20 Ocak 2018 Cumartesi

İLK GELİŞ


Kardeşim, ağabeyim Mustafa Nezihi Pesen'e


Tanrı’m
Doldu dünyaya inanma sürem
Bir kuzu olur varır mı sana sesim
Ol emrini tersine yürüyorum
Dünyayı eski yerine taşı desem

Biliyorum bu benim sana ilk gelişim
Hep yeşil kalıp unutulmayacak
Asıl büyük duygum
Yüreğin Tanrı’ya değmesiyle doğacak

Bazen düşünüyorum
Beş duyumdu kapandı
Bari içimde üreyen cennete çekileyim
Ama bu kez de dışarıdan bakanlar sanacaklar beni
Taşın biri veya
Din dinleyen doğayım

Tanrı’m beni bırakmışsan dünyaya
Mutlaka geri döneceksin almaya
Kapıldım buğdaya, yemişe, yaprağa
Avuçlarındayken bakmaya

Yeryüzü sülalemden ayrıldım
Tanrı ve ana arası bir kucak arıyorum
İkisi de sende var
Kendime nurundan bir aile kurayım


Yeprem Türk


19 Ocak 2018 Cuma

&


Efendim yaşım kırk. Her yere. Kasımpatıya, tuğlaya, çiçeğe. Uykuya.
Kırk yaşımdan ilk günüm, ilk sabahım. Sağ kulağım üstünden uyanırım.  İlk cemrem benim.
.
Akrabalar, yıldızlar ve arkadaşlar tekrar baştan düşünüldüler  ve yeni yaşa göre anlam bakımından bana ayarlandılar. Hafif boşluk, hafif yeni gelmişlik ve derinlik. Böyle uyandırdı bu sabah beni yazgım. Ve onu yazana ben mutabıkım.

Sürüden olmaklığım azaldı, büyüklerime. Çobanlığım arttı.
Örneğin ne kadar da zulmetmişim, insanın ilk ölçeklerine göre benimle birlikte olan meleklerime.
Kulaklarımda evrenin ilk günlerinden kalma bir oyundan kız ve oğlan sesleri.
Beni kainata bırakıp giden şey, elimden tutmak için geri gelmiş.
Karpuz, iğne, kahve ...nereye gitse el, sanki Tanrı’dan alıyor.

Ve bu yaşa gelişim, acayip bir şey.  Bende hep solmaz bir yeşillik gibi kalır. Unutulmaz.
Ve bana o sonsuz başlangıçta verilen şey tekrar parlar.
O altın hayat o altın memleket. Ya da altın hayatını yaşayan memleket.
Veri az, çağşım çok.

Tanrı’m şimdi her yer portakal bahçesi, şah damarı. Sen hep bu bahçede.

Y.Türk

&


Arka arkaya gelen yaşların birbirine dokunmasından duygular doğar.  Bu yaştan sonra insanlar fikir yerine hisler çıkarır. Ya da fikirleri duygulara dönüştürür. Sevmeyi tarif etmez, kendini içine katarak bütün özgünlüğüyle sever. Merhameti tarife ne hacet.

 Yaş 40 sonra 41 akabinde 42 ..., birbirine yaslanarak yukarıya doğru artan kardeşler. Aynı evin aynı kökün aynı hislerin kardeşleri.

Yaşlanınca kimse yaşını ifade etmek istemez. Çünkü cümlenin bu yaşta bir kıymeti harbiyesi yoktur da ondan.

Yaş 30. Bürüt bir kuvvettir. Kararsız şıklık belki de.

Oysa 40’dan sonraki yaşlar net kuvvetle donanmıştır.

Örneğin yaş 60. Ve Mevlana’nın sevdiği yaştasın. Aşk, sevilenin bizde yaktığı besindir.
Ve sonrası kömür gibi ömür.
Lamba biter, ışık kalır.



Y.Türk

&



Yaş 40. İçerde mütevazi bir Hira ve Tur inşa etme zamanı. İç haritanın yeniden yapılanma çağı. İç ülke, bu yaştan sonra kalkınır, zenginleşir. Dışa galip gelmeye başlar. İç, Rüstem olmaya doğru yol yürür. İçeride artık insanın havayi ruhu olgunlaşır. Adamın Hızır’ı, İlyas’ı, Yahya’sı beklenir olur.

Umut ve öğüdün kuvveti artar.

Bundan sonraki devamını insan, idareli kullanılır.  Kol, bacak, duygu...

Bilmeden aşağıda taşıdığın değerleri üst kata alıp yukarda taşımaya başlarsın. Kıymet baş tarafa yakındır her zaman.

