (Şubat 2022)

 

 

WALT WHİTMANDAN ÖNCE

KARACAOĞLAN: ELİF

                              ( Yazar: Halil ŞAHAN)

 

İncecikten bir kar yağar

Tozar Elif, Elif diye.

Deli gönül abdal olmuş,

Gezer Elif, Elif diye.

 

Elif’in uğru nakışlı,

Yavru balaban bakışlı,

Yayla çiçeği kokuşlu,

Kokar Elif, Elif diye.

 

Elif kaşlarını çatar,

Gamzesi sineme batar,

Ak elleri kalem tutar,

Yazar Elif, Elif diye.

 

Evlerinin önü çardak,

Elif’in elinde bardak

Sanki yeşil başlı ördek

Yüzer Elif, Elif diye.

 

Karacaoğlan eğmelerin

Gönül sevmez değmelerin,

İliklemiş düğmelerin,

Çözer Elif, Elif diye.

                          (Karacaoğlan)

Halil Şahan bu şiir için şunları yazar:  O, Walt Whitman gibi salıvermez kendini. Şu dörtlüğüne bakalım ozanımızın:

Çağır Karacaoğlan çağır

Taş düştüğü yerde ağır

Yiğit sevdiğinde soğur

Sarılmayı sarılmayı.

Bence Karacaoğlan, insanlara sevişin diyor. Onu bunu

kafaya takıp da sevgilinizi boşlamayın anlamı var bu dörtlükte.

Walt Whitman gibi cüretkâr değil sözleri, ama aynı kapıya

çıkıyor: Sevişin.  

Halil Şahan; Karac'oğlan'a haksızlık ediyor. Onun içinde bulunduğu sevme kültürünü- adabını bilmeden konuşuyor. Bu tür kötülemelerle genelde de hep karşılaşıyoruz. Buraya Muhit'in Şubat 2022 no'lu sayısında yaptığı dosyadan bir alıntı yapmak istiyorum: 'Şiirinde 13, 14 yaşında ifadesine kafaları takıp 'O var ya o!' diye parmak salladıkları yıllarda, o yaşlarda annelerin olduğunu görmezden geldiklerini bilmeden Karacaoğlan şiirlerini sadece sevgililere yazılmış aşk mektupları gibi okuyanların 'güzel sever' diye isnat ettiklerini biliyoruz. Ve de bağrı yanık, gönlü dertli olan şairin Hak'tan özge sevdiği olmadığını da biliyoruz.' (Zeki Bulduk)

İsterseniz cevabı Karac'oğlan'ın kendisi versin:

'Karacaoğlan der ki ismim öğerler

Ağı oldu yediğimiz şekerler

Güzel sever diye isnad ederler

Benim Hak'tan özge sevdiğim mi var'

 

 

Muhit, Ocak 2022

 

Nurettin Durman'ın şiirinden şu mısraları alayım önce:

'Bir zamanlar Beylerbeyi'nden bir gayret

Otobüs vapur tramvay ile

Üsküdar Eminönü Sultanahmet

Hutbede Emrullah Hatiboğlu

Caminin sol cenahında Mustafa Kutlu

Biraz daha yan tarafta İsmet Özel'

 

Bir zamanların okumuş yazmış İslamcılarının durumunu anlatan özet bir resimdir, şiirde geçen bu bölüm. Sıkılık ve çalışkanlık dönemleridir yani İslamcılar için. Disiplin ve şevk içre yaşanılan zamanlar. O günden bugüne ne değişti? İncelemek gerek. Ders almak gerek. Birinci dersin sorusunu biz soralım. Dergilerde şiirler neden referanslara göre yayımlanıyor? Kaliteye göre değil de.

*

Arif Ay, Sanat ve İdeoloji'yi yazmış. Yani bir bakıma Cemil Meriç'in 'ideolojiler, idrakimize giydirilen deli gömlekleridir' sözünü irdelemiş. Arif Ay'ın dediği gibi Cemil Meriç bu sözü gelişmemiş beyinler için söylemişti. Kendi fikrimce gideyim bundan sonrasını: İdeolojiler elbet modern çağda ortaya çıkan şeylerdir. Ama eskiden de çatışmalar daha çok mezhepler üzerinden kurgulanıyordu. İdeolojiler her ne kadar toplum içinde bazı çatışmalar meydana getirse de mezhep eksenli çatışmaların etkisini azalttı. Düşünceyi öne çıkardı. Modern dünyanın mezhep ve etnik çatışmalardan biraz uzak durmasında ideolojilerin payı büyük. Mezhepsel ve etnik plandan düşünsel sahaya geçiliyor, ideolojiler sayesinde. Gelişmemiş beyinler isterse ideolojilerden de çatışma ve kan çıkarmaya devam ediyorlar.

