
Yani ikisi de ruh koşulları bakımından benzer atmosferlerin etkisi altında, şiirlerini yazmıştır. Dış şartların da iki şairde ayrı olduğunu düşünemeyiz.
Mesela nasıl Yunus'u anınca Moğolların ve Haçlıların İslam topraklarını yerle bir edişini anmalıysak, Sezai Karakoç deyince etki bakımından Moğolları ve Haçlıları aratmayan modernizm ve postmodernizm denen şeyleri hatırlamamız gerekiyor. Bunu söylerken Yunus'un zamanının düşmanlarından daha karmaşık bir düşman çeşidine de dikkat çekmek istiyorum. Doğrusu, ikisi de 'Rabbena İnna Zalemna' yani 'Karanlık bastı, yol kayboldu' dediğimiz bir zaman diliminin şairleridir. Ancak Sezai Karakoç'un karşı karşıya olduğu şey biraz daha içinden çıkılmaz ve tanımlanması daha zor bir süreç. Modernizm, neredeyse şeytanın cennette Adem'e verdiği yasak buğdaymış gibi duruyor. Tahribatı o derece yüksek çünkü. Modernizm, postmodernizm derken acaba insan olarak bizler, üst üste hiç tövbe etmeden yasak meyveleri yiyip gidiyor muyuz bir şekilde tarihe. Adem'in gösterdiği 'yasak meyveden yemiş olmanın utangaçlığı' da yok üzerimizde. Eğer öyle ise kurtuluş ümidi de yoktur. Varsa da bu bir yönüyle zayıflıyordur. Azalarımız bizim değil düşmanın araç ve gereçleri olarak iş görüyor. Yani maruz kaldığımız Moğolluğun birazı da bizdedir, demek istediğim. Gel de şimdi işin içinden çık. Bu durum, Sezai Karakoç'un en az Yunus kadar zor şartların ve anlaşılması daha güç sarmal hadiselerin şairi olduğunu gösteriyor. Aynı saygıyı hak etmelerinin sebebi budur.
Yeprem Türk