Sunuş: Mekan, zaman ve insan
konulu. Tanpınar'ın 'Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır'
düşüncesi
biraz kabul az da redle konuşulmuş. Zamanın ayarının insan olduğu' tespitine karşı
'zamanın ayarı insan değil,
Allah'tır.' denmiş.
Elbette Allah istemezse yaprak kıpırdamazmış.
Ama Tanpınar'ın kastettiği
şey çağdan çağa değişen dünya anlayışıdır.
Ve toplumsal akıldır. Ramazan ayı örneğinde
olduğu gibi. Londra'daki ramazanla
İstanbul'daki ramazan yaşantısı, ramazan tüm dünyaya
gelmiş olmasına rağmen farklıdır. Londra'da
ramazanın gelip geçtiği duyulmaz bile. Bireyin, milletin ruhu burada belirleyici
unsurdur. J. G. Herder, millet tinselliği
der, buna. Hegel, bu kavramı alır kendince ifade eder: Zeitgeist: Zamanın ruhu. Düşünür, at üstündeki
Napolyon'da çağın
tinini boşuna görmemiş. Bence zamanı dolduran,
hissettiren şey insan, toplum ve bu toplamın
idrakidir. A. H. Tanpınar 'Saatin ayarı insan derken' elbette çağlar değişirken insanın konumlandığı
idrake de dikkat çekiyordu.
Çağın
ruhunun neliğini, nasıllığını
vermek için
insan, yeni bir isimle ve kavramla konuşuluyordu.
En azından felsefe bunu yapıyordu. Homo sapiens, homo economicus, homo
politicus...
Doğacı felsefede 'saatin ayarı
olan insan(toplum)' anlayışı böyle. Niye doğacı felsefe diyoruz: Felsefe;
insan ve doğa üstüne düşünmekle başlamış çünkü felsefe yapmaya. Diğer yanda örneğin Ferideddin-i Attar '..dünyanın
enini boyunu ne yapacağım; göğün maviliğiyle, yerin toprağıyla
ne işim var benim!' demiş. Bu tür bir
felsefede doğa neredeyse hiç yok. Ama
yine insan var. Yunus aslında İslam
alimlerinin yaptığı felsefeyi özetlemiş. İslam felsefesi, kendisini
'ete kemiğe büründüm...göründüm' yolu üzerinden
yapmış. Zamanın ruhu bu görünmeler ve
onun şekilleri üzerinden
belli ediyor kendisini. Bizde insan
sevgisinin de kıymetinin de temeli 'ete kemiğe
bürünme ve görünme' değerinden gelir. Ve bu da çağa, zamana ayarını, ruhunu
verir.
*
Sunuşta ayrıca şu tespit önemli: '
İslam'ı Osmanlı
ile özdeş tutanlar için
Osmanlının yıkılması, İslam'ın
bitmesi anlamına geliyordu. Oysa bu büyük
bir yanılgıydı.' Ben, aklı başında olan hiçbir insanın
böyle düşüneceğini zannetmem. Osmanlı yıkıldı
lâkin İslam yıkılmadı, medeniyet yıkıldı.
Osmanlı, İslam için bir
kalkandı. Osmanlının yıkılışıyla İslam dünyası
dinini değil, kalkanını yitirdi.
*
Hasan Aycın ile söyleşi yapılmış. Müthiş. Söylediği, yorumladığı
olayları biliyoruz ama ondan dinlemek ayrı keyif veriyor insana. Çünkü anlattıklarını
zihni öyle
özümsemiş ki insanı kavrıyor. Cümlelerine
varoluşsal olarak sirayet ediyor, söyledikleri.
Metin; insanı macun gibi dışarı
sıkmıyor. Kavrıyor. Bildiğimiz
şeyleri bir daha bildiriyor.
Bildirsin, on defa bildirsin.
Şiirlerine
gelirsek bu sayının. Kaliteyi bütünlükte gösteren şiir
yok. Kısım kısım iyi dörtlüklere ve bazen de mısralara rastlıyoruz.
Eleştiride dikkatin olmadığı
söylenebilir,
Yedi İklim'in son sayılarında.
Abartılar var. Atabey Kılıç'ın ve Sami Uluğ'un
eleştiri metinleri bu bağlamda değerlendirilmelidir. Atabey Kılıç, profesörmüş.
İlginç. Öve öve bitiremediği
kitap olsa olsa sadece mahallidir. Tanpınar, bu tür şeylere 'mahalli klasik'
diyor. Ama o bile değil.
Geçen
senelerde yine Yedi İklim'in
bir sayısında okumuştum.
Mahalli bir şair, F. Hölderlin'in hizasına
yazılarak mahalli şairin
dünya şiir tarihine büyük kitaplar
armağan ettiği söylenmişti. Eleştiride bayağı
irtifa kaybeden bir dergi, bu aralar Yedi İklim.
Not: Yücel Kayıran ile yaptığım sohbetler, benim için cömertlik saçan hazineler gibidir.
Yeprem Türk