9 Temmuz 2022 Cumartesi

ITRÎ ŞİİRİNE TEKRAR BAKIŞ

 

 Şöyle söyleyeyim: Hayvanlar ve ağaçlardaki Tanrısal ışığı ve onlardaki öğütlenmiş ahlâkı değil de verili ahlâkı görebiliyor ve hissedebiliyorum. Bunun yansımasını Fahreddîn-i Irâkî'nin Parıltılar’ından şöyle okuyorum: Haram denilen herhangi bir şey Hakk'ın cemaline uzaktır. Ondan sakınmak icabeder. Tabiat dahi ona rağbet etmez.

Allah, Rab, ...kalp, dağ, göz...Havva kelimelerini olduğu gibi kullanarak metafizik yaptığımı mı sanıyorum şiirde? Şair, sözcükleri olduğu gibi kullanmaz. Şairde kelime, kelimeyi aşar.  Bu kelimelerin bazıları yaratıcıyı ve bazıları da O'nun yarattığı varlıkları söyler. Varlık ve yaratıcı olmadan metafizik olabilir mi? Yunus Emre'ye bakarsak doğa, zikrederek var oluyor. Sadi de diyor ki 'yaprak döken ağaçları görmüyor musun? O boş kalan ellerini göğe kaldırıp niyazda bulunurlar.'   Yani aslında Yunus da Sadi de varlığın kendisiyle sınırlı olmadığını, örneğin ağacın ağacı aştığını, varlığın aşkın tarafını başka bir cepheden söylemeye çalışır. Varlık bilgisinin bendeki hali budur, onto- teoloji'nin benim için anlamı bu şekildedir. Aristoteles, buna metafizik demiş.

Teoloji; din bilgisi manasına gelmez. Teoloji, varlıkla Tanrı arasındaki ilişkiyi okur.  Sadi'nin ve Aristoteles'in metafizik tutumları farklı. Biri tefekkürle biliyor, diğeri âşıkça. Âşıkça bilmek insanı gitmek istediği yere doğrudan götürüyor. Tefekkür dolaylı yoldan. Yani aslında Sadi veya Yunus ile felsefedeki şairaneliği vurgulamak istiyorum. Freud'un ' Nereye varsam oraya benden önce bir şairin varmış olduğunu gördüm' dediğini ve  Heidegger'ın şairlerle çok ilgilenmiş olduğunu bilirsiniz. Ve Heidegger, felsefenin öncelikle bir dil meselesi olduğunun altını çizer. Ve bu dil problemi de bizi şairaneliğe götürür. 

Bu sebeplerden fakültede felsefe okumakla felsefeci olunmuyor, belki felsefe tarihçiliği elde edilebilir. Ama bu da bir nevi felsefe değil tarihçiliktir. Felsefe bilen şairleri okumanın felsefe adına daha kazançlı olduğunu düşünüyorum.

Ha bir de şair olarak felsefî birikimleri aşırı önemsersem şiir yazamam. Bana göre diğer varlıklarda daim tek Tanrısal öz varsa insanda da daim iki Tanrısal öz vardır: Beden ve ruh olarak. Ben şiirimde böyle düşünürüm. Felsefî birikimin bana engel koymasına razı olamam. Yunus 'aşıklar ölmez, ölen hayvan imiş' diyorsa veya İsmet Özel ' ben ölmem' (Tabii İsmet Özel'in bu düşüncesinin benzerini M. Heidegger daha önce söyler)  anlamında bir şeyler yazıyorsa  bu, insanın iki Tanrısal etkiyle sürüyor olmasından kaynaklanır. Bu etkilerden biri öyle kuvvetli ki (üflenmiş ruh, ki aşk buradan doğuyor)  insan onun sayesinde ölmüyor, mekan değiştiriyor.

*

Gelelim şair olarak konumuza. Yahya Kemal'in Itrî şiirinden şu dizeleri alalım.

 

 'Mûsikîsinde bir tarafta dîn

Bir taraftan bütün hayât akmış;

Her taraftan, Boğaz, o şehrâyîn,

Mavî Tunca'yla gür Fırat akmış.'


Yıllar önce 'Mûsikîsinde bir tarafta dîn/ Bir taraftan bütün hayât akmış;' mısraları için Yahya Kemal'in laik bir anlayışı vurguladığını düşünmüş, bir kenara not etmiştim. Ama yine de bu tespit içime sinmedi.  Bu mısraları, ortamın laikperestliği ve laiklik karşıtlığı içinde değerlendirmenin uygun olmadığını görmüştüm. Sonra Seferber dergisinin Itrî sayısında 'Savaş Barkçin'in aynı tespiti yaptığını okudum. Barkçin de şairi din ve hayatı birbirinden ayırmakla suçlamıştı. Oysa bütün hayat derken şair ontolojiyi- varoluşu- tecelliyi  (dinî olanı değil ama Tanrısal özü olanı) anlatmaya çalışıyor gibi.


Y. Türk

3 Temmuz 2022 Pazar

KURULUŞ, TEMMUZ- AĞUSTOS 2022, SAYI: 52





                   


                                                          YEPREM TÜRK