4 Ağustos 2014 Pazartesi

Dergah, 292



Dergah dergisi, 292’nci sayıda. Dergah’ı epeydir izliyorum. Gerçi artık çoğu dergi  kalın ebatlarda çıkıyor. Kalın dergileri baştan sona okumak biraz da güç gibi. Çoğu ürün gereksiz duruyor, bu tür dergilerde. Pound’un bir lafı var. Fazladan bir kelimenin kullanılmaması yönünde. Tabi ki şiir bahsinde. Sunumda fazlalık göze batar. Sadece şiirde değil, nesirde de durum aynı. Dergah okumak bu açıdan daha kolay. Gereksiz ürünün girmesi dergiye önlenmiş oluyor. Sayfa sayısı sınırlı dergilerin böyle güzel bir yönü var. Temiz çıkıyor Dergah. Kendi temsil alanı içinde. Kültürel yöne bakan yazılar yoğunlukta olsa da kültür dergisi değil bir edebiyat dergisidir. Daha çok geçmişe bakıyor yüzü Dergah’ın, bir bakıma Yahya Kemallik, yapıyor. Ama onun kadar net, kapsayıcı değil. Yahya Kemal bir medeniyet şairidir. Uzak kıtalara da hitap eder. Dergah ise, bu özelliği taşra özlemiyle devralmış üstüne. Nostaljinin nostaljisi yani Dergah dergisinin yaptığı. Şiirden, eleştiriden ziyade de hikaye ve deneme ile seslenir okuyucuya. Bu onu biraz geri plana atıyor. Çünkü bizim edebiyat geleneğimizde, ortama hikaye ve hikayeciden ziyade; şiir ve şair hakimdir. Edebiyatın ana kürsüsü şairlere ayrılmıştır. Bunu hikayecileri hedef alarak söylemiyorum. Edebiyatımızın kişiliği, tavrı böyle.

Dergah dergisi, genel yönetmenin bir öykücü olmasına rağmen şiirle başlar. İlk sayfa şiire ayrılır. Tespitimiz Dergah dergisi tarafından kabullenilmiş demek ki.

Bu sayının ilk şiiri, Yiğit Özel’e ait. İsmi: Dönüş. İmge ve eski terkipler başrolü oynamış şiirde. Kelimelere de yansımış bu özellik. Kelimeler resim sanatının birer öğesi olarak duruyor. Bu da şiirin içindeki bir hareketlenmeyi engelliyor, aslında. Yavaş ve heyecanı eksik bir şiir olmuş, Dönüş. Azabın dudakları yarılır, gibi bir dizeyle modern sanatın bayağı uzağında seyrediyor. Bu tür dizelerin günümüz şiirinde bir karşılığı olduğunu düşünmüyorum.

İsa Karaaslan’ın Şehir, Şarkı ve Ayna şiiri lirik epik kırması bir şiir. İsmet Özel’i de hatırlatıyor. Benlik etrafında döndüğünden, topluma açılamıyor. Habisi de başından def edemiyor. Aslından bencillik, elinden tuttuğu her şeyi berbat etmeye, yanlış yere yönlendirmeye yetiyor. Tarih ve anın kesişmediği ya da hesaplaşmadığı şiirlerdir bunlar. Bu da şiirde düşünceyi dışa atmaya neden oluyor. Oysa bizde şiirin hüzünlüsünde bile bir düşünce var. Fuzuli bunun zirvesidir. Çünkü bencil ve habislik sadece şiirin soyunu değil, milletin, devletin soyunu da getirmeye aday bir kavramdır. İsmet Özel’deki benlik aslında gençleri yanıltır. Ondaki benlik böyle bir benlik değil. Toplumsal anlamda bir benlik tasarımı var İsmet Özel’in. İsmet Özel, şiirde patlayarak var olduğundan bu özelliğinin topluma değen tarafları görünmez oluyor. Ama temelde İsmet Özel’in şiiri benlikten ibaret değil. Bu, sonraki kuşaklar tarafından yanlış anlaşılmış olsa gerek ki, İsmet Özel, kendisine yaklaşanları güzel öldürdü. 
Sırada Kadir Korkut var. Sadece kazalım diyorum/ Kazalım yolda kalmış bir cenazeyi/ İmamın sakallarını kazalım/ Böylece ayaklarımız toprağa basar. Bu dörtlüğün yaşadığımız hayatta ya da şiirde bir karşılığı var mı? Sanırım yok. Tam seksenlerin şiir dünyasına yakışır bir şiir. Türk şiir okuyucu açısından tamı tamına bir uzay boşluğu. Pastoral şiir sayılması için bir şiirin doğadan bahsetmesine gerek yok artık. Eskiden bu türden şiirlerin de insana sunduğu hikmetli bir tarafı vardı. Şimdi insanı konu etsen de insan tam yakalanamıyor şiirde. Sonuçta, Kadir Korkut, doğayı konu etmeden de pastoral olmayı başaran bir şiir yazmış.
Şiirler içinde, Yağız Gönüler’in şiiri ise konuşkan ve canlı bir şiir. Bu sayının en güzel şiiridir, aynı zamanda. Ancak nostalji şiirin ucunu yükselmekten alıkoymuş, aşağı doğru eğmiş, şiiri. Sanki Dergah, şairlerini garip bir hece nostaljisine zorluyor. Bu baskı hissediliyor, şiirlerde. Dergah dergisinde bu yüzden şairin kendisini bulması biraz zor gözüküyor. Çıta hep bir kararda ve aşağılarda tutuluyor.

