24 Ağustos 2015 Pazartesi

Anadolu İrfanı Çatısı


Anadolu’nun kendine has bir İslamlaşma şekli olan Horasan anlayışı, dünden bugüne içinde barındırdığı evrensel İslami değerlerle Anadolu irfanına birçok Pir hazırlamıştır. Bunlardan biri de mesela Hacı Bektaş Veli hazretleridir. Bugün içinde sevgi, hoşgörü, dostluk vurgusu barındıran birçok ekol ve okullar, yetmiş iki çeşit ama tek millet olan Anadolu insanını bir arada  tutabilmiştir. Burada yetişen erler Anadolu ‘da neredeyse herkesin birden Piri oluvermişlerdir. Mesela tasavvuf irfanına temel teşkil eden Şeyh Edebalı yeri geldiğinde bir alevi Piri olarak lanse edilebilmiştir (Yaşayan Alevilik, Abbas Tan, Sayfa.63) Ancak son zamanlarda bu eğilimin önüne geçilmek istendiği söylenebilir. Buna  neden olan şeyinse, Anadolu irfanın yoluna ağırlıkla yine benzeri yollarla devam etmesi ve bu irfana talip olanların bu unsurlardan çeşitli nedenlerle uzak tutulmak istenmesidir. Anadolu’da aynı irfanın  Nakşilikle yaygınlaşması elbette Sünnilikle iç içe olmuştur. Ama bu, alevi kardeşlerimizi Anadolu özünden uzak tutmaya yeterli şey  midir, bilemiyorum. Dün Bektaşilikle aynı halkın ruhuna gıda taşıyan ışık ehli bugün Nakşilikle de aynı görevi gerçekleştirmektedir. Yani Anadolu irfanı denen şey yoluna bir şekilde çeşitli kollardan ve yönlerden Anadolu İrfanı çatısı altında devam etmektedir. Bazı insanlarımızın bugün kendilerini Sosyalist – Leninist, Mezhepçi ve Irkçı yapılar içine atmaları bu ortak irfan okulunun terkiyle açıklanabilir. Bazılarının geleceği, Hacı Bektaş Veli, Malik Ejder … gibi pirlerde ya da Anadolu irfanında aramaları değil de  Marksist – ateist- materyalist koalisyonunda bulma yoluna gitmeleri boşuna değildir. Bu olay, aslında bir yol ayrımıdır da. Bazıları için bu ayrım ya Anadolu irfanı ya da yukarıda bahsettiğimiz Anadolu karşı koalisyon, şeklinde iki seçenek sunmuştur.

ADEM KALAN

23 Ağustos 2015 Pazar

KURULUŞ, EYLÜL-EKİM 2015,SAYI 11




                      Not: Eylül 1'den itibaren dağıtılacaktır.

Milletin Mucizesi

... Ne var ki ben küreselleşmenin ulus devletin yerini alacağını sanmıyorum. Daha ziyade yeni dönemde vurgu ‘ulus’ yani siyasallaşmış hakim etnik ulusal birim üzerinden değil ‘devlet’ üzerinden olacaktır...’ (Kemal H. Karpat, Türkiye ve Orta Asya, 2014, S.277)


Ben, devletçi bir zihniyetten olmakta alengirli bir durum görmüyorum. Bilhassa çocukluğunu ve gençliğini parasız yatılı okullarda geçirmiş biri olarak böylesi bir inşayla vefa ve insanlık borcumu ödüyorum.  Mesela ayağıma ilk giydiğim kundurayı devlet uzatmıştır bana. Hala unutmadım pırıl pırıldı. Hakeza büyük kitaplarla ilk tanışmalarım, dünyaya açılan ilk pencerelerim yine devlet yani millet eliyle oldu. O zaman anlamıştım devlet bu milletin mucizesidir. Bilirsiniz vefasızlık kişiliksizlere ve dalaksızlara yakışır. Hele kendisini ancak bir devlet diliyle yansıtabilen ve bunun yanında belki de dünyada en iyi devlet lisanını kuran bir millete mensupsam bu görev benim için kaçınılmazdır. Devletin, bir milletin müşterek yansıması, iyi zamanlarda kötü zamanlarda geleceğe toplu  akışı olduğunu bil tecrübe hissetmişseniz devlet sizin için bir baskı aygıtı algısından daha öte başka şeyler ifade eder. Ve devletin bizde çoğu kez hayırda bir imece işi olduğunu akıl edersiniz.


Yeprem Türk