10 Mayıs 2018 Perşembe

&


Devletimiz, milletimiz, değerlerimiz 15 Temmuz Direnişi ile nefes tazeledi. Enerjisini ihya etti. Türkiye, daha önceki yıllarında görmediği özgürlüğü ve bağımsızlığı tattı.

Ancak bu durum, dünyanın çavuş devletlerini ürküttü. Onları Türkiye’nin üzerinde baskı kurmaya zorladı. Ve bu devletler, şimdi, Türkiye ‘nin kapasitesini zayıflatmak için siyasi partilere ilginç bir Doğu- Batı çatışması empoze etmeye başladılar.

Fethi Gemuhluoğlu, yetmişli yıllarda, Dostluk Üzerine adlı kitabında, Türkiye’nin gelecekte bir Doğu- Batı çatışmasına maruz bırakılacağını yazmıştı.

Bugün Türkiye’nin üzerinde böylesi bir tehlike var. Avrupa ve Batı cenahından gelenler CHP ve İYİ Parti’yle ilişkileri sıkı tutup diğer partilerle arasına mesafe koyuyor. Asya ülkelerinden ve Rusya’dan gelenlerse AK Parti ve MHP ile bir ilişki stratejisi geliştirirken diğer partilere uzak duruyor.

Ve bu, Doğu- Batı çatışması şeklinde lanse ediliyor.


Bu tuzak, yukarıdan, politikanın üst kademesinden aşağı doğru, tabana yayılır mı? Bence halkımız buna izin vermemeli. Böyle bir çatışmanın Türkiye’ye- ülkemize, bize vereceği zarar iyi düşünülmeli. 


Yeprem Türk

&


İbni Haldun’a göre ortak bir otoriteye duyulan ihtiyaçtan devlet doğar. Ama ortak bir ilim, ortak bir duygu, ortak bir sanat, ortak bir felsefe, medeniyet neye ihtiyaç duyar? Elbette ortak bir kişiliğe.

Ortak kişilik her toplumun inanışlarına ve fıtratlarına göre farklılıklar gösterir.  Örneğin Batılı topluluklarda ortak kişilik mitler ve ikonlar etrafında ortaya çıkarken, bizim gibi İslam insanlarında ise nebevi kaynaktan sadır olur.

Sonradan ortaya çıkan ideolojiler, fikir ve sanat akımları da bu ortak kişiliğin köksel ayrımlarına göre neşet eder.

Kapitalizim, Marksizim, Faşizim, Materyalizim... aslında mit ve ikonlardan ilham alarak ortak kişilik geliştirenlerin yani Batılıların üretimidir.

Bizimse bu minvalde, ortak kişiliğimizden ve duyuşlarımızdan ortaya çıkmış Anadolu irfanı, tasavvuf gibi değerlerimiz vardır.


Y.Türk


&


Anadolu irfanı, birçok unsuru içinde barındırır. Ancak Anadolu irfanı hangi kişilik üzerinde taşınmıştır, bu önemlidir. 
Aslında Anadolu irfanı da bu kişilikle özdeşleşmiştir, bir olmuştur, onun hayatına, etine kemiğine, hayata bakış şekline bürünmüştür.
Bu irfanın karakterini Mehmed temsil eder. Aslında Mehmedi bir metafiziğin ürünüdür, Anadolu irfanı. 
Ve metafizik, çiftçinin tarlasını ekerek oradan başak, zahire, harman elde etmesi gibidir.

Anadolu irfanı bu anlamda, Mehmetlerin vatan topraklarında ürettiği hasadın adıdır. 
Aynı hasat donmuş, bitmiş, kesilmiş değildir. 
Seneye de aynı hasat elde edilecektir. Ancak bazen sele, fırtınaya kapılabilir. Olsun. 
Yeter ki medeniyet fıtratı-kişiliği kaybolmasın.

Y. Türk

&


Beşeri neyi okursak okuyalım, neyi yazarsak yazalım, üstünde hep bir kişiliğin kalemi vardır.  Bugün bir dağın ismini bile söyleseniz, içimizde bir karakter bir kişilik uyanıyor. Örneğin doğduğum yerdeki ovaların sırtını dayadığı dağ bana hep tabiatın hacı babası imgesiyle görünür. Ve hatırımda öyle kalır. Himalaya, sakallı amca taklidiyle yoga yapan bilge.  Mekke, Medine, Kudüs, Kahramanmaraş, Gaziantep, Urfa, İstanbul aslında  kişilikle ortaya çıkan  tipler, şehirlerdir. Osmanlı, Selçuklu, Türkiye; bunları toplayın nasıl da karşınıza kadim prototip çıkar.

Sadece bunlarla sınır değil elbette kişilik. Kültür, medeniyet, felsefe, teoloji, siyaset hepsi bir kişilikle belirir, onun üstünde taşınır. Hatta ilim, sanat. Matematik, fen, gökbilimi, şiir. Hepsi bir kişilikle doğar, gelişir, değişir, yeni bir bünye kazanır, ilerler. İbni Sina da bu konuda benle aynı düşünür. Her milletin ilim üretiş şeklinin farklı olduğuna dikkat çeker. Ve bu kişilik, milletin ortak kişiliğidir. Bu kişilik, zayıflarsa o kişiliğin bulunduğu yerde ilim de hukuk da sanat da zayıflar. Başka yerdeki gelişkin, yetenekli kişiliğe, yani milletlere kaçar. Mehmet bizim için bütün bu saydığım unsurların temelinde bulunan kişiliktir. 


Yeprem Türk

&


Kurucu nesil ifadesi hem Türkiye hem de İslam dünyası için önemli bir ibaredir. Her dönemin, devletin, medeniyetin, çağın kurucu önderleri vardır. Şiirde, sanatta, siyasette, hukukta, ekonomide.

Her yeni dönem, yeni medeniyet, yeni ufuk; bu kurucu nesillerin çalışmaları sonucu belirmiştir. Bizim ilk kurucu nesillerimiz 900’lü- 1000’li yılların başlarında ortaya çıkmışlardır. İslam dünyasını ayakta tutan öncü akideler, öncü kanunlar, öncü yorumlar ortaya koymuşlardır . Aslında asrın dilini, şifresini İslam’ın mantığıyla tekrar konuşturmuşlardır. Medeniyet olarak tıkanmayı, donmayı önlemişlerdir. Bugün hala o temeller üzerinde yaşattığımız bir devletimiz, hukukumuz, sanatımız, kültürümüz var.

Şimdi bu kurucu önderlerin yaşadığı zamana benzer de bir çağda yaşıyoruz. Aslında Akif’in ve Sezai Karakoç’un ‘Asrın idrakine mi söyletmeliyiz İslam’ı; yoksa asrın idrakini İslam’a mı ?’ türündeki soru veya önermeler bu neviden bir neslin düşünmeleri olan, bir medeniyete ara ara uğrayacak olan çetin ve sıkı fikirlerdir.

Yeprem Türk