16 Haziran 2015 Salı

15. Kahraman Eksenli Siyasada Zafer Anlayışı




Son yüzyılda Orta Doğu’da neredeyse, Çanakkale’den başka, kazanılmış daha şümullü bir zafer yoktur. Bu başarı, Osmanlı’da  omurgayı taşıyan düşüncenin yani kahraman eksenli savaş stratejisinin bir ürünüdür.  Sünni Arapların, Kürtlerin ve Türklerin bir kahraman etrafında, uzaktan yakından yani aynı ruh içinde vermiş oldukları son büyük savaşın adıdır Çanakkale. Bu savaşta ne Araplara ne de Doğu’nun herhangi bir etnik öğesine karşı alınmış hiçbir cephe ve art niyet yoktur. Tersine bir kucaklaşmanın,  büyük bir ortaklaşmanın bir ürünüdür, Çanakkale. Sonraki dönemlerde, bu mirası hem kullanıp hem  ona ihanet ederek ortak kahramana dayalı yaşam, kültür, siyaset bilincini yok etmeye çalışmış Kemalizm ya da  cumhuriyetçi siyasa ile bu ruhu  alakalandırmak bu yüzden büyük hatadır.
Bugün bakıyorum da Çanakkale ruhunu cumhuriyetçi ve Kemalist rejimlere yıkan sosyalist ve ulusalcı marjinal Kürtler, bu ruha karşı Kürt Kemalizm’i  diyeceğimiz bir ruh içinde kendilerine ayrı bir ulus bilinci kazandırma uğraşısı veriyorlar.  Ve  bu ulusal bilinci Amerika’nın desteği altında Orta Doğu’nun diğer unsurlarını yok ederek kazanmaya çalışıyorlar.   Bir kavmiyetçi cinnet olarak da okuyabileceğimiz bu hareket  Kürt- Arap düşmanlığının en etkili tohumlarını ekmekten başka bir işe  yaramıyor.
Oysa Doğu’da zafer anlayışı hiçbir zaman bu minval üzere olmadı. Türk’ün ya da Kürt’ün, Arap’ın kazandığı ama bunlardan birinin kaybettiği bir savaş zafer olarak adlandırılmamıştır.  Hem  Türk hem Arap hem Kürt kazanmışsa bir savaşta, işte o ancak zaferdendir.
Hamdi Tanpınar yeni yüzyılın başında beliren edebiyatımız için ‘kriz edebiyatı ‘ ifadesini kullanmıştı.  Aynı kriz bugün edebiyatı da aşmış bir kriz toplumuna, kriz millet ve yanlış zafer anlayışlarına doğru ilerlemiştir. Bu da ortak bir kahraman-siyaset etrafında harekete olan ihtiyacın önemini artırmıştır.



Y. Türk

14 Haziran 2015 Pazar

Dil, Meşrep

Dilimiz bazen öyle bir hayat yaşar ki, akşam olunca ağızda uyumak istemez. Mübarek mekan ağızdan, bir ahıra kaçma arzusu duyar. Belki de hayvan gibi gündüzü yaşadı, geceyi de meşrebine uygun bir yerde geçirme gereği duyuyor.

Kusura bakmayın, bu dil öncelikle benim dilim. Ama genelde, bir  toplum sorunu. Dil, eğer insanlar arasında bir araçsa ve halk arasında geziyorsa onun yaşam şeklini de sorgulamak gerekli. Mesela hiç dikkatinizi çekmedi mi? Dilinize yansıyan sözcükleri deme tavrının doğanıza ve kültürünüze edaca yansıdığı. III. Selim’den itibaren konuşulan Türkçe’nin kudüm ve zillerle gevşeyip bir fikir taşıma ciddiyetinden uzaklaştığı.

Dilde meşrep bu yüzden hayati derecede önemlidir. Sanırım insanlara günlük hayat içinde  kat tayin eden de budur.Böyle de olsa, benim at koşturmak istediğim dil bazılarının karnımda birilerinin göğsümde dediği dalak dilidir. Bir çeşit ümmet dilidir. Halk, orada en net görünür.

Çünkü Milleti daha ziyade yürekten bilmek gerek. Ben halkı içime ekip burada hasat etmeyi severim. Halkın köklerini orada daha iyi görürsünüz. Halk sade el ayak, oturup kalkma veya kültür seremonisi, kelimeler yığını değildir. Halkın biçimi, iç dünya ve manasının yanında nedir ki?  


ADEM KALAN