19 Kasım 2020 Perşembe

NOT


Devlet Şiiri kavramını bünyem benden daha iyi biliyor.  Dedim ki bir dizemde ‘Meni beni ta nerelerden getiren gemi’

Bu mısraımın temeline aşağıdaki metinleri koymak isterim. Devlet Şiiri galiba böyle bir şey.

 

1.

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

 (Şeyh Galip, Hüsn ü Aşk)


 

2.

İnsan bedeninin başlangıç ve sonunu bildirir.  

Ey aziz, malûm olsun ki; filozoflar demişlerdir ki: Bedenlerin başlangıcı ve sonu topraktır. Nitekim Hak Taâlâ Kelâm-ı Kadim'inde: "Sizi yerden yarattık; yine ölümünüzden sonra sizi toprağa döndüreceğiz. Hem de ondan sizi başka bir defa aha çıkaracağız." (20/55) buyurmuştur. Zira ki yukarıda açıklandığı üzere yıldızların şualarının tesirleri ile dört unsur toplanıp, kaynaşmaları bir miktar itidal buldukta; toprak kendi suretini terkedip, bitki suretine gelir. O bitki ya ekmek veya hayvan yemi olur. Böylece ekmek ve hayvan, insan gıdası olduğundan, sözü edilen kuvvetler bu minval üzere hizmetlerinde bulunup; çekme kuvveti, ki iştihadır, gıdayı çekip, tutma kuvveti hıfzedip, hazmetme kuvveti pişirir. Ayırt etme kuvveti kalını inceden ayırıp, itme kuvveti kalını bağırsaklar yolundan çıkartıp gider. Bu durumlar, kuvvet ve zayıflığa göre iki saatte veya üç saatte veya dört saatte midede meydana gelir ki, ona ilk hazım derler. Sonra inceyi, ciğer kendine çekip sözü edilen kuvvetler midedeki işlemleri bir daha orada işlerler. O zaman orada kesif olan dört kısım olu ki: Bir kısmı dalağa gidip siyah köpük olur. Bir kısmı safra kesesine gidip safra olur. Bir kısmı böbreğe gidip sidik olarak mesaneyi bulur. Bir kısmı akciğer tarafına gelip, göğüste balgam olur. Bu durumlar dahi kuvvet ve zayıflığa göre iki, üç, dört saatte ciğerde meydana gelir ki, buna ikinci hazım derler. Onda kalan latif halis kan olup, ana damarlara ve azaya akıp gider. Bu kuvvetler, işlemlerini bir daha damarlar içinde belirli bir müddetle tamamlarlar ki, buna üçüncü hazım derler. Bu hazmın tortusu deliklerden çıkıp; kulak kiri, çapak, burun kiri, kıl, tırnak, ter ve uzuvların kiri olur. Eğer bunlardan fazla o tortudan bir nesne kalırsa akıntı, nezle, yara, cerahat gibi hastalıklar olur. Damarlar içinde kalan latif kanın her cüz'ü bir uzva bölünüp, şekil verme kuvveti  o cüzleri bulunduğu uzuvlar rengi ile tasvir eylediği halde, o kuvvetler o işleri o müddette o damarlar içinde bir dahi ederler ki, buna dördüncü hazım derler. Bu hazmın kalıntısı bedenden eksilen kısımları doldurur, tamamlar. Belki fazla et ve yağ olup, o cismi güzel ve yağlı eder. Kalan latifin özünü, üreme kuvveti erkeklerin sulbüne çekip, onda meni eder. Kadınların göğsüne çekip, onda hem meni ve hem süt eder. Sonra o gıda hülasası olan meni, belirli bir kuvvette birleşme vasıtası ile kadınınki ile birleşir. Rahme düşer. Orada kırk güne dek meni suretini terk edip, kan pıhtısı suretine gelir. Yani uyuşmuş kan olur. Ve bir kırk gün daha geçtiğinde yani seksen gün sonra o kan pıhtısı et parçası olur. Üçüncü kırk gün tamamında yani yüzyirmi gün sonunda o et parçası içinde kemikler, sinirler, damarlar, uzuvlar, etler, yağlar, saçlar, tırnaklar vücuda gelir. Dördüncü ay tamamlandığında ceninin bütün azaları olgunlaşıp, onda hayvanî ruh tasarruf sahibi olup, göbek bağı yolundan gıdası kan olur. Çünkü nutfe rahimde karar bulup: Evvelki ayda zühalin terbiyesinde olur. İkinci ayda müşterinin terbiyesine gelir. Üçüncü ayda merihin, dördüncü ayda güneşin, beşinci ayda zührenin, altıncı ayda utaritin ve yedincide ayın terbiyesini bulur. O halde eğer yedi aylık doğarsa o çocuk yaşar. Eğer sekiz aylık doğarsa ölür. Zira ki, sekizinci ayda zühalin terbiyesine gelir. Zühal, soğuk ve kuru olduğunda tabiatı ölüm olur. Eğer dokuz aylık doğarsa müşterinin terbiyesinde olduğundan ölmez, yaşar. Zira ki müşteri rutubetli ve sıcaktır, tabiatı hayat olur. Anlatılan başlangıç yolunu, Hak Taâlâ beyan edip buyurmuştur: "Biz insanı muhakkak ki çamurun özünden yarattık. Sonra Adem'in neslini sağlam bir yerde (rahimde) az bir su nutfe yaptık. Sora o nutfeyi kan pıhtısı haline getirdik. Ondan sonra kan pıhtısını bir parça et yaptık; o et parçasını da kemikler haline çevirdik. Kemiklere de et giydirdik. Sonra ona başka bir yaratılış verdik. Bak ki şekil verenlerin en güzeli olan Allah'ın şani ne yücedir!" (23/12- 14) Bu tafsilin özü böyle olmuştur ki: İnsan bedeninin madde ve aslı topraktır. Toprak önce bitkiye gelip, ya ekmek veya hayvan yeygisi olmuştur. O ekmek ve hayvan insan gıdası olup, ondan erkeklerde ve kadınlarda meni suretini bulmuştur. Sonra ana rahminde nutfe, kan pıhtısı, et parçası olup; kemik, sinir, damar, et ve yağ ile dolmuştur. Sonra ya kız veya erkek oldukta; ruh bulup, doğup ortaya çıkmıştır. Ya yaşayıp kemalini bulmuştur. Veya akıl baliğ olmayıp çocuk iken ölmüştür. Halbuki feleklerin hareketleri ve yıldızların şuaları ile toprak unsurunun bin cüz'ünden ancak bir cüz'ü bitki olur. Bitkinin bin cüz'ünden bir cüz'ü ancak ekmek ve hayvan olur. Hayvanın binde biri ancak insan gıdası olur. Gıdanın bin cüz'ünden bir damlası meni olur. Bin damla meniden ancak bir damlası rahme düşer. Rahimlere düşen nutfelerden binde biri çocuk olarak doğar.

