
Dergah
dergisi, 292’nci sayıda. Dergah’ı epeydir izliyorum. Gerçi artık çoğu
dergi kalın ebatlarda çıkıyor. Kalın dergileri baştan sona okumak biraz
da güç gibi. Çoğu ürün gereksiz duruyor, bu tür dergilerde. Pound’un bir
lafı var. Fazladan bir kelimenin kullanılmaması yönünde. Tabi ki şiir bahsinde.
Sunumda fazlalık göze batar. Sadece şiirde değil, nesirde de durum aynı. Dergah
okumak bu açıdan daha kolay. Gereksiz ürünün girmesi dergiye önlenmiş oluyor.
Sayfa sayısı sınırlı dergilerin böyle güzel bir yönü var. Temiz çıkıyor Dergah.
Kendi temsil alanı içinde. Kültürel yöne bakan yazılar yoğunlukta olsa da
kültür dergisi değil bir edebiyat dergisidir. Daha çok geçmişe bakıyor yüzü Dergah’ın,
bir bakıma Yahya Kemallik, yapıyor. Ama onun kadar net, kapsayıcı değil. Yahya
Kemal bir medeniyet şairidir. Uzak kıtalara da hitap eder. Dergah ise, bu özelliği
taşra özlemiyle devralmış üstüne. Nostaljinin nostaljisi yani Dergah dergisinin
yaptığı. Şiirden, eleştiriden ziyade de hikaye ve deneme ile seslenir
okuyucuya. Bu onu biraz geri plana atıyor. Çünkü bizim edebiyat geleneğimizde,
ortama hikaye ve hikayeciden ziyade; şiir ve şair hakimdir. Edebiyatın ana
kürsüsü şairlere ayrılmıştır. Bunu hikayecileri hedef alarak söylemiyorum.
Edebiyatımızın kişiliği, tavrı böyle.
Dergah dergisi, genel
yönetmenin bir öykücü olmasına rağmen şiirle başlar. İlk sayfa şiire ayrılır.
Tespitimiz Dergah dergisi tarafından kabullenilmiş demek ki.
Bu sayının ilk şiiri, Yiğit
Özel’e ait. İsmi: Dönüş. İmge ve eski terkipler başrolü oynamış şiirde.
Kelimelere de yansımış bu özellik. Kelimeler resim sanatının birer öğesi olarak
duruyor. Bu da şiirin içindeki bir hareketlenmeyi engelliyor, aslında. Yavaş ve
heyecanı eksik bir şiir olmuş, Dönüş. Azabın dudakları yarılır, gibi bir
dizeyle modern sanatın bayağı uzağında seyrediyor. Bu tür dizelerin günümüz
şiirinde bir karşılığı olduğunu düşünmüyorum.
İsa Karaaslan’ın Şehir,
Şarkı ve Ayna şiiri lirik epik kırması bir şiir. İsmet Özel’i de
hatırlatıyor. Benlik etrafında döndüğünden, topluma açılamıyor. Habisi de
başından def edemiyor. Aslından bencillik, elinden tuttuğu her şeyi berbat
etmeye, yanlış yere yönlendirmeye yetiyor. Tarih ve anın kesişmediği ya da
hesaplaşmadığı şiirlerdir bunlar. Bu da şiirde düşünceyi dışa atmaya neden
oluyor. Oysa bizde şiirin hüzünlüsünde bile bir düşünce var. Fuzuli bunun
zirvesidir. Çünkü bencil ve habislik sadece şiirin soyunu değil, milletin,
devletin soyunu da getirmeye aday bir kavramdır. İsmet Özel’deki benlik aslında
gençleri yanıltır. Ondaki benlik böyle bir benlik değil. Toplumsal anlamda bir
benlik tasarımı var İsmet Özel’in. İsmet Özel, şiirde patlayarak var olduğundan
bu özelliğinin topluma değen tarafları görünmez oluyor. Ama temelde İsmet
Özel’in şiiri benlikten ibaret değil. Bu, sonraki kuşaklar tarafından yanlış
anlaşılmış olsa gerek ki, İsmet Özel, kendisine yaklaşanları güzel
öldürdü.
Sırada Kadir Korkut var. Sadece
kazalım diyorum/ Kazalım yolda kalmış bir cenazeyi/ İmamın sakallarını kazalım/
Böylece ayaklarımız toprağa basar. Bu dörtlüğün yaşadığımız hayatta ya da
şiirde bir karşılığı var mı? Sanırım yok. Tam seksenlerin şiir dünyasına
yakışır bir şiir. Türk şiir okuyucu açısından tamı tamına bir uzay boşluğu.