 

Muhit, Nisan 2022

İlk sayfada Hakan Arslanbenzer şiiri var. Epeydir, dergilerde görmüyorduk Arslanbenzer'i. Yıllığa almaktan zevk aldığım bir şiir 'Israrla'. Bilgece bir neo-epik şiir, yani ergen ağzı terk eden bir neo-epik şiir yazılabilir mi? İlerleyen yıllarda görebiliriz,  belki. Arslanbenzer'in doktora yaptığını duymuştum. Keşke böyle bir işe girişmeseydi. Akademik dünyanın şairdeki şiirsel özü öldürdüğünü söylemeye ne hacet. Açıkçası akademik ünvana sahip bir şairden şiir okumak istemedim hiçbir zaman. Büyük oranda sanatını tamamlayamayacak kişilerde görülen bir durumdur akademiye geçiş. Büyük şairlerin bir akademik ünvanı yoktur.

*

Harun Yakarer 'Neden bazı saatler alaturka vakitlere ayarlı' adlı bir metinle yer almış dergide. Ben yazıyı okurken sayfanın kenarına aldığım notları eklemek isterim buraya: Vatan duygusu nesilden nesle değişiyor. Vatan savunmasına katılmış bir neslin vatan hisleriyle, rahat büyümüş ve hazzın tavından geçmiş bir neslin vatan duygusu oldukça farklıdır. Bugün uluslararası hava alanlarında memleketinden ayrılan kaç kişide vatandan ayrılmanın ızdırabı var? Vatan sevgisi taşıyan bir insan, sırf hükümet ve iktidar anlayışı değişti diye ülkesini terk edebilir mi? İslam coğrafyasında coğrafî kutuplara bağlı bir göç anlayışı yürürlükte. Coğrafî kutuplar kendisini, başkalarını uygarlık değişimine zorlamayla belirgin kılar. Kutup baskısını küçümsemeyin. Bugün banka hesaplarında Türk lirasının doların iniş ve çıkışına göre hesaplanması, Türk lirasından yarı yarıya kutup parasına (dolara) geçildiğini gösterir. Bütün bunlar yeni gelen kuşağın vatan hassasiyetlerinde gedikler açacaktır.

*

Kuşlar dosyası, okunması gereken bir bölüm olarak öne çıkıyor dergide.

 

 

Birnokta, Haziran 2022

 

Birnokta, taşra manzaralı kapak kullanmayı seviyor, desem, bu cümlem elli yıl öncesinde bir haklılık payı taşıyabilirdi. Ama artık taşra konusuna bakış değişti. Taşra ile doğa birbirinden farklıdır. Tabiat başka, taşra başka. Taşra, bir davranış biçimidir; doğa, beslendiğimiz ana kaynaktır. Domates, kiraz, patates, oksijen... taşralı değildir. Tabiatın içindedir. Derginin bu tür kapakları için sade, mütevekkil diyebiliriz: Sıcak ve samimi.

Birnokta’nın kapaklarında değil fakat İstanbul'da çıkan çoğu dergide taşralı ağız, eda bulunuyor. Ama taşralı da olsa bu şiirlerde konuşan dil, içinde soylu bir ruh taşıyor, bu da işi bir nebze kurtarıyor.

Birnokta, Nuri Pakdil'den ilham alır. Nuri Pakdil'de düşüncede ve kalpte değil lakin davranışlar anlamında 'entelektüel, modern bir Müslüman havası'' hakim.  Yani modern şehirliliği son sınırda yaşayan biri, Pakdil. Dilinde de yaşamında da aynı özeni gösterir. Bir nevi sonradan dünyaya gelmiş bir Ahmet Haşim gibidir.

Resul Tamgüç ile söyleşi yapılmış, bu sayıda. Tamgüç ile tanışmadım. Sorulara verdiği yanıtlar epey şiirsel geldi bana. Örnek: İyi şiir, sahici şiir ne yerde ne gökte hakikati arayan kişinin kalbinin tenhasında. Tanrı'nın yerini soran çocuklara da bu adres verilir.

 

Birnokta, Mayıs 2022


Abdurrahman Karakaş'tan latif bir şiir bulunuyor, bu sayıda. Elbette yeni bir şiir değil ama yine de güzel ve özel bir şiir. F. H. Dağlarca'nın 'Çocuk ve Allah' kitabından fırlayıp gelmiş gibi.

