27 Eylül 2014 Cumartesi

ANADOLU'NUN DÖNÜŞÜ



Ara ara devlet ara ara cumhuriyet şeklinde hareket ediyor, Türkiye.  Katıksız bir 1923 cumhuriyetçiliğini  ibişlik olarak vurgulamayı yeğlerim, ben. Kültür, sanat, düşünce... her açıdan.  Devlet gibi hareket etmeleri ise Mehmet (kahraman) isminde toplamayı. Siyasi kimyamızda gelgitler yaşanıyor. Anadolu temelli doğal ve geleneksel bir siyasi organizasyon ile cumhuriyet güdümündeki bir siyasi itişmeden kaynaklanıyor, bu. İslamcılık fikri de bu arada, bu itişmeden faydalanıp Anadolu’yu Anadolu  dışına atarak Anadolu’da kendine yer açmaya çalışıyor. İslamcılığın, hazır siyasal zihnin zayıf yanlarını, mesela Kemalist Anadoluculuğu, Anadolu’ya mal etmeye uğraşırken buutlu tarafını da İslamcılığa tevil etmeye çalışması bundan.

Aslında Türkiye’deki İslamcılar, Kemalist Anadolucuğun kendi Anadolu’sunu inşa ettiğinde, Anadolu’ya bu Kemalist pencereden bakabilmiş sayılı yanılgılı insanlardır. Halkın,  Anadolu’da açılan bu sahte pencereye inanmadığı kadar bile diretmemişlerdir. Yani yanlış Anadolu fikriyatçılığına kabulle yaklaşmışlardır. Anadolu’yu hep cumhuriyetçi bir cetvelle ölçmüşlerdir. Karşılarında ise derinliksiz bir Anadolu bulma aldatmacasına düşüp,  cumhuriyet süresi içindeki İslam düşünce literatürünü İslamcı kavramlarla doldurmayı sürdürmüşlerdir. Anadolu’nun cumhuriyetin oluşturduğu bir derinlikle yorumlanması, Anadolu İslam düşüncesinin bin yıllık hayati geleneğini görmeye engel oldu. Sanırım onları cumhuriyetin Anadolu’yu basitleştiren sert ve dışlayıcı politikası yanılttı. Yeni yüzyılda sadece belagatin vur kaç taktiği yaparak var ettiği  ve toplamını İslamcı bir etiketle balyalayabileceğimiz bir  heyecan dalgasının kucağına attı. Fikir boşluk kabul etmez çünkü.  Geleneksel Anadolu siyasal damar, başka siyasal bir gücün güdümüne sokulmak istendi. Selçuklu, Osmanlı devlet kanalını tali bir unsur olarak burada eritmekten başka bir amacı da yoktu aslında bu çizginin. İslamcılık Anadolu’nun kendine has kuvvetli dini ve siyasal unsurlarına güven kaybı yaşatmak için yüzyıllık bir denemeydi. Bu hareket, bilinçli bir şekilde yapıldı. Anadolu devlet geleneğine ve onu var eden unsurlara şeytani bir çalımdı. Doğu’yu koruyan kaleyi yıkmaya yönelikti. Bu günkü yazısında, 27 Eylül 2014,  Ali Bayramoğlu ‘Yüzyıl Ortadoğu’da bir Kürt yüzyılı olacaktır’ demiş. Paramiliter bir cümle kurmuş.  Oysa bu yüzyıl, Türklerin ve Kürtlerin yüzyılı olacaktır. Bu da Anadolu’nun Selçuklu, Osmanlı çizgisinde geri dönüşüdür. 


 Adem Kalan







23 Eylül 2014 Salı

İbiş Nesil, İbiş Kuşak, İbiş Lirizmi

Mehmet Özger’in Aşkar dergisi’nde yayımladığı ‘Lirik şiir laiktir ya da Neo-epik hacıdır’ adlı yazısını okudum. Mehmet Özger, hem haklı hem haksız. Lirik şiir bizde hep yanlış anlaşıldı. Sırf feminen bir dünyanın ürünü gibi görüldü. Ermişlerin, dervişlerin hayatın gerçeklerine bakmaktan korktukları ima edildi. Toplumda steril bir hayat sürdükleri sanıldı. Elbette günahlardan elden geldiğince steril, ama bunu hayattan kopuk olarak tanımlamaya ne gerek vardı. Neo-epik şiir yazanlar da modernitenin oluşturduğu bu düşük algıdan faydalandı. Lirik şiir yazdıklarını söyleyen ve ellerine ne geçse cesede çeviren seksen kuşağının figürleri de bu algıya tuz biber ekti. Seksen kuşağı lirik şiir adına sarımsak vazifesi gördü. Kokuttu lirizmi. Doksan kuşağı geldi, onların sahip çıktığı ne varsa fırlatıp attı. Bedbaht lirik tutum, akabinde nobranlığı doğurdu. Ancak Neo-epik şiiri sadece bu yönüyle görmemek lazım. Hataları ve sevabıyla, küfürlerini de ceza olarak yererek, değerlendirilmesi gerek, akımın. Türkçe bu dönemde sesini yükseltti. Şiirimize uğramamış konular şiire girdi. Realizm üstelik bir kimseyi, akımı ilahiyattan uzak da tutmayı gerektirmez. İmandan daha realist ne var? Üstelik lirik şiir yazanların şehvette boğulduklarını görmedik mi? Açıkçası yeniçağda duygularımızın, fikirlerimizin, birikimlerimizin kökenine doğru perdelendik. Lirizmin de epiğin de uzun yollu kökü, cumhuriyet ve laiklikle doksan yıldır kısaltıldı. Sonunda lirizmde, çağın ilahi türünde Antropomorfik bir tavra varıldı. Doksan şiirinden sonra yollar açıkçası kökene doğru tekrar uzamaya başladı. Bir şey burada başat rol oynadı. Bu,  laikliğe başkaldıran Anadolu’nun bazı yanlış işlerini de içinde barındıran şiir hareketiydi. Anadolu’nun şiir adına cumhuriyetin tersine gitmesinde dönüm noktasıdır, Neo-epik. II. Yeni’yle sanat adına ara verilen cumhuriyete yetmiş ve seksen kuşakları devam etmişlerdi. Neo-epik şiirin gücü burada yadsınamaz. Bunlar ilerde daha aşikar olacak.  Nuriyelik sandığımız şeylerin altından daha çok Nurilikler çıkacak. Seksenlerin Nuriye dediği lirizm nitekim Nuri çıkmıyor mu?  Türler aslında birer ayna. Lirizm de öyle. Sahibine göre ses verir.  Bazen kirlenir. Bazen kişiliği kuvvetli bir sahiple paklanır, parlar. Sadece şiir değil hani. Başka şeyler için de böyle. Mesela devlet. Sahip ve sakinlerine göre yol alır. Mehmet Özger’in Lirizm’e tanım olarak Ebubekir Eroğlu’nu referans alması, bunun kanıtı. Eroğlu’nun bir tane lirik denecek şiiri yok. Doksan öncesi kuşak İbişler Kuşağıdır. Değerler ibişleştirildi. Anladınız ne demek istediğimi. Cumhuriyet ibişleşmiş bir kuşak yetiştirdi. Nesil ibiş olunca, lirizm de ibiş lirizmi oluyor. 

Yeprem Türk