23 Ocak 2016 Cumartesi

MUSLUK, DEVRİM

Önce Ali Haydar Haksal'dan başlamak istiyorum. Yediiklim dergisinin genel yayın yönetmeninden, daha doğrusu sahibinden.  Milli Gazete'deki köşesinde sağcılık belası yüzünden Amerika emperyalizminin güdümü altına giriyoruz diyor, Haksal. Oysa sağcılığın kapitalizmle, Amerikayla bir alakası yoktur. Sağcıları Amerika'ya yanlı; solcuları Rusya'ya yakın görmek isteyenlerin bir arzusu bu. Bizim tarihten hatta Kur'andan ilham alarak gelen sağ bir toplum oluş durumumuz var.   Yani Sol tandanslı bir toplum olduğumuz söylenemez, söylenmemiştir de. Sağ kavramı bize kadim bir derinlikte gelir. Örneğin Kur'an'da amel defteri sağdan verilenler, güzide toplumlar olarak addedilir. Aynı kaynaktan yola çıkarak, sağ olgusu birçok alimimiz tarafından bu amel ve temel üzere açıklanmıştır. Bu anlayış İbn-i Arabi'nin kitabında şöyle yorumlanır.  'Sağ taraftakilerin  bu ruhaniyetten nasipleri: Ona uymalarıdır. Sünneti ve getirdiği şeriati ile amel etmeleridir. Ashab-ı Şimalin, solakların da o yüce ruhaniyetten aldığı nasipleri vardır. O nasipse: Dünyada himaye görmeleridir.   Bir de peşin azaptan kurtulmaları. (Şeceret'ül Kevn). Gördüğünüz gibi İslam insanı meşruluğunu sağa yakın olmaktan kazanmaktadır. Sağ dediğimiz şeyin Amerika ile falan ilgisi yoktur. Gerçi bu tür kavram sapmaları,  üzerine iyi bir araştırma yapılmayı hak ediyor.  Ancak bu, çok geniş bir zaman ve dikkat isteyen bir şey. Bazen bunlar kasten de yapılıyor gibi geliyor bana. Ya da meseleyi tam kavramadan konuşuyoruz.   Örneğin Ali Haydar Haksal'ın Afrika'ya binlerce  su kuyusu açan, Bosna'da bilmem kaç camiyi restore eden, oraya yardım akıtan ve milyonlarca Suriyeli göçmene milyarlarca lira harcayarak ev sahipliği yapan Türkiye'yi Türkçülük yapıyor diye suçlaması da buna benzerdir. Gerçi Ali Haydar Haksal, bu tavrıyla kalbimizi çoktan kırmıştır, ama yine de...işte...Buna cevabı Üstat Nuri Pakdil'in bir tweetinin manası ile verelim: Ülkeme yapılan haksızlığa dünya nasıl dayanıyor, anlayamıyorum.

Ali Bulaç, anmamız gereken ikinci isim.  Devletle, milletin değerleri ile güreşen adam.  Ak Parti'yi iktidara taşıdı diye milletimizin davasından çok İrancılık güden zat. Osmanlı Padişahlarına olmadık hakaretler eden kişi.  Devlet kavramını, köşesinde ayıplar kavramına dahil etmiş.  Yani neredeyse devlet için necis demek gibi bir şeydir bu.  Enfal Suresi'nde 'Hem, Allah'a ve Rasulüs'ne itaaten ayrılmayın ve birbirinizle çekişmeyin-sonra içinize korku düşer (güç) ve devletiniz elden gider- ve sabırlı olun; çünkü Allah sabredenler beraberdir' (46).  Devlet necisse , Allah ona sahip çıkmayı biz insanlara neden salık versin?
İran'a gelince. İran kapalı bir köy ülkesidir.  Madem 1979 devrimi İslam devrimidir. Bu devrimin sanatı, şiiri, üretim biçimi, ekonomisi, siyası tarzı, mimarisi nerededir? Yok. Ali Bulaç, önce, Türkiye'nin gerçeklerini ve tarihi derinliğini sildi, İslamcılık birikimi vasıtasıyla  Türkiye'yi Endülüs hayaline bağlı bir il şeklinde düşündü. İslamcılığın liderliğini Tayyip Erdoğan ele alınca İslamcılıktan çark edip bu kez de Türkiye İran'a doğru yürüsün, oraya bağlı bir site olsun istiyor.  Şu aralar şu söz dillerde dolaşıyor galiba, yabancı bir düşünür söylüyor bu lafı: 'İran İslam cumhuriyeti ama camiler bomboş, Türkiye laik bir ülke ama camiler tıklım tıklım'.  Laikliğin yerine hoşgörüyü koyalım ve diyelim ki asıl devrim budur. Doğal bir yolla ve zamanla; kendiliğinden olan dönüşüm İslam dünyasında Türkiye tarafından başarılmıştır.
Ali Bulaç, boşa çırpınıyor. Batı'nın gölgesi çoktan Doğu'ya düştü bile. Nasıl mı? Şöyle. Çin'in karşısına Hindistan'ı; Amerika, Avrupa ve Rusya'nın karşısına Türkiye, Suud, İran'ı koyun. Bunlar muhteva ve biçimde pek birbirlerine benzemezler ama yine de ana hatlarla birbirlerini çağrıştırmaktan geri durmazlar. Rusya'nın Hristiyan dünyaya  uzaklık ve duruşu ne kadar da benziyor İran'ın İslam dünyasına göre olan konumuna.   Üstelik  İran'ın devrim dediği şey, Rusya'nın devrimle anlatmak istediği şeyle çok uygun. Her açıdan zorbalık, kapalılık taşır ikisi de.

