Aykut Nasip KELEBEK
ile Söyleşi
Konuşan: Adem KALAN
Bir şair olarak ilk nesir kitabınız çıktı. Bu sizin için ilk poetik kitabınız. Hayırlı
olsun. Ancak poetik metinler üreten şairlerin dışlandığı edebiyat ortamımızın
size ceza kesme olasılığı nedir? Şiirin yanında neden poetika?
Öncelikle iyi
dilekleriniz için teşekkür ederim. “Kanlı Canlı Şiir” çıkalı bir ay kadar oldu,
kitapla ilgili şimdiye dek aldığım yorumlar, bazı küçük önerilerin dışında olumlu
yöndeydi; şiiri hakkında -olumluların yanında- bazı olumsuz görüşler
bildirdiğim şairlerden de -sağ olsunlar, gözlemlediğim kadarıyla metin-içiyle
metin-dışını ayırt etme konusunda ilerleme kat ediyoruz- büyük oranda övücü,
yüreklendirici paylaşımlar aldım. Poetika biraz farklı bir alan ama evet,
aktüel şiir üzerine yazanların belli bir
temkinle, bir çeşit tepkisellikle karşılandıkları bir gerçek; nitekim ben de bu
kitaptaki bazı yazılardan ötürü, dergilerde yayımlandıkları süreçte bazı
tepkiler, küskünlükler ve burada söylemeliyim, çirkin hareketlerle
karşılaşmıştım ki zaten bunu da kitabımın sunuşunda kısaca belirttim. Hatta bir
öykücü dostum, “Arkadaş her yazdığın yazı olay oluyor, boşver eleştiriyi, şiirine
odaklan” demişti bana bir defa. Fakat o yazılar bir araya gelip “Kanlı Canlı
Şiir” adında yaklaşık iki yüz sayfalık bir kitaba dönüşünce, gördüğüm kadarıyla
çevrede de özel bir ilgi ve dikkat oluştu. Yani son derece ciddiydim. Yaşımın,
kabul edelim ki bu işler için alışılmamış bir yaş olması ve pek el atılmayan
bir türe yönelmem de öyle zannediyorum ki birçok insanda bu kitaba karşı ayrı bir
sempati yarattı. Bunlar, erken yorumlar elbette; algı yarın tamamen terse de
dönebilir. Ama bana sorarsanız, edebiyat ortamımızın eleştiriyi ödüllendirip
temelsiz/samimiyetsiz övgü ve yergileri cezalandırmaya başladığı gün, ideale
bir adım daha yaklaşmış olacağız. Gelelim, şiirin yanında neden poetika,
sorusuna: Kimse eleştiri yazmıyor, bu boşluğu doldurayım yahut eleştiri yazarak
edebiyatımızı zenginleştireyim gibi düşüncelerle hareket etmiyorum, böylesi bir
ödev bilinci eleştiriyi benim için bir sıkıntıya dönüştürürdü. Ben, kendi zihin
dünyamda şiirle eleştiriyi birbirinden bağımsız düşünemediğim için eleştiri
yazıyorum, şiir eleştirisi benim için şiir gibi bir şey yani -ilk şiirimle ilk
eleştiri yazımın birbirini izleyen aylarda, ilk şiir kitabımla ilk eleştiri
kitabımın arka arkaya yayımlanması da bu durumu bir başka açıdan somutluyor-. Çabamın
bu eleştiri boşluğunu doldurmak, edebiyatımızı zenginleştirmek gibi sonuçları
olursa bundan da büyük mutluluk duyarım. Eleştirmenlik, hem zekâma iyi geliyor
hem de hayatın diğer alanlarının zekâma katkılarını görmemi sağlıyor. Eleştiri
yaza yaza, ukalalık olarak algılanırsa çok üzülürüm, Bedri Rahmi’nin “Zifiri
karanlıkta gelse şiirin hası/Ayak seslerinden tanırım” mısralarındaki ruh
haline erdim; eleştiri galiba bu ayak seslerindeki ritmi çözümlemekle
başlıyor. Neden eleştiri, neden poetika sorularına çok sayıda farklı yanıt
verebilirim belki, şu an aklıma bunlar geliyor. Son olarak, kendi bağlamımdan
çıkıp şiirle ilgilenenlere birkaç öneride bulunmak isterim: Türk şiiri bir
umman. Ben 1950 sonrasına ayrıca yöneliyorum, fakat şiirimizin her dönemi ve
her aşaması dikkate değer bir zenginlik içeriyor, bu alana girip nitelikli
eleştiriler çıkarmak, yeni tartışma alanları açmak gerekiyor. Biliyorum, bakirliği
ölçüsünde yankısız bir alan Türk şiiri eleştirisi, ama sabır ve mücadele.
Bence yeni kuşak imgeciler, yeni çağda imgenin nasıl kullanılacağına
dair ilk ipuçlarını bu kitapta bulacaklar.
Bu, enteresan bir yaklaşım.
Aslında kitapta imgeyi merkeze alan herhangi bir kuramsal metin yok ancak kimi
imgeci şairler hakkındaki yazılarımdan imge yaklaşımımı çıkamak mümkün sanırım.
Ben, imgeyi, okuru metne yabancılaştırmada değil dahil etmede bir araç olarak
değerlendiriyorum; anlamlandırma açmazına değil belki çok anlamlılığa davet
ediyorum. Bir aforizma söyleyeyim mi? Okuru bünyesine alan şiirler
demokratiktir, dışlayanlar otokratik…
Osman Serhat, bir metninde,
Zafer Acar ve sizin için Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi
Tanpınar benzetmesini kullanmıştı. Elbette bunu usta çırak anlamında
söylemişti. Kitabınızda da bu yönde doğal bir eğilim var.
Zafer Acar hakkında
“Kanlı Canlı Şiir”de iki tane yazı var, ayrıca kitaptaki bazı başka yazılarda
da Zafer Hoca’ya ilişkin farklı bağlamlarda kurulmuş birtakım ifadeler mevcut.
Son dönem şiirimizde Zafer Hoca’ya özel bir konum atfettiğim, sizin de ifade
ettiğiniz üzere kolaylıkla anlaşılıyor. Osman Serhat’ın benzetmesine gelirsek:
Osman Abi’nin özel bir şiir ve hayat algısı vardır, yeteneği kolay fark eder,
çok pratik tespitler yapar, sözü hiç dolaştırmadan söylemekte de üstüne yoktur.
İşte bu da o türden bir yaklaşım biçimi. Evet, aralarında neredeyse yüz yıla
yakın bir ara bulunan ancak birbirlerine -henüz hatıra anlatacak yaşa gelmedim
herhalde- çok benzeyen iki ilişki, -kendime ve çevreme dışarıdan bakabildiğim
için bu hususta konuşabiliyorum- ne var ki hiç benzemeyen tarafları da var. Yahya
Kemal’in, Tanpınar’ın şiirleri/yazıları üzerinde uzun uzadıya durduğu konusunda
bir malumatım yok, “Şiiri bırakın, o benimle bitti” gibi cesaret kırıcı
sözlerini ise yine Tanpınar’dan dinliyoruz. Zafer Hoca ise saygıdeğer bir
titizlikle benim şiirlerim/yazılarım üzerinde büyük emek sarf etmiş, nadir
karşılaşılır türden bir nezaketle beni sıkça onore etmiştir. Tanpınar’ın
Günlükler’inde açığa çıkan Yahya Kemal kırgınlığı, belki biraz da buralarda
yatıyor.
Kanlı Canlı Şiir, aslında
imgenin yenilenmeye çalışıldığı bir şiir atölyesinde inşa edilmiş. İmge, ironiyle Zafer Acar’la yenilenmiş ve
Aykut Nasip Kelebek ile yoluna dönüşerek devam ediyor, daha kanlanarak daha
canlanarak.
Bunları konuşmak için
biraz erken sanıyorum, en azından benim konuşmam çok şık olmaz. Ama şunu
söyleyebilirim: Zafer Hoca ile tanışmazdan evvel yazdığım ilkgençlik
şiirlerimde Sezai Karakoç’un şiirinden etkilenmiş, gelenekle moderni uzlaştırma
çabası veren bir delikanlının mücadeleleri vardır; dolayısıyla Hoca ile buluştuğumuz
zemin şiirdi. Daha sonraları kendisinden sadece imgeye değil, şiirin neredeyse
bütün problemlerine dair birçok şey öğrendim ve aramıza daha sonradan katılan
genç şair arkadaşların da varlığıyla buradan ortak bir -sadece imge ve ironiye
hapsetmeyelim- şiir anlayışı doğdu. Şu an Zafer Hoca’nın şiiri ve poetikasının
sadece bizim ortamımızda değil -Osman Serhat’ın, “Hamse”nin arka kapağında
belirttiği gibi- genel olarak edebiyat ortamında önemli bir etkisi var. Ben
yavaş yavaş kitaplarımı yayımlıyorum, diğer arkadaşların da dosyaları
önümüzdeki süreçte kitaplaşacak ve sizin ifadenizle bu “şiir atölyesi”nin verimleri
daha somut ve teklifleri daha açık seçik hale gelmiş olacak. İmge konusundaki
yaklaşımlarımı, özetle yukarıda ifade etmeye çalıştım: Evet, imgeyi yenileme,
elle tutulur, gözle görülür ve belki en önemlisi, kalple hissedilir kılma
çabamız; bu kitabın belli başlı örgütleyicileri arasındadır.
Kavramları da hayatı da değerli kılan şahsiyettir, imge için de aynı şey geçerlidir. Kan ve Can
lazımdır elbette bunu sağlamak için.
Kitabın adı bir
teklif elbette, çünkü okuduğumuz şiirlerin büyük çoğunluğu, gündelik
hayatımızda sık kullandığımız kalıplardan olan “kanlı canlı”lığı yansıtmıyor.
Kalıbın daha temel anlamlarına gidecek olursak, işte yaşadığımız hayat tam
anlamıyla bir can pazarı, coğrafyamızda her gün oluk oluk kan akıyor. Şiirin bu
kanlı canlılığı yansıtması, giderek bizzat hayatımızdaki/damarlarımızdaki kan
ve can olması lazım. Hayatımızda yer edinebilmesi başka türlü mümkün
görünmüyor.
Kuruluşdergisi