Allah, Rab, ...kalp, dağ, göz...Havva kelimelerini olduğu gibi
kullanarak metafizik yaptığımı mı sanıyorum şiirde? Şair,
sözcükleri olduğu gibi
kullanmaz. Şairde kelime,
kelimeyi aşar. Bu kelimelerin bazıları
yaratıcıyı ve bazıları da O'nun yarattığı varlıkları söyler. Varlık ve yaratıcı
olmadan metafizik olabilir mi? Yunus Emre'ye bakarsak doğa, zikrederek var
oluyor. Sadi de diyor ki 'yaprak döken ağaçları görmüyor musun? O boş kalan
ellerini göğe kaldırıp niyazda bulunurlar.' Yani aslında Yunus da Sadi de varlığın
kendisiyle sınırlı olmadığını, örneğin ağacın ağacı aştığını, varlığın aşkın
tarafını başka bir cepheden söylemeye
çalışır. Varlık bilgisinin bendeki hali budur, onto-
teoloji'nin
benim için anlamı bu
şekildedir. Aristoteles, buna
metafizik demiş.
Teoloji; din bilgisi manasına gelmez. Teoloji, varlıkla Tanrı
arasındaki ilişkiyi okur. Sadi'nin ve Aristoteles'in metafizik tutumları
farklı. Biri tefekkürle biliyor,
diğeri âşıkça. Âşıkça bilmek insanı gitmek istediği yere doğrudan götürüyor.
Tefekkür dolaylı yoldan.
Yani aslında Sadi veya Yunus ile felsefedeki şairaneliği vurgulamak istiyorum.
Freud'un ' Nereye varsam
oraya benden önce bir şairin
varmış olduğunu gördüm' dediğini ve
Heidegger'ın şairlerle çok ilgilenmiş
olduğunu bilirsiniz. Ve Heidegger, felsefenin öncelikle
bir dil meselesi olduğunun altını çizer. Ve bu dil
problemi de bizi şairaneliğe götürür.
Bu sebeplerden fakültede felsefe okumakla felsefeci olunmuyor,
belki felsefe tarihçiliği elde
edilebilir. Ama bu da bir nevi felsefe değil tarihçiliktir.
Felsefe bilen şairleri okumanın felsefe adına daha kazançlı olduğunu düşünüyorum.
Ha bir de şair olarak felsefî birikimleri aşırı önemsersem şiir yazamam. Bana göre diğer varlıklarda
daim tek Tanrısal öz varsa insanda da daim iki Tanrısal öz vardır: Beden ve ruh
olarak. Ben şiirimde böyle düşünürüm. Felsefî birikimin bana engel koymasına
razı olamam. Yunus 'aşıklar ölmez, ölen hayvan imiş' diyorsa veya İsmet Özel '
ben ölmem' (Tabii İsmet Özel'in bu düşüncesinin benzerini M. Heidegger daha önce
söyler) anlamında bir şeyler
yazıyorsa bu, insanın iki Tanrısal
etkiyle sürüyor olmasından kaynaklanır. Bu etkilerden biri öyle kuvvetli ki (üflenmiş
ruh,
ki aşk buradan doğuyor) insan onun sayesinde ölmüyor, mekan
değiştiriyor.
*
Gelelim şair olarak konumuza. Yahya Kemal'in Itrî şiirinden şu dizeleri
alalım.
'Mûsikîsinde bir tarafta dîn
Bir taraftan bütün hayât akmış;
Her taraftan, Boğaz, o şehrâyîn,
Mavî Tunca'yla gür Fırat akmış.'
Yıllar önce 'Mûsikîsinde bir tarafta dîn/ Bir taraftan bütün hayât akmış;' mısraları için Yahya Kemal'in laik bir anlayışı vurguladığını düşünmüş, bir kenara not etmiştim. Ama yine de bu tespit içime sinmedi. Bu mısraları, ortamın laikperestliği ve laiklik karşıtlığı içinde değerlendirmenin uygun olmadığını görmüştüm. Sonra Seferber dergisinin Itrî sayısında 'Savaş Barkçin'in aynı tespiti yaptığını okudum. Barkçin de şairi din ve hayatı birbirinden ayırmakla suçlamıştı. Oysa bütün hayat derken şair ontolojiyi- varoluşu- tecelliyi (dinî olanı değil ama Tanrısal özü olanı) anlatmaya çalışıyor gibi.
Y. Türk