Pastoral şiir sayılması için bir şiirin doğadan bahsetmesine gerek yok artık.
Eskiden bu türden şiirlerin de insana sunduğu hikmetli bir tarafı vardı. Şimdi
insanı konu etsen de insan tam yakalanamıyor şiirde. Sonuçta, Kadir Korkut,
doğayı konu etmeden de pastoral olmayı başaran bir şiir yazmış.
Şiirler içinde, Yağız
Gönüler’in şiiri ise konuşkan ve canlı bir şiir. Bu sayının en güzel şiiridir,
aynı zamanda. Ancak nostalji şiirin ucunu yükselmekten alıkoymuş, aşağı doğru
eğmiş, şiiri. Sanki Dergah, şairlerini garip bir hece nostaljisine zorluyor. Bu
baskı hissediliyor, şiirlerde. Dergah dergisinde bu yüzden şairin kendisini
bulması biraz zor gözüküyor. Çıta hep bir kararda ve aşağılarda tutuluyor.
Derginin eleştiri ve değini
metinleri ise, eski parlak dönemlerinden bir hayli geride. Şiir ve roman
üzerine kaleme alınmış metinler, sırtını yaslayacağı bir istinat noktası
bulamıyor. Tek yaslanılan nokta sanırım nostalji. Genel geçer bir ortama göre
hiza yapılmış bu metinlerde.
Hikayeler, kaldığı yerden devam
ediyor Dergah’ta. Dergi, son dönemlerde yazarlarının çoğunu İtibar dergisine
kaptırsa da, öyküde bu kayıp pek görülmüyor. Mustafa Kutlu iyi öykücüleri ve
hikayecileri bulup buluşturuyor. Hikayeler, mütedeyyin insanların ruh dünyasına
çok yakın yerde. Açık, sade, anlaşılır metinler üstelik bu öyküler. Ama düşünce
dozu eksik gibi bu öykülerin. Son yıllarda, hikaye türü ile düşünce arasında
mesafe fazla. Geçenlerde, Rasim Özdenören’in bir öykü kitabından rastgele bir
sayfayı açıp, cümlelerin yüklemlerinin son eklerini değiştirdiğimde ortaya bir
düşünce metni çıkmıştı. Diğer türlü, öykü, fikirsiz zikirsiz, oraya buraya
giden insan manzaraları ortaya çıkarmaktan öteye geçemiyor. Çekilmiyor da
sanırım. Rasim Özdenözeren’in, Mustafa Kutlu’nun, Cemal Şakar’ın düşünceye
bakan tarafları dikkatten kaçmamalı bence.
Ömer Yalçınova’nın
yine iyi işlediği iki eserin eleştirisi, okunası bir metindir. Kendisini
okutuyor Yalçınova’nın metinleri. Genelde takip ettiğim, okuduğum birisi
Yalçınova. Diridir metinleri ve felsefi konulardan söz etmeye düşkün bir kalemi
var, Yalçınova’nın. Kitap eleştiri sahasında bayağı enerji sarf ediyor. Etkili
ve canlı kanlı bir şekilde yapıyor bu işi. Karşılaştırmalı olarak birçok kavram
bir arada birbirine göre tayin edilen yerlere oturuyor, onun yazılarında. Ancak
bu metnin sonunda işi nereye bağlayacak derken, bitişte bir özet olabilecek bir
cümleyle sonlandırıveriyor metni. Oysa onun birçok metni hep bir yeri işaret
eder, bizi yeni bir tespitle buluştururdu. Bu metinde bu şey eksik.
Berat Demirci’nin
‘Ölümün Dünya Hali’ metni ise denemelerden oluşuyor. Tüm diğer metinlerinde
olduğu gibi Berat Demirci, bu metninde tüm kazanımlarını konuşturmuş. Ben,
Berat Demirci’yi daha önce bu ses tonunda hiç okumamıştım. Sanırım bu yoğunluğu
ölüm gibi yine yoğun bir bahis sağladı. Güleriz, ağlanacak halimize türünden
bir tavırla yapmış, modernlik eleştirisini Demirci. Konu, dediğim gibi,
Ölüm. Alt başlıklar ise; Cenaze merasimi, mezarlık, modernite, modernitenin
insanımızdan alıp götürdükleri. Dönüşme vs. Entelektüel, yerel, donanımlı ve
dokunaklı bir Anadolu arabeskçisi şeklinde bilirim ben Berat Demirci’yi. Ama bu
yazı çok farklı bir yerde duruyor. Demirci için. Çağımızda yaşayanların,
ölmeden, dünya ömründe bu türden bir eleştiriyle en az bir kez de olsa
buluşmasını isterim.
Salih Can