İslamcılığa ne diyeyim. Ama İslamcıları
seviyorum. Çünkü hep iyi niyetli oldular, İslamcılar. Sünni bir diriliş için
yola koyuldular, bu nedenle seçebilecekleri yegane şeyi, İslamcılığı
seçtiler. İslamcılık, yeni yüzyılın aslında tek diriliş, fikir aktörü. Ve
İslamcılığın, Ümmetçiliğe parallel olarak geliştiği görülür. İslamcılığın,
ümmetçilik kadar köklü bir duruşa intikal edemediği de hissedilen bir şey.
Yoksa İslamcılar kısım kısım kavmiyetçilik eksenlerinde niye gezsinlerdi. Neden ırkçılık yaparlarken İslamcı
sayılsınlardı. Tüm İslamcıları kasdetmiyorum tabii. Elbette bu yüzyılın (1900)
başından beri Batıcı ulusçuluğa alışmışların o dünyadan çıkıp kişilikle millet
olma durumuna geçmeleri kolay olmayacaktı. Fireler verilecekti. Ama doğrusu biz
firenin bu kadarını da beklemiyorduk, beklenemezdi de. Bir şeyler demek ki, iyice içimize işlemiş,
onu oradan atmak da kolay olmayacaktır. Sanırım bu hesap edilmedi. Açıkçası şartlarını
ve kendi argümanlarını oluşturmadan yola çıkması İslamcılığın, ümmetçiliğin ön
versiyonu denebilecek bir hareket olarak iddiasının altında kalmasına neden oldu. Ümmet
coğrafyasında derin hatlar oluşturamadı, islamcılık. Ancak ümmetçi yaklaşımlar alanında
epey mesafe alındı denebilir. Örneğin Batı siyasi küreye doğru koşan Sünni dünyaya
sekülerleşerek millet olma anlayışı karşısında ayrı ve yerli kurucu öge olarak
ümmetleşerek millet olma gibi bir kadim prensibi hatırlattı, bize İslamcılık. Meydanı boş bırakmadı. Yeni bir düzen iddiasını
dillendirebildi. Ancak bu hususta gerçek şu ki: acemiydi. Yani İslam dünyası için ümmetleşerek millet
olma gibi ve bizim için de son derece net olan bir şeyi halka yayarken muğlaklık
oluşturmaya, onu sırf bir entelektüel birikim gibi sunmaya gerek var mıydı? İslamcı
kavramlar niye halkla birlik onunla aynı kulvarda yaşayarak derlenmedi,
deneyimlenmedi? Ayrı ve özgün bir deyiş olarak islamcılığı, bu durumunu ve
kendi mantığını halka anlatmada zorluk çekerken gördük, hep. Doğrusu ya, Batı’da
aydınlanmacı düşünce varsa bizde de İslamcılık olmalıydı. Ki İslamcılık biraz
da böyle çıktı. Önceki İslam medeniyetlerinde
olduğu şekliyle halkın içinden kütüphanelere değil de kütüphanelerden halka yayılma durumu onun halka inmedeki en büyük
problemi sayılır. Diğer yandan düşündüğü şeyi ümmete ulaştırmak için,
halkın dilinden anlayan ve halka haliyle
teminat veren bir Yunus bir Mevlana peşinde koşmadı İslamcılık. Bir paralellik olsun diye
buraya yazıyorum. Avrupa aydınlanmasının halkın dilinden anlayan bir şair doğuramadığını
hep söylerler. Ve Aydınlamacı düşüncenin insan katında geldiği yer malum: Formiyet. Burjuvazi görgüsüyle çizilen
millet oluşumları.
Avrupai halkların
kaderleri artık toplum içinde nefes alarak değil, kulislerde, loncalarda
konuşuluyor. İslamcılık aynı namla hiçbir yerde yaşanmadan Mısırda yazıldı,
liderini bir kütüphanede değil Türkiye’de -halkın
içinde yaşayan Recep Tayip Erdoğan
ile -buldu. Ve bu buluşmanın şu an için net bir devamı gelmedi. İslamcılığın
uyanmasıyla İslam aleminin içine monte edilmiş parçacıklar devreye sokulunca
İslamcılığın işine ara verdi. Sünni dünya kaderde birleşmeye doğru yol alırken
bu Batıcı parçacıklar, birer engelleme hendeklerine dönüştürüldü. Aslında İslamcılığın
bu engellere tıkanıp kalması onun bu işlerde biraz öngörüsüz, dahası da mesela
Batı’daki herhangi bir teori şeklinde hareket etmesindendir. Batı’nın teori, düşünce üretimi karşısında duyulan aşağılanma tepkisiyle yapılmış eleştiri ve
düşünce üretme yanıyla var olmuş olmasındandır. Tepkisel kalmasındandır. Ümmetçiliği enteletüel
düzeyde inşa etme takıntısındandır. Bir Yunus’a sahip olmamasındandır. Bu usül
de biliyoruz ki, paramiliter denilen bir bünyeye götürüyor bizi. Ve sonuçta ümmetçilik
derken Batı nazarında gerici ve eski sayılmaktan korkanların Ümmetçilik
kavramı yerine İslamcılığı tercih etmesi gibi bir hal var karşımızda. Fakat
İslamcılığı dışlamak
gibi bir lüksümüz de yok. İslamcılık
için ümmetçiliğin yanında bulunan yaralanmış,
yorulmuş, aldatılmış bir
kardeştir, diyoruz. Ve onun
deneyiminden faydalanmamız gerekiyor.
Yeprem Türk