14 Mayıs 2018 Pazartesi

FİLİSTİN



Filistin,  Birinci Cihan Harbi, bir ikindi vakti, Osmanlı oradan çekildiğinde güneşini kaybetmişti.

Dünyayı, insanlığı dengede tutan devlet de, ufukta gözükmemişti çünkü.
Selçuklunun olsun Osmanlının olsun; Filistin tüm devletlerimizin gözü gibi baktığı bir Peygamber yadigarıydı.

Sonraları ise bu titizliği gösteren güçlü bir devlet görmedi, Kutlu Nebi’nin, ashabın, Nurettin Zengi’nin, Selahaddin Eyyübi’nin Kudüs’ü.
Çünkü Büyük Doğu’nun büyük devleti belirmedi.

Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu hareketini başlatması boşuna değildi.

Doğu’da büyük bir İslam devleti yok. Türkiye, bu potansiyele aday ülke.

Türkiye, düşe kalka, aynen Osmanlı Devleti’nin ilk zamanları gibi, kendi ülküsünü deneyimleyerek, yaşayarak öğreniyor, iliklerinde hissediyor.

Türkiye, kendi yakasını 15 Temmuz Direnişi ile Batı’nın iki elinden kurtardı.  Kendi topraklarını tuttu.

Türkiye’nin önünde uzun ve zorlu ama bereketli, insanlık dolu bir gelecek de var.

Piri Reis, Yavuz Sultan Selim’e dünya haritasını sunduğunda Sultan Selim, haritayı ikiye bölüp ben dünyanın Doğu yakasını tutacağım deyip haritanın Doğu'yu gösteren kısmını  almıştı.

Türkiye’nin ideali bu olmalı. Türkiye, Doğu topraklarını tutacak, buralara güven verecek koruyucu bir devlet ve medeniyet gücü inşa etmeli. Filistin’i bu idealin içinde tekrar yeşertmeli.

Yeprem Türk

YEPREM,





Yeprem, İsrail Gazze’yi bombalamış.  Elli şehit var. İki bine yakın yaralı. Çok üzüldüm. Yeprem! Amerika, Roma’dan daha cani, acımasız. Ne yapmak lazımsa yapmak istiyorum.



Osman Serhat ERKEKLİ


13 Mayıs 2018 Pazar

HAYAT İŞTE


Okumak güzel de; gezmek, dolaşmak da güzel. Evimde  televizyon yok benim. Çünkü dışarıda çok. Beş yıldır televizyon izlemiyorum, yaz tatillerinde ailemin evinde ara ara bakarım ekrana. Ama gazete okurum.

Dedim ya; okumayı, gezmeyi severim. Bu aralar Şayo ONAJOBİ ile çok dolaşıyoruz. Eminönü, Sultanahmet, Üsküdar, Kadıköy...
Şayo Türkçe bilmiyor. Ve çok güldürüyoruz birbirimizi.

Geçenlerde Şayo ile Sultanahmet’e gittik. Bir kafedeyiz. Yedik, içtik, güldük. İkimiz bir araya gelince gülmelerimizin, seslerimizin şiddeti acayip artıyor. Espiri yeteneği üst düzeyde Şayo’nun. Gecenin sonunda, kafenin işletmecisi yüksek sesli gülmelerimizden rahatsız olmuştur, diye düşünmüştüm. Ama bizden hesabı almadı, mekanın sahibi yaşlı teyze, gülmelerinizi seveyim ben sizin ve gene gelin, dedi. Allah razı olsun.

Bir gün yine bir kahvedeyiz. Bir arkadaşımın arkadaşları arasındayız. Biri diğerine diyor ki: Yahu kardeşim, ne bu sakal, ne bu sofuluk. Beni meyhaneye ilk kez sen götürdün, sen alıştırdın, şimdi beni meyhanede yalnız bırakıp camiye gidiyorsun, reva mı bu, o zaman en sıkı arkadaşımdın, sen bari bana bunu yapma.
Ama dur, ben sana artık güvenmem. Çünkü şimdi ben senle camiye gelsem, sen bu kez de beni oraya alıştırır, başka yere gidersin.

Bişr-i Hafi hazretleri aklıma geldi. Gülümsedim, tabii. 

