İçerde, şehirde virüs nedeniyle tam kapalı olmasa da
kısılı kaldık. Mekânda sabitlik konusunda kendime güvenim yok. Dağlara, tepelere kaçabilirim. Bu nedenle
Kuruluş’un Temmuz-
Ağustos 2o2o sayısını erken duyurup, yayımlıyoruz.
Bu sayıda, felsefenin şairi Yücel Kayıran'ın şiiri üzerine düşünüldü,
yazıldı.
İyi okumalar.
![]() |
Yücel KAYIRAN |
Okuyucunun Yücel Kayıran şiirinde sürekli kendini dışarıda hissettiği nokta da merak uyandırıcıdır. Bir çitin arkasından görünür çünkü Yücel Kayıran şiirindeki her şey. Uzaktır, yalındır, ilgi çekicidir. İzlemekten kendimizi alamayız. Ondaki anlam verebildiğimiz şeyleri de, hemen anlam veremediğimiz şeyleri de. Karl Marks’ın geçtiği bir şiirinde Hz. Muhammed’le de karşılaşırsınız çünkü. Hz. İbrahim’i bir bakmışsınız bugüne taşımıştır; kapı komşunuz veya dostunuzdur o. O şekilde şiirine taşır Yücel Kayıran. Ve her ne kadar bu isimlerin, tarihsel ve sembolik anlamları varsa da, Kayıran şiirinde nasıl geçtiğine, şairin neden ve nasıl o ismi andığına odaklanmak gerekir. Tarihsel anlamının dışında bir anlam yüklemiştir çünkü Yücel Kayıran. O isim bir çıkış noktasıdır. Başka noktalara yönelmeye de vesiledir. Fakat onun asıl söylemek istediği, kendisi üzerinden bugüne dairdir. Bu anlamda Yücel Kayıran şiiri bugünün anlamlandırılma çabasıdır.
( Ömer YALÇINOVA, Kuruluş, Sayı 40, S. 5)
YÜCEL KAYIRAN ŞİİRİNİN KİŞİSİ
Muhammed’in (S.A.V.) Mehmed’i.
Bir yanında doğa bir yanında fıtrat. Zihni hem
Doğu hem Batı: İki kanat. Göğü ilahiyat. Eflatun’dan Hallac’dan, Gazalî’den
nasipli bir zanaat.
Üstünde Şems’in homurtusu, daraltısı;
bedeninde hem Mayakovski’nin pantolonu hem Cüneyd’in harmaniyesi; solunda akan
müzikte Mozart’ın biyolojik tınıları, sağında fıtratın çağıl çağıl köpürerek
akan İtrî’nin tekbiri; arkasında durmadan onu paltosundan çekiştiren trajedi, önünde
ona gel diye el eden pırıl pırıl ilahî;
bazen etinin kemiğinin serüvenini yaşıyor, çay gibi akıyor; bazen
vahdette, ümmette birlik deryasında gürül gürül çağlıyor; an oluyor bir ot
kadar fâni, ötesiz görüyor kendisini bazen de huyu sonsuza çekmiş bir âşık
kadar dünyaya sığmayan birisi. Gönül çeşmesi bazen damla damla, bazen selli
akıyor.
İnkâra yaklaşır gibi oldu, bazen çamlar
devirdi. Kirlendi. Bu kir, öyle serin şelâle suları altında sabunlanarak
arınacağı bir şey değildi. Bu kiri, ancak ateş temizlerdi; kendini yaka yaka
temizledi. Hayatı yanmanın ve sevinmenin; karanlığın ve aydınlanmanın eylem
yeriydi.
İktidarın değil kovulmuşların vicdanı. Hem
bilge hem celalî. Ama Hallac, Cüneydî gibi, ilahî aşkı söndürenlere karşı
celalî. Şunu da ilginç görmeli: Kadıların dinden tart ettiği Hallac ve
Sühreverdi’nin çıkış kapısından o, İslâm’a girdi.
Kalbi hep bir
savaşta ama sonunda ganimet yok. Tek
derdi: bir ışıma. Bir amentü: Temiz ve berrak bir hava. *
*Yeprem Türk’ün bir şiirinden
(Yeprem TÜRK, Kuruluş,
Sayı 40, S. 17)
Kuruluş