Yani Avrupa, paranın musluğunu İran'a açtı diye İrancı olmaya gerek yok. Bunlar musluktur açılır, kapanır. Devrim değil.


Yeprem Türk

18 Ocak 2016 Pazartesi

İktidar Gülmecesi


...
Budur! Hem geleneksel hem modern olmak, hem akaidi hem medeniyeti birlikte temellük etmek, şekille muhtevayı birbirinden ayırmamak! Siyasal İslam bunu yap[a]mamış; sadece geleneği, sadece akaidi ve sadece şekli referans olarak almaktaki taassubu yüzünden sanat ve fikir alanında iktidar olamamıştır. Siyasal islam iktidardadır, ama işte tastamam bundan dolayı, entelektüel ve estetik iktidar değildir. Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil vd. ile de bu iktidarı kurmak, maalesef, mümkün olamayacaktır…
                                                                                                                                                                                                                                                                                    Hilmi Yavuz (Zaman Gazetesi)



Yahya Kemal, duyuş olarak Osmanlının yaslandığı akaide sırtını vermiştir. Çağdaş Fransız şiirinin araç ve gereçleri bu çabasını derinleştirmiştir şairin. Oysa günümüzün şiirinin aynı akidevi temele dayanması zor görünüyor. Yeni bir akide gerekiyor şiire ve zanaata. Zamanımızdan bu nedenle bir Yahya Kemal'in çıkması imkansızdır. Son Divan şairi olarak okunması Yahya Kemal'in, şairin sanat görüşlerini dayadığı bu temelden dolayıdır. Yani demek istiyorum ki Hilmi Yavuz'un Akif yerine Yahya Kemal'i önermesi beyhude bir çabadır.  Çünkü Yahya Kemal;  Şeyh Edebalı, daha öncesinde ise Yunus gibi şairlerin çattığı söz söyleme sanatının akaid görüşü üzerinde yükselmiştir.  Ama artık modern çağda siyasete, üretime olduğu kadar şiire de yeni bir akidevi temel lazımdı. Bu temeli Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç gibi şairler çatmıştır. Sezai Karakoç, hem akaidi hem medeniyeti birlikte temellük etmiştir. Bu nedenle, Bosna'da, Türki cumhuriyetlerde adına sempozyumlar düzenlenen Hilmi Yavuz değil, Sezai Karakoç'tur. Cins dergisinin ilk sayısında okumuştum, bir Afrika ülkesine gezi yapan arkadaşların bir çay bahçesinde bir masada otururlarken yan masada konuşan Afrikalıların zikrettiği isim Sezai Karakoç'tur. Bu çapta bir söylem ve sanat iktidarı hangi şairimize nasip olmuştur acaba. Geçen yıllarda TRT'de yaptığı programın birinde Sezai Karakoç'un bir şiiri için 'Türk şiirinde bir zirvedir, bu şiir' diyen de Hilmi Yavuz'dur. Ben iyi hissediyorum ki, Hilmi Yavuz'un Sezai Karakoç'a çatmadan metin üretememesi Yavuz'un varoluş sınırlarında dahi Sezai Karakoç iktidarını göstermeye yetiyor.


Akaid tarafına gelirsek meselenin, Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç; şiir tarihimizde bu isimler kurucu yönleriyle birer milattırlar. Bundan sonra gelecek şairlerimiz bu temeller üzerinden ethos veya lirik şiir yazacaklardır. Hilmi Yavuz bu temele dayanmayı kendisine yediremediği için  Yavuz'un şiirinin dayandığı herhangi bir akiden de bahsedilemez.  Artık şiir adına bir anlamı kalmayan Fransız şiir sanatının düsturlarıyla vardır, Hilmi Yavuz şiiri. Aynen Suriye'nin şairi Adonis gibi. Adonis bugün ülkesine konuşamadan ülkesini kaybetmiş bir şairdir.  Akaid talimi yapmadan lirizm yapan edebiyatın geleceği son noktayı göstermiştir, Adonis.  Üstelik Hilmi Yavuz,  Yahya Kemal'den ne anlıyor bu bilinmiyor. Yahya Kemal örneğin, şiirlerini yazarken dönem itibariyle milletimiz ve ordumuz bir mücadele içindeydi. Yahya Kemal’in savaşın konu olduğu iki mısraı şöyledir.  ‘Vatanda  düşman görmek ıztırabıyle…/ ateş ve kanla, siler, birgün, ordumuz  lekeyi.'  Bu dizeler Hilmi Yavuz ile Yahya Kemal'in dayandığı ilkelerin ne kadar farklı olduğunu göstermeye yetiyor. 

Yeprem Türk