Arkada kalan 80 yıllı ya da hukup miktarını
batılı adıyla yüzyılı geçersek, dünyada devlet kavramı üzerine bizim kadar düşünmüş
bir millet neredeyse yok gibidir. Diyebilirim ki ‘devlet’ deyince özgün ve
özgüllüğü bakımından ilk akla gelecek milletlerden biriyiz. Bu konuda binlerce
yıllık bir birikim ve tecrübe sahibiyiz. Devlet aygıtımız, medeniyet bakımından
derin bir bilgiye ve kişiliğe sahiptir. Devlet felsefesi açısından merkeze
adaleti yerleştirmiş bir siyasi silsileden gelmemiz bu alanda en büyük
kazanımımızdır.
Doğrusu, devlet kavramı bir hareket, bir
dönüşüm üstünde, bu güne kadar taşınmıştır. Bu terimin geçmediği bir çağı
düşünmek ne kadar saçmaysa bu aygıta karşı başka bir aygıtı harekete geçirme
çabası da o kadar saçmadır. Devlet, sadece yeni bir devlet kurmak için yok
edilir. Bugüne kadar öyle yapılmıştır hep. Yoksa ona alternatif başka bir araç
ve proje için değil. Devlet, Kur’an’da
Allah’ın ipinin hemen yanı başında yer alır. Bu da ona verilen önemi
gösterir. Aslında bakarsanız devlet
insan gibidir. Duygusu, muhtevası, anlamı, biçimi değişir fakat bir varlık
olarak yaşamaya devam eder. İnsanın, iki gözle yaşaması ne kadar doğal ve
yerindeyse toplumların da bir devlet içinde yaşamaları o kadar tabi ve
gereklidir. Ara ara yetisi zayıflayabilir belki o kadar.
Bu aralar yazında, Devlet Şiiri, Devlet
Felsefesi, Devlet Nesri gibi kavramları çok kullanıyoruz. Bunun öncelikli
sebebi devlet anlamında yenileniyor ve önümüzün açılıyor olmasıdır. Tabii
felsefe mi devleti yeniler devlet mi felsefeyi? Şiir mi devleti belirler,
devlet mi şiiri? Bu tür sorular sorulur. Ancak iki kavramın da karşılıklı
olarak birbirini belirlediğini ve bu şekil etrafında konumladığını söylemek
daha doğru olur. Çünkü ne devlet geleneğimiz deneyimsiz ve yenidir; ne de bu
alandaki düşüncelerimiz.
Y.Türk