Süleyman Çelik, Nuri Pakdil'in edebiyat kulesini yazmış. Nuri Pakdil, ulaşılması zor bir örnektir. Hem yaşamıyla hem de kanaatleriyle. Çoğu eleştirmen, Nuri Pakdil'in metinlerinde Güneş Dil Teorisi'nin etkisinin olduğunu söylemiştir. Oysa Pakdil yazınında ağırlık felsefî deyiştedir. Eski felsefeciler de böyle yazar, konuşurdu.  Selefî algıdan pay almış zihinlerin asla hazzetmediği bir kişiliği ve dil çeşidi var, Pakdil'in.

Melike Kertmen, Niccolo Machiavelli'nin Prens kitabı'nı değerlendiriyor. Prens, ünlü bir kitap. Bir zamanlar, gazetelerde ve dergilerde epey yazılıp konuşulmuştu. İbn Haldun ile birlikte tabii. Bir yazar için 'isminden bir 'izm' çıkarmak' öyle kolay olmasa gerekir. Gerçi N. Machiavelli, prenslikler üzerinden gelişen bir siyaset kitabı yazmış. Medeniyet bağlamında değil.  'Asabiyye' kavramı, bu kitapta da yeni prensin kendisini halka kabul ettirmesi konusunda öne çıkmış gibi. Prens kitabının yaptığı en önemli vurgu 'her türlü şartta iktidarı korumak adına takip edilen her türlü yolun mübah' kabul edilmesidir. Prens, hiç kuşkusuz bir devlet adamı profili çizmiştir. Ama Farabi gibi düşünürlerin oluşturduğu ideal devlet adamı tipi yanında geri bir yoruma sahiptir, Prens. Prens, medeniyet iddiasında olan devletlerden çok beylik yöneticileri için yazılmıştır.

 

PAY, Mart- Nisan 2022

 

Pay, yeni bir dergi. Ve ilk sayısını çıkarmış. Düşünce, sanat ve edebiyat dergisi olarak tanımlıyor kendisini. Acemilik ve heyecan vurgusu yapıyor. Yazar ve şair isimleri de yeni. Her dergi, kendi yazar ve şairlerini çıkarır, bu doğru. Ama Türk şiirini toplasan elli yılda üç beş iyi şair dışında bir şair de çıkmaz. Gerisi sadece kalabalık aslında.

Celal Fedai ile söyleşi yapılmış. Diyor ki: 'Modern şair, insanı kendisine, topluma yabancılaştırarak modern hayata karışmayarak onu reddetmişti. Post-modern şair ise tersini yapar. Şarlatanca bir eylemdir onunkisi.' Bu sözleri ve mantığı daha önce İsmet Özel'den aynen okumuştum. Ama o, muhafazakârlar için söylemişti, bunu.

Şiir ve hikâyeler şimdilik kayda değer değil. 

 

MUHİT, Mart 2022 

Süleyman Ceran '90'ların Türkiye'sini özleyenler için Hindistan'da 28 Şubat günleri' başlığını atmış metnine. Ben buraya kendi fikirlerimi eklemek niyetindeyim: Geçen günlerde Bibi Muskan Han adlı bir bayan Hindistan'da bir nevi bizdeki 28 Şubat sürecine benzer bir durum yaşamıştı. Yani 28 Şubat sadece bize özgü bir durum değil. İslam coğrafyasında kurulmuş modern ülkelerin çoğu kendi 28 Şubat'larını bir şekilde yaşadılar, yaşıyorlar. Ne demişti Nuri Pakdil, tutsaklık sadece Filistin ile ilgili değil. Bütünlüklüdür. Aslını söylemek gerekirse bizim coğrafi kutbumuz esir edilmişti. Mesele: İslam ülkelerinin kendi coğrafî kutuplarını kurma tehlikesidir. Bu kutup kurulursa Avrupa Birliği ve Amerika gibi birçok coğrafî kutup kan kaybedecektir.

Erol Göka 'Zihnimiz dalgalanır' demiş. İnsan zihninin 'Modus' (Rasyonalite) ile 'apeiron' (sonsuzluk) arasında nasıl salındığını açıklamış. Selefî ve tasavvufi çizgi arasındaki gerilimi buna bağlamış. Hangisi dengeyi bozarsa devreye diğeri giriyor. Yunus ile Ebussuud arasındaki gerilimi düşünün, sonra kadı efendi ile Nesimi. Din, gerçekte bu dengeyi sağlamak içindir.