İbrahim Hakkı, Marifetnâme


Yeprem Türk  

BUZDOKUZ. Sayı 1


BUZDOKUZ. Sayı 1. Dergiyi Hakan Şarkdemir ve Hayriye Ünal çıkarıyor gibi. En azından Buzdokuz’un şiir anlayışına bu iki ismin sanat yordamları hâkim. Kökende Dada’ya bağlı olduklarını izhar ediyorlar. Hâlâ şairlere torbadan kelime çekmeyi öneriyorlar. Dada hareketi ilginçti. Bizim halk şairlerimiz bu şiir akımına tanıklık etselerdi,  kısa yollu adlandırma alışkanlıklarının bir sonucu olarak Dada’ya, Tombala Şiir diyebilirlerdi.   

2020 yılında Türkiye’de çıkan bir derginin bu akımı kök kabul etmesi ve sırtını ona vermesi hayli ilginç. Epey de bir gericilik.

Bu akımın halk içine etkisi hipy'ler çıkarması ile olmuştu. Yani Dada’nın sonucu: Hipy’lerdir. Onlar da yaptıklarının bir manasının olmadıklarını anlayıp hayal kırıklıkları içinde mistisizme, anlama yöneldiler. Yaralarına ilacı orada buldular. Yücel Kayıran’ın bir dizesinde dediği gibi ‘Anlam insanı iyileştirir’.

 

Hakan Şarkdemir’in ‘İleri Şiir’ kavramı var dergide. Ve ileri şiiri şöyle tanımlıyor, Şarkdemir.  1. Kültürel habitusa karşıdır. 2. Hiçbir estetik ve politik muhite bağlanımı yoktur.  3. Yıkmak barbara özgü bir eylemdir. İleri Şiir egemen dili yıkar.

Bu ifadeleri kültürel habitusa karşılık bakımından ölçelim önce. İleri Şiir ifadesi, modernizmin ürettiği ileri toplum, ileri düşünce vb. fikir havuzunun bir devamı, bir ifade biçimidir aslında. Kavram olarak içine doğduğumuz anlayışa mahsustur. Tabiî Batı’nın kültür sahası içinde ya bu habitus, ona bir şey demez Şarkdemir, terakkisinin bir gereği olarak.

 

Hiçbir estetik ve politik muhite bağlanımı yoktur. Bu bağlamda Hakan Şarkdemir, İleri Şiir adına tüm söylediklerine işte Deleuze de böyle düşünür, Clegg ve Guttmann’in söylediği şu cümleler de yazımı ve düşüncemi destekler mahiyetinde referanslar getirmiş şiir düşüncesine. Madem tüm estetik ve politik muhitleri reddediyorsun, neden görüşünü bu şairlerin ve sanatçıların görüşleri üstüne bina ediyorsun. Onları da ötelemen gerekmez mi? Gerekir elbette.

Hâkim estetiğin reddini en iyi yapan kişi: Şems’tir. Şu, bunu dedi; bu şunu dedi’ yi bırakıp ben ne diyorum, derdine düş, anlamında şeyler söylemiş, Şems. 

 Dergide öne çıkan diğer bir öneri de: Şiirin çıkmazda olmakla ilerleyeceği düşüncesidir. Bunu da zaten Turgut Uyar’dan biliyoruz. 

Yama Şiir için de Buzdokuz bir şeyler söylemiş. Onu konuşmak bile abes. Osman Serhat Erkekli, benim bir şiir kitabımdan dizeler seçerek Olağan Şiir’in son sayısında (16) bir Yama Şiir yapmıştı. Yazdığı demiyorum, yaptığı yama şiirdi Erkekli’nin.  Eskiden beri olan bir şey bu, bizim şiirimizde. 


Yeprem Türk