12 Mart 2017 Pazar

Söyleşi



Aykut Nasip KELEBEK ile Söyleşi


Konuşan: Adem KALAN


Bir şair olarak ilk nesir kitabınız çıktı.  Bu sizin için ilk poetik kitabınız. Hayırlı olsun. Ancak poetik metinler üreten şairlerin dışlandığı edebiyat ortamımızın size ceza kesme olasılığı nedir? Şiirin yanında neden poetika?

Öncelikle iyi dilekleriniz için teşekkür ederim. “Kanlı Canlı Şiir” çıkalı bir ay kadar oldu, kitapla ilgili şimdiye dek aldığım yorumlar, bazı küçük önerilerin dışında olumlu yöndeydi; şiiri hakkında -olumluların yanında- bazı olumsuz görüşler bildirdiğim şairlerden de -sağ olsunlar, gözlemlediğim kadarıyla metin-içiyle metin-dışını ayırt etme konusunda ilerleme kat ediyoruz- büyük oranda övücü, yüreklendirici paylaşımlar aldım. Poetika biraz farklı bir alan ama evet, aktüel şiir üzerine  yazanların belli bir temkinle, bir çeşit tepkisellikle karşılandıkları bir gerçek; nitekim ben de bu kitaptaki bazı yazılardan ötürü, dergilerde yayımlandıkları süreçte bazı tepkiler, küskünlükler ve burada söylemeliyim, çirkin hareketlerle karşılaşmıştım ki zaten bunu da kitabımın sunuşunda kısaca belirttim. Hatta bir öykücü dostum, “Arkadaş her yazdığın yazı olay oluyor, boşver eleştiriyi, şiirine odaklan” demişti bana bir defa. Fakat o yazılar bir araya gelip “Kanlı Canlı Şiir” adında yaklaşık iki yüz sayfalık bir kitaba dönüşünce, gördüğüm kadarıyla çevrede de özel bir ilgi ve dikkat oluştu. Yani son derece ciddiydim. Yaşımın, kabul edelim ki bu işler için alışılmamış bir yaş olması ve pek el atılmayan bir türe yönelmem de öyle zannediyorum ki birçok insanda bu kitaba karşı ayrı bir sempati yarattı. Bunlar, erken yorumlar elbette; algı yarın tamamen terse de dönebilir. Ama bana sorarsanız, edebiyat ortamımızın eleştiriyi ödüllendirip temelsiz/samimiyetsiz övgü ve yergileri cezalandırmaya başladığı gün, ideale bir adım daha yaklaşmış olacağız. Gelelim, şiirin yanında neden poetika, sorusuna: Kimse eleştiri yazmıyor, bu boşluğu doldurayım yahut eleştiri yazarak edebiyatımızı zenginleştireyim gibi düşüncelerle hareket etmiyorum, böylesi bir ödev bilinci eleştiriyi benim için bir sıkıntıya dönüştürürdü. Ben, kendi zihin dünyamda şiirle eleştiriyi birbirinden bağımsız düşünemediğim için eleştiri yazıyorum, şiir eleştirisi benim için şiir gibi bir şey yani -ilk şiirimle ilk eleştiri yazımın birbirini izleyen aylarda, ilk şiir kitabımla ilk eleştiri kitabımın arka arkaya yayımlanması da bu durumu bir başka açıdan somutluyor-. Çabamın bu eleştiri boşluğunu doldurmak, edebiyatımızı zenginleştirmek gibi sonuçları olursa bundan da büyük mutluluk duyarım. Eleştirmenlik, hem zekâma iyi geliyor hem de hayatın diğer alanlarının zekâma katkılarını görmemi sağlıyor. Eleştiri yaza yaza, ukalalık olarak algılanırsa çok üzülürüm, Bedri Rahmi’nin “Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası/Ayak seslerinden tanırım” mısralarındaki ruh haline erdim; eleştiri galiba bu ayak seslerindeki ritmi çözümlemekle başlıyor. Neden eleştiri, neden poetika sorularına çok sayıda farklı yanıt verebilirim belki, şu an aklıma bunlar geliyor. Son olarak, kendi bağlamımdan çıkıp şiirle ilgilenenlere birkaç öneride bulunmak isterim: Türk şiiri bir umman. Ben 1950 sonrasına ayrıca yöneliyorum, fakat şiirimizin her dönemi ve her aşaması dikkate değer bir zenginlik içeriyor, bu alana girip nitelikli eleştiriler çıkarmak, yeni tartışma alanları açmak gerekiyor. Biliyorum, bakirliği ölçüsünde yankısız bir alan Türk şiiri eleştirisi, ama sabır ve mücadele.