Derginin eleştiri ve değini metinleri ise, eski parlak dönemlerinden bir hayli geride. Şiir ve roman üzerine kaleme alınmış metinler, sırtını yaslayacağı bir istinat noktası bulamıyor. Tek yaslanılan nokta sanırım nostalji. Genel geçer bir ortama göre hiza yapılmış bu metinlerde. 

Hikayeler, kaldığı yerden devam ediyor Dergah’ta. Dergi, son dönemlerde yazarlarının çoğunu İtibar dergisine kaptırsa da, öyküde bu kayıp pek görülmüyor. Mustafa Kutlu iyi öykücüleri ve hikayecileri bulup buluşturuyor. Hikayeler, mütedeyyin insanların ruh dünyasına çok yakın yerde. Açık, sade, anlaşılır metinler üstelik bu öyküler. Ama düşünce dozu eksik gibi bu öykülerin. Son yıllarda, hikaye türü ile düşünce arasında mesafe fazla. Geçenlerde, Rasim Özdenören’in bir öykü kitabından rastgele bir sayfayı açıp, cümlelerin yüklemlerinin son eklerini değiştirdiğimde ortaya bir düşünce metni çıkmıştı. Diğer türlü, öykü, fikirsiz zikirsiz, oraya buraya giden insan manzaraları ortaya çıkarmaktan öteye geçemiyor. Çekilmiyor da sanırım. Rasim Özdenözeren’in, Mustafa Kutlu’nun, Cemal Şakar’ın düşünceye bakan tarafları dikkatten kaçmamalı bence.  

Ömer Yalçınova’nın yine iyi işlediği iki eserin eleştirisi, okunası bir metindir. Kendisini okutuyor Yalçınova’nın metinleri. Genelde takip ettiğim, okuduğum birisi Yalçınova. Diridir metinleri ve felsefi konulardan söz etmeye düşkün bir kalemi var, Yalçınova’nın. Kitap eleştiri sahasında bayağı enerji sarf ediyor. Etkili ve canlı kanlı bir şekilde yapıyor bu işi. Karşılaştırmalı olarak birçok kavram bir arada birbirine göre tayin edilen yerlere oturuyor, onun yazılarında. Ancak bu metnin sonunda işi nereye bağlayacak derken, bitişte bir özet olabilecek bir cümleyle sonlandırıveriyor metni. Oysa onun birçok metni hep bir yeri işaret eder, bizi yeni bir tespitle buluştururdu. Bu metinde bu şey eksik.

Berat Demirci’nin ‘Ölümün Dünya Hali’ metni ise denemelerden oluşuyor. Tüm diğer metinlerinde olduğu gibi Berat Demirci, bu metninde tüm kazanımlarını konuşturmuş. Ben, Berat Demirci’yi daha önce bu ses tonunda hiç okumamıştım. Sanırım bu yoğunluğu ölüm gibi yine yoğun bir bahis sağladı. Güleriz, ağlanacak halimize türünden bir tavırla yapmış, modernlik eleştirisini Demirci.  Konu, dediğim gibi, Ölüm. Alt başlıklar ise; Cenaze merasimi, mezarlık, modernite, modernitenin insanımızdan alıp götürdükleri. Dönüşme vs. Entelektüel, yerel, donanımlı ve dokunaklı bir Anadolu arabeskçisi şeklinde bilirim ben Berat Demirci’yi. Ama bu yazı çok farklı bir yerde duruyor. Demirci için. Çağımızda yaşayanların, ölmeden, dünya ömründe bu türden bir eleştiriyle en az bir kez de olsa buluşmasını isterim.


Salih Can