Göka, William James'in 'doğru ve gerçek' arasında çektiği çizgiyi de anmış. 'Doğru, bilgiyle ve epistemolojiyle; gerçek ise varlıkla yani ontolojiyle ilgili.' 'Doğru, bireyin zihninin ürünü; gerçek ise zihinden bağımsız bir biçimde mevcut.' Bu alıntılar beni 'felsefe'ye götürdü. M. Heidegger  'düşünmek felsefe değildir' derken galiba bu durumu anlatmaya çalışıyordu. Felsefe ontolojik bir alanın dilidir. Zihin onu düşünmese de o olan bir şeydir.

'Ekrem Aytar'ın metni özel. Ama Türklerin İslam dinini kabul etmeleri ticari ve siyasi gibi gösterilmiş, yazıda. Yok be güzel kardeşim öyle değil. Kaderdir. Nasiptir. Ben tarihimizi kutup ekseninde okumayı severim. Ve artık Fransız İhtilali sonrası oluşan tarih algısıyla tarih okumayı bırakmamız gerekiyor. Kutup tarihi okuması yapmalıyız. Yusuf Has Hacib, Kaşgarlı Mahmut, Ahmet Yesevî, Yunus Emre, Mevlânâ... bu şahsiyetler kutup önderleridir. Bir kutbun ilk inşacılarıdır. Ama kutup için tarih isterseniz: 1071'dir. 1071, dünyada yeni bir coğrafi ve medeniyet kutbunun ilk fişeğidir.

Ve Nuri Pakdil dosyası: Epey hacimli. Nuri Pakdil, Sezai Karakoç ve Necip Fazıl dönemlerinde yapılan kültür ve sanat hizmetleri bir dava gibi görülüyordu. Bu, güzel ve özel bir şeydi. Kuruluş da aynı samimiyet içindedir. Okuduklarımdan anlıyorum ki: Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkan dergiler bir cihat ruhuyla daima içli dışlıdır. O zamanlar dergicilikte aşk ve şevk zamanlarıydı. Şimdi bu tür hisleri geride bırakmış bir edebiyat ortamımız var. Türkiye kurulalı nerdeyse 100 yıl oldu. Sanki ortamda, eğitimde, dergicilikte bir çürüme dönemine girildi. Cidal ve cihad terk edildi. Bu, iyi değil. Sağcı hükümetler dindarlığı ve kapitalizmi birlikte sırtlamak istediler. Kapitalist dünyada dindarlıklarını meşrulaştırmak için sermayeyi, meta zenginliğini kullandılar. Bugün sağda değişik bir mücahit - müteahhit tipinin ortaya çıkmasına ön ayak oldular. Bugünün sanat ve iş dünyasındaki samimiyet kaybını burada aramak gerek. Bu vaziyet, Nuri Pakdil'in de beklemediği bir şeydi. Sonuç:

1. Nuri Pakdil'in Kudüs şairi olmasında bir beis yoktur. Kudüs, bir kutup şehirdir.

2. Nuri Pakdil, hep bir bildiri adamıydı.

3. Her bildiri adamı gibi en zarif en celalli yanları birlikte taşıdı, gösterdi.

3. Otoriterdi. Merkeziyetçiliği güçlüydü. Başkentler gibi. Genelde Ankara'da yaşaması belki de bu benzerliktendi.

4. Tembelleri ve miskinleri (miskin Yunus değilse) sevmezdi.

 

Hürriyet GÖSTERİ, Ocak-Mart 2022 

Türkiye, kuruluşundan beri başka kutupların uydusu bir ülkedir. Yerliliğini bile bu kutupların izin verdiği ölçüde gerçekleştirebilmiştir. Sol kutup, bazen bir Avrupacı bazen de bir komünizmacı olarak Türkiye'nin neredeyse ilk seksen yılına etki etmiş bir kutuptur. Seksenler şiirini konuşurken, kutuplar meselesini de gözetmek gerekir. Aynı solun son zayıf etkisidir, seksenler şiiri. Sol şiirin bu belirttiğimiz tarihsel korosu seksenlerde biter. Seksenler şiiri, solun hakim kültürel ve tarihsel akışını taşıyamaz.  Ne halkçı, fütürist, romantik anlamda ne de imgesel bağlamda. Seksenler ve doksanlar şiirine bakan herkes Türkiye'deki kutup değişikliğini rahatlıkla görür. Doksanlarda başka bir kutbun tesiri devreye girer.

Gösteri dergisi, yukarıda yaptığım tarifin yolunda gidiyor. Seksenlere kadar varlık göstermişlerin nostaljik bir dergisidir, Gösteri. Seksenlerden yukarısını kendisine dahil etmiyor. Ya da buna içi el vermiyor.