Tanrı’ya bilerek ve isteyerek avlanma yaşı.
İç ‘incir pozun’dadır. Damlatmaya hazırdır, balını.
Ve iyidir, sessizdir.
Bazen gecesini cennetten geçiren bir mısra olmak gibidir.
Süleyman’dan Yakup’a; Yakup’tan Hatemü’l Enbiyaya geçenlerle daha ziyade birliktesin artık.
Gençlik, tüysüz ilhamdır. Oysa olgunluk acıda ve tatlıda nurlu, dolgun, açık, ilahi bir neşedir.


Y.Türk


&


Kırk yaşına doğru yaklaştıkça, dersin:
O halde iradenin yularını tutacak bilge bir el ve akıl edineyim.
Bilgileri nur içindeki bir iklimle yaşantı haline getireyim.
Hikmet ve irfanın toyunu kurayım.
İrade, başıboş bırakılmaya gelmez. İrademe muradımı bildireyim: Bu aralar, Mevlana’nın gökyüzünü; Yunus’un yeryüzünü düşünmeyi; toprağa, karıncalara ve gökte uçan kuşlara ve uçaklara bakmayı seveyim.
Yükseklik çünkü insanı çeker. Yukarılara, tepelere alır.
Yukarılara alınan insanda yeni duygular doğar.
İnsan artık yaşayıcı değil yaşatıcı olur.
Kırk yaş ve sonrası her daim temiz kalma yaşıdır.
Seni artık yumasalar da olur.
Ne lezzet senin el öptüğün amcandır, ne zevk sana dayıdır.
Büyükler ve emirler içerdedir.
İnsan bu yaşta şiirden anlar. Çünkü kendisi de dünya adlı metinde Allah’ın zarif bir dizesidir.


Y.Türk

&


Yazmak, yaşamı emen bir sünger ve onu kağıda damlatan bir kalem demektir bende. Abartmam yazılanları, hayatın inceliği üstünde kalsın isterim sözlerimin böylece.

Felsefem, bitkilerin de dilinden anlayan bir lisandadır. İnsancadır. Dengesiz her düşüncenin bir gün mutlaka ya trajediye ya komediye dönüşğünü gördüm, bunu da bilirim öylece.

Ve zulmetmem, moda tabirlere uyup da, kadim insanın kadim ölçeklerine alışş dilime. Çağımın çoğu şeyi güvenli değildir, bunu çok söyledim kalemime.

Lisanımın ağzı olmadı hiçbir zaman güzel sesler mezarlığı. Yaşayan güzelliğin yaşama kudretiyle büyülemek istedim laflarımı.

Bazı sözlerim de var elbet. Bunlar, birkaç km’lik mesafedeki okuyucuma, dünyanın çevresini dolaşacak kadar uzaklıktan gelmiş gibi akustikli şeyler.

Kalemimi çok hallerde gördüm.
Kağıdıma onu, gündüzden sonra gelen gece gibi de, kasılmış bir surata konan bir tebessüm gibi de indirdim.

Kalemi kağıdımın üzerinde bir gün batımı gibi gezdirdiğim de oldu.

Yine de metinlerim, ulu manalara iyi kap kacak oldu, umarım.


Y.Türk



&


Dolmaz, Allah’a inanma süresi. Allah her şeye Allah’tır bir kere. Zeytin dallarına, havada uçan kuşa, yerde yürüyen insana.
Dünyada insanı ruh ve bedence olgunlaştıran acı adlı insan avcısına da.
Ve bu avcının avlayamadığı inanç ve merhamet duygularına da.
İnsana üst kısmından giren yüce şeylere de.
İnsanın uyumasına karar veren geceye de.
Anne ve Tanrı karşımı bir kucak arayan yavru ceylana da.
Herkesin yaşadığını yaşayan herkesin öldüğünü ölen er kişiye de.
Bilinmezler denizine cup diye düşüp giden sırlara da.
Ey yeryüzünün çınar yaşamı, erik ve ceviz yaşamı sizlere de.


Y.Türk


&


Gençliğimde parlaktı bendeki dünyevi nakışlarım. Gün geçtikçe bu çizgilerim farıdı. Azaldı. Ama bu kez de fazlalaştı içimdeki ışıklarım. Dünyada azaldı ancak sonsuz bir nurun memleketinde arttı topraklarım. Eskiden neredeyse bir aletin adı gibi kullandığım beka kelimesi, dünyamın kapılarından içeri girdi, beni içine doğru yutmaya başladı.
Mezarlıkları güzel tarif eden insanları bu yüzden sevmeye başladım.
Mezarlıklar, toprağın elidir. Tanrı’ya insanını sunan, veren el.
Ve her yaş güzeldir. Ahret hayatı, Rabbin sonsuz yurdu daha güzeldir.
Kabir tabiattır. Dini dinleyen doğadır.
Rabbim, Yeprem’i yanına, onu hangi yaşında olursa olsun çocukluk çağının içinden geçirerek al diyeceğim ama, son yaşlarım son çağlarım son baharım da güzel. Sarı solgun yapraklarının ellerinde bastonlar, dalında hayatın son mesafelerini adımlamaya çalışıyorlar. Ufak bir yelde de aşağı düşüp gidiyorlar.

