Turgay Demirel, Olağan Şiir sayı 18’de Sezai Karakoç’un metin evrenini eleştirmiş. ‘Edebiyat Yazıları'nda ak ya da karayla karşılaşıyoruz, gri yok. Doğrular belli, yanlışlar belli ve kavramlara yüklenen anlamlar belli' demiş. Sezai Karakoç’un yazılarının kesin hüküm vermesinden şikayet etmiş. Bunun sebebi Sezai Karakoç’un ‘Kur’an şairi’ olmasıdır. Çünkü Kur’an’da da doğru belli, yanlış bellidir. Hüküm mutlaktır. Bu durumun herhangi bir ideoloji ile ilgisi yok.
Daryush Shayegan’ın Yaralı Bilinç’ kitabından şu pasajı aktarıyor, Demirel. ‘Jagues Bergue, Arap dilindeki ayırıcı niteliğe atıfta bulunurken haklı olarak şöyle der: ‘Her bir sözcüğünün sonu Tanrı’ya varan Arap dili, gerçeği kavramak için değil, örtmek için doğmuştur. (S. 14)’ Ve Sezai Karakoç’un benzer şeyi yapıp yapmadığına bakıyor. Şairin samimiyetinin böylesi bir dil örtüsünü engellediğini söylüyor. Oysa Sezai Karakoç'un, şiirin ufkunun naat olduğunu belirtmesi her sözcüğünün sonu Tanrı’ya ve Peygambere varan dil gerçeğine bir atıftır. Karakoç’un ve şairlerin metinler arası ilişkisi farklıdır. Okuyucuya yazar adı, kitap ismi, sayfa numarası vermez. Onu senin bilmeni ve bu ilişkiyi kurmanı ister.
Turgay Demirel, Sezai Karakoç’un kesin hükümlülüğünden dert yanar. Oysa, Jagues Bergue tarafından dillendirilen ‘Her bir sözcüğünün sonu Tanrı’ya varan Arap dili, gerçeği kavramak için değil, örtmek için doğmuştur.’ cümlesi de şüpheye yer bırakmaz bir eminlik peşindedir.
Son tahlilde her bir sözcüğünün sonu Tanrı’ya varan Arap dili gerçeği örtmüş müdür, biz ona bakalım. Açıkçası Jagues Bergue bu hükmüyle çuvallıyor. Neden?
Endülüs medeniyetinde meydana gelen felsefî birikimin, Farabî ve İbn-i Sina felsefesinin yetkinliğinin kökünde her sözcüğünün sonu Tanrı’ya varan Arap dili, şiiri vardır. İlk defa Yunan düşünce ve felsefeyle karşılaşan İslâm âlimlerinin Grek birikimini kendi düşünceleri içine dolgu olarak katabilmeleri, öncesinde zirveye çıkmış Arap şiirinin bu tavırla yarattığı imkânlarla olmuştur. Her sözcüğünün sonu Tanrı’ya varan Arap dili, şiiri ilim dili haline gelmiştir. Hakikati örtmemiş daha da aralamıştır.
Bir de her sözcüğünün sonu Tanrı’ya veya Elçi'ye varan yani ufkunu münacat ya da naat olarak gören Arap dili eski Grek felsefesiyle ilgilenmiş de neden kelimelerinin sonu genelde tabiata çıkan eski Grek şiirine pek yüz vermemiştir, açıkçası o şiiri geri addetmiştir. Ufkuna na’tı, münacatı alması olamaz mı?
Yeprem Türk