Yeprem Türk

DEĞİNİ


Yediiklim dergisinin Mayıs 2018  sayısını okudum. Erkan Kara Ağabey getirdi, sağolsun. Oldukça dolgun, olgun bir sayı. Gençler, okumalı Yediiklim’i. Ali Haydar Haksal’ın Nerval üzerine kaleme aldığı oylumlu bir yazı var, dergide.  Osman Bayraktar’ın Soruların Açtığı Yol, adlı metni Ehli Sünnet akaidi’nin izlediği metodu, dengeyi birkaç örnekle izah etmiş. Konu edilen eser : Katip Çelebi’nin ‘Hak Ölçüsü’.

Osman Serhat Erkekli’nin Ramis Dara’ya ithaf ettiği bir şiiri var. Gerçi Ramis Dara, üniversiteden tanıdığım biri. Bir iki ay dersimize girdi. Hatta o dönemlerden Melih Elal Hoca, iki sene Divan Şiiri anlatmıştı bize. Sonra duydum ki vefat etmiş. Allah rahmet eylesin. Beni bir tiyatro oyununda, rica ederek oynatmıştı.

Nurettin Durman, gazel adlı şiirler yazıyor bu aralar. Önceki sayıdaki gazelini de okudum.

Arif Ay şiiri de var dergide. Şiiri fazla imgesel buldum.  Mısralar birbirinden kopuk. Örneğin ‘yazması dudağına dulda gelinin’ dizesi aşırı yapıntı. Dudağa yazı yazmak, dulda gelin’ ifadeleri günümüz şiirine çok uzak. Diğer dizeler de buna benzer.

Yeprem Türk

DEĞİNİ



İslamcılık için genel kanı şudur: Mısır’da yazıldı, teorize edildi; Türkiye’de pratiğe geçti, uygulandı. Bu fikirde olanlar için, denir ki, aslında İslamcılık, Mısır’da yazıldığı şekliyle pratiğe geçemedi, Türkiye’de tekrar gözden geçirildi, cemaate uymayan, eyleme imkan vermeyen tarafları budandı. Ve yeniden, baştan yazılmış oldu. Bunlar olurken de İstanbul İslamcılığı, Türkiye İslamcılığı, Anadolu İrfanı İslamcılığı gibi çeşitli kavramlar ortaya çıktı. Bunlar da aslında İslamcılığın geçirdiği dönüşümü anlatmaya yeterlidir.

Ve en önemlisi de İslamcılık bu değişimlerden sonra son haline erdi. Ve toplum katında kabul gördü. 15 Temmuz Direnişi olarak pratiğe geçti. İslamcılığın ta baştan beri istediği ama bir türlü gerçekleştiremediği bir direnişi, dirilişi gerçekleştirdi. Aslında İslamcılığa bu açıdan, gerçek katkıyı şu dört kişi sundu: Mehmet Akif, Necip Fazıl Kısakürek, Nurettin Topçu, Sezai Karakoç. Bu konuda aydınlanmak isteyenlere Ercan Yıldırım’ın İslamcılığın İki Kurucusu adlı eserini tavsiye ederim.

İkincisi: Halil İlteriş Kutlu, bizdeki İslamcıların Mehmet Akif’ten sonrakilerine değinmemiş. Oysa Sezai Karakoç, Asrın İdraki meselesine yeni bir boyut eklemiştir. Bu, İslamcılık içinde önemli kırılmadır. İslam'ı asrın idrakine söyletmek, hala şüphede kaldığımız ve yararını da görmediğimiz bir konu. 15 Temmuz Direnişi’nde toplumumuz aslında şöyle söylemiştir:  Başkalarının asrına söyletmek istemiyoruz  kendimizi, kendi kurduğumuz asra dillendirelim bizi.

Kendi asrımızın, kendi zamanımızın, kendi çağımızın izleri, özleri içimizdedir.
Şu an içinde bocaladığımız çağ, aslında bizim değil başka uygarlıkların izleriyle, özleriyle doludur.

Sonra, Niçe’ye göre Tanrı öldüyse, Hıristiyanlık kapitalist bir mantıkla tekrar yorumlandıysa Batı’da, yani kapitalizme yenildiyse, bu durumun temelinde kilisenin kendi dinini asrın idrakine söyletmesi bulunmaktadır.

Yeprem Türk