Yaşlı insanlar, solgun yapraklar kaderin ufak bir esintisiyle avlanıyorlar. Rabbimin güzel olan av sanatı bu.


Y.Türk

&


Yunus, alim ve keşif sahibi bir er kişidir. Ve Yunus; her yerde, her şeyde Yunus’tur.
Tanrı bize bir Yunus yaratmıştır. Yönlerimiz ona ayarlanmıştır.
Çağlarımızda ve tüm Anadolu ve Balkanların içinde ortak kişilik Yunus’tur.
Derin ve temiz konuşan bilir ki sözün serveti Yunus’tur.  Güzel düşünen der ki ‘Kalbimin hazinesi Yunus hallerinden bir durumdur. ‘
Düz ovada canhıraş koşan serazat bir at görsem o atın o ulu manzarası bana Yunus çağşımı verir. Ahrete ancak böyle koşulur, derim.
Ve ben ki o koşuyu hem toplumsal hem bireysel anlarım.
Ve Yunus’a  olan meylim, bende ulu bir tasarım.
Ve zaman zaman Yunus’u özlerim.
İçinde cennet üreyen Yunus’u.
O sonsuz başlangıçtan yayın yapan fm gibi olan Yunus’u.
Alnındaki sonsuzluğun bayrağını dünyada iken indirmeyen Yunus’u.
Her şey bir kez bir şey oluyor, genelde. Sonra öyle devam ediyor.
Bu nedenle ki medeniyetimizin ve topraklarımın temel direği Yunus da hep aynı memlekettir ve hep aynı nurdur.


Y.Türk


&


Biz uydurmadık bu sabahları, bu ikindi üstüleri, bu dağları, bu ovaları. Her şey insana saat gibi ayarlandı. Yer yaratıldı, insan içine kondu. Bitkiler, yıldızlar ve adı evrene yazılı olanlar bir bir çağrıldı. İnsanın duyguları, ruhun ve bedenin sınırları sabitlendi. Ve insan ortamına alıştıkça cennetten bir ışık gibi çekildi.

Ve insan ki anımsar. Köklerini hayal eder. Daha da öte giderse bilir, öğrenir. İnsan, tam olarak kopamaz bekanın hatıralarından. Verilmiş sözler hatırlanır. Mazi yad edilir. Ruhun orijinal kökü dünyaya tekrar dal budak salar.  İnsan olan hiç kimse çekemez ruhunu o ahret, o sonsuzluk çağından.

Çünkü sonsuzluk, insan gibi yaşayıp ölmez.

Ve ahret insan toyken kalpte sadece bir silüettir.  Orta yaşa gelir dolgun bir resim olur. Yaşlanınca ahret, dokunuldu dokunulacak bir tatlı manzaradır.  Ve sonra ahret, insanda canlanır onda tüm organlara dağılır, yayılır.



Y.Türk

YAŞ 40'A HAZIRLIK KİTABINDAN


Merhametin, diğer bütün duyguların çobanı olduğunu Yakup’tan Yusuf sayesinde öğrendik, biz. Belki de aşkın bile. Ve Allah merhametin doğrudan kendisidir.

İnsana ahret ile dünyayı birer kafiye gibi yakıştıran, yaklaştıran derin bir nurdur, merhamet.  Ve insanı yel kadar incelten ve göz kapalıyken bile uzakları yakın eden, Yakup’a ötelerdeki Yusuf’tan haber verendir. Dünyanın madde ve manada iki yakasını bir araya getirendir.

Ve zaman, insan bedeninin ve ruhunun işçisidir. Bu merhametten kaynaklanır. Zaman insanı hallerden hallere sokar. Ruh serpilip gelişir ve beden eprir, farır, kuvvetini yitirir.

Zaten biz bu dünyaya bir halı üzerine geçirilir gibi gitmek üzere dokunmuştuk. Biz iplikler, kırılır dökülürüz ve halı yani yeryüzü bir süre daha dünyada kalır. Çünkü doğduğumuzdan beri uzaklardan, geldiğimiz yerden geri çağrılıyoruz. Ve çağırana adım adım yaklaşıyoruz. Çağrılmak başlı başına merhamettir.


Y.Türk