Bence yeni kuşak imgeciler, yeni çağda imgenin nasıl kullanılacağına dair ilk ipuçlarını bu kitapta bulacaklar.

Bu, enteresan bir yaklaşım. Aslında kitapta imgeyi merkeze alan herhangi bir kuramsal metin yok ancak kimi imgeci şairler hakkındaki yazılarımdan imge yaklaşımımı çıkamak mümkün sanırım. Ben, imgeyi, okuru metne yabancılaştırmada değil dahil etmede bir araç olarak değerlendiriyorum; anlamlandırma açmazına değil belki çok anlamlılığa davet ediyorum. Bir aforizma söyleyeyim mi? Okuru bünyesine alan şiirler demokratiktir, dışlayanlar otokratik…

Osman Serhat, bir metninde,  Zafer  Acar ve  sizin için Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar benzetmesini kullanmıştı. Elbette bunu usta çırak anlamında söylemişti. Kitabınızda da bu yönde doğal bir eğilim var.

Zafer Acar hakkında “Kanlı Canlı Şiir”de iki tane yazı var, ayrıca kitaptaki bazı başka yazılarda da Zafer Hoca’ya ilişkin farklı bağlamlarda kurulmuş birtakım ifadeler mevcut. Son dönem şiirimizde Zafer Hoca’ya özel bir konum atfettiğim, sizin de ifade ettiğiniz üzere kolaylıkla anlaşılıyor. Osman Serhat’ın benzetmesine gelirsek: Osman Abi’nin özel bir şiir ve hayat algısı vardır, yeteneği kolay fark eder, çok pratik tespitler yapar, sözü hiç dolaştırmadan söylemekte de üstüne yoktur. İşte bu da o türden bir yaklaşım biçimi. Evet, aralarında neredeyse yüz yıla yakın bir ara bulunan ancak birbirlerine -henüz hatıra anlatacak yaşa gelmedim herhalde- çok benzeyen iki ilişki, -kendime ve çevreme dışarıdan bakabildiğim için bu hususta konuşabiliyorum- ne var ki hiç benzemeyen tarafları da var. Yahya Kemal’in, Tanpınar’ın şiirleri/yazıları üzerinde uzun uzadıya durduğu konusunda bir malumatım yok, “Şiiri bırakın, o benimle bitti” gibi cesaret kırıcı sözlerini ise yine Tanpınar’dan dinliyoruz. Zafer Hoca ise saygıdeğer bir titizlikle benim şiirlerim/yazılarım üzerinde büyük emek sarf etmiş, nadir karşılaşılır türden bir nezaketle beni sıkça onore etmiştir. Tanpınar’ın Günlükler’inde açığa çıkan Yahya Kemal kırgınlığı, belki biraz da buralarda yatıyor.

Kanlı Canlı Şiir,  aslında imgenin yenilenmeye çalışıldığı bir şiir atölyesinde inşa edilmiş.  İmge, ironiyle Zafer Acar’la yenilenmiş ve Aykut Nasip Kelebek ile yoluna dönüşerek devam ediyor, daha kanlanarak daha canlanarak.

Bunları konuşmak için biraz erken sanıyorum, en azından benim konuşmam çok şık olmaz. Ama şunu söyleyebilirim: Zafer Hoca ile tanışmazdan evvel yazdığım ilkgençlik şiirlerimde Sezai Karakoç’un şiirinden etkilenmiş, gelenekle moderni uzlaştırma çabası veren bir delikanlının mücadeleleri vardır; dolayısıyla Hoca ile buluştuğumuz zemin şiirdi. Daha sonraları kendisinden sadece imgeye değil, şiirin neredeyse bütün problemlerine dair birçok şey öğrendim ve aramıza daha sonradan katılan genç şair arkadaşların da varlığıyla buradan ortak bir -sadece imge ve ironiye hapsetmeyelim- şiir anlayışı doğdu. Şu an Zafer Hoca’nın şiiri ve poetikasının sadece bizim ortamımızda değil -Osman Serhat’ın, “Hamse”nin arka kapağında belirttiği gibi- genel olarak edebiyat ortamında önemli bir etkisi var. Ben yavaş yavaş kitaplarımı yayımlıyorum, diğer arkadaşların da dosyaları önümüzdeki süreçte kitaplaşacak ve sizin ifadenizle bu “şiir atölyesi”nin verimleri daha somut ve teklifleri daha açık seçik hale gelmiş olacak. İmge konusundaki yaklaşımlarımı, özetle