Cevat Çapan ile bir söyleşi var, bu sayıda. Açıkçası Cevat Çapan'da hiçbir zaman şiirsel bir öz göremedim. Herkesin çalışmayla, didinmeyle yapabileceği şeyler yapıyor, Çapan.

Feridun Andaç 'Hilmi Yavuz'un bir kitabına değinmiş. Hilmi Yavuz, ilginç bir şair. Doğu imgesini işlemeye çalışır şiirlerinde, tarihe gider, Türkiye'nin zihinsel haritası falan, der. Nasreddin Hoca'yı yazar. Yavuz, Nasreddin Hoca'nın 'haksızlık karşısında kesin tavırdan kaçınan, durumu idare eden 'court jester' gibi davranan bir kaypak olduğunu, söylemiş. Yavuz'un, Nasreddin Hoca'ya bakışı da 'Doğu imgesi' de oryantalisttir.  Nasreddin Hoca'ya bu gözle bakan biri Türkçenin bir ucunu elinden kaçırmış olur.

 

Muhit, Şubat 2022


Muhit epeydir, dosya konularıyla çıkıyor. Bu sayıda 'Türkü Dosyası' var. Hoş ve önemli yazılardan oluşmuş. Türkü adına milat diyebileceğimiz isimler adına iki görüş öne çıkıyor. Birinci görüş Karac'oğlan'da karar kılarken diğer görüş de Hatayî ve Pir Sultan Abdal, demiş. Neyse. Yerine göre ikisi de haklı.

Parantez: Türkü, insanımız için hak aramada önemli bir araçtır da.  Belli bir irfanın içinde kalarak, türküler bu vazifeyi hep görmüştür. İrfan, önemli bir kavramdır türkü için. Zamanında halka yayılmak isteyen ideolojiler, türkü- halk yakınlığından dolayı  bazen türküleri araç olarak kullanma yoluna gitmiştir. 60'lı ve 70'li yıllar; sloganların ve türkü meşrepli şiir ve dizelerin el ele gittiği bir zemindir, şiir açısından. Belki türkü ya da folklorik unsurlar bu dönemde şiiri toplumsallaştırma amacıyla sosyalist gerçekçiliğe davet edildi. Aynı zamanda türkü burjuva zevklerine karşı da bir muhalifliği imliyordu.

Bence resmi Batılılaşma ve yabancılaşma dönemlerinde 'Türkü' dinden sonra halkın sığındığı en önemli emin belde olmuştur.  Yabancılaşma, temelde ontolojiye de etki eden bir güvenlik meselesidir.  Kültüre ve medeniyete yabancılaşan  siyaset ve kamusal ortamda  insanımız  dinî değerlerin ve türkünün elinden tutarak  emin yer , emin bir anlam atmosferine kavuşmuştur.  Yalçın Çetinkaya 'Kur'an ve Türkü' derken bunu ima etmiş biraz da.

'Gökyüzünde bölük bölük durnalar'

Müthiş bir tasvir. Yazıyla olmaz bu. Türkünün nefesi girmeli bu etkili tasvirin içine. A. H. Tanpınar, türküleri romanlarımız olarak görmüş. En içli ve mecaz dolu tasvirlerimiz de türkülerimizdir.

Türkü yazılarında en çok gurbet duygusu öne çıkmış. Diğer yandan ölüm ve ayrılık konusu daima ön plandadır, türkülerde. Ölüm, bizim kültürümüzde asla trajedi nesnesi olarak algılanmaz. Ölümün bir trajediye yol açtığı düşünülmez. Neden? Çünkü ölüm Allah'ın emri. İnsan, Allah'ın emrine girmekle trajediye düşmez. Aksine Allah'ın emrinden çıktığında trajediye düçar olur. Aynen ilk trajedi sahibi Adem babamız gibi.

Ayrıca bir şey dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. Ölüm, Mevlânâ'da olsun Yunus'ta olsun' sevgiliye kavuşma ve toy' şenliği içinde düşünülür. Büyük şairlerden hiçbirisinin edebi ayrılıklardan dolayı ölümü suçladığını görmedim. Bakın Yahya Kemal ne diyor: 'Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi / Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.'

Şu da edebiyatımızın sözlü kültürün ölüm karşısındaki muhteşem yorumu:

                                 Bu dağlar olmasaydı,

                                  Lalesi solmasaydı,

                                  Ölüm Allah'ın emri;

                                  Ayrılık olmasaydı...

Suç ölüme değil ayrılığa yükleniyor. Bu, ölüme karşı büyük bir hürmet.

*

Emir engellenirse çünkü ruh da engellenir; trajedi yaşanır.



Y. TÜRK