Önceleri pek kullanılmaz
bir kelimeydi, döş. Birçok şiirimde sanırım kullandım. Göğüs, kelimesi belki de
hafif kaçtı; döş daha bir sesli ve güçlü bir kelime. Canlı. Söylenirken,
üstünde bir nefesle gelmesi daha kuvvetle muhtemel. Benim aklım bir döş
aklıdır. Bir döş kavramasına sahiptir. En iyi bilmeyi ben, döşten bilmek diye
anlarım. Ve yanarsam döşle yanarım. Döşle kavrarım, döşle anlarım, döşle
duyumsarım.
Döşüm tıpa tıp ben.
Döşüne, döşündeki hayale benzer insanın yüzü. Döşümle hemfikir yaşadım ben.
Benim her şeyim orada: İlkelerim, inançlarım, hassasiyetlerim, onurum; kısaca
şahsiyetim. Karakterime suyunu veren kerim yerimdir, Rabbimin beni ben eylediği
yerdir döşüm.
Döş, geniş bir mekân.
Daima bir sonsuzluk anı var, orada. Ebediyetle ıralı. Adem’e ve Havva’ya kadar
uzanıp giden ve bunu da aşabilen bir hafıza diyarı. Bilmiyorum, belki de döş,
göğüs kafesi altına konulmuş bir gök türüdür. Sema kadar geniş çünkü. Döşümde
Tanrı’ya dair bir ev var. Ve Tanrı döşte
kaldıkça döş, döştür.
Döşümün gönlüyle yaşadım.
Naralarımı döşümün dağlarında, ovalarında, çayırlarında attım. Hüznümü orada
yaşadım. Tesellimi, muştularımı ve neşelerimi oradan aldım. Yorgunluğumda
yastığı, döşeği ve yıldızlı geceyi oradan edindim. Orada yetiştim.
Yetiştirildim. Murad yolunda döşüm tarafından yürütüldüm.
Döş, insanın bilgisini,
tabiatını ve hissiyatını koruyor. Döş
olmasaydı, hakikat bilinebilir miydi ve ne kadar hissedilebilirdi? İnsanı,
toprakta bilge, taze ve şevkle tutan; yerde güvenle güden bir alemdir, döş.
Tanrı bizi döşümüze emanet etmiş.
Yazının başından beri döş derken sanki ey diyormuşum gibi bir hâl var içimde. Ve döş kelimesi bir ey ünlemesi gibidir. Döş demenin bile değişik bir maneviyatı var.
Y. Türk