Günümüzün cemaat liderleri veya butik
alimleri aşırı ve gereksiz şekilde meşrep kavgası vermekteler.
Bu tür kavgaların devlete ve millete
kazandırdığı tek şey: Bezginlik, yıkım ve dağılmak olmuştur.
Osmanlının son zamanlarında merkezi kamuda
Fakılar ile Sofuların itikat kavgaları vardı. Millet, senelerce bu iki kesimi tiyatro gibi izledi. Başka işlere kafa yormayı unuttu. Dış dünyada meydana
gelen gelişmeler, bu çekişmelerin gölgesinde yitti. Ticaret bitti. Sanat buharlaştı. Siyasa çöktü. Osmanlı toprak ve
saygınlık yitirmeye
başladı.
İstanbul fethedilirken, Bizans’taki kiliselerin
yine buna benzer boş tartışmalar yaptığı bilinir.
Hakeza Moğollar İslam dünyasını yerle bir
etmeye yeltenirken medeniyet ve bilginin beşiği olmuş Bağdat’taki Beytü’l Hikme’ adlı irfan ve
bilim evinde alimlerin, incir çekirdeğini doldurmayacak tartışmalara
yöneldikleri yazılır. Yani alimlerin ve alim kılıklı insanların bu tür
hareketlere tevessül etmeleri, ülkelerini ve birikimlerini kaybetmekle
sonuçlanmıştır.
Kur’an’da ilim edinenler ve kibre kapılanlar şeklinde adlandırılıyor, bu tür bilginler.
Bir rivayete göre Yunus’a Mevlana’nın
Mesnevi’sini
sormuşlar. O da Mesnevi için çok uzun ‘Ete kemiğe büründüm/ Yunus diye
göründüm’ dense yeterdi, demiş. Ama aynı Mevlana’nın nazarının da kendisine
makam atlattığını, gönlünün ışıklarının yanmasına vesile olduğunu söylemeyi
ihmal etmemiştir. Mevlana’nın da Yunus için ‘hangi makama erdiysem, o Türkmen
kocasını benden önce varmış gördüm’ demesi karşılıklı tevazu ve anlayışın diğer
ucudur.
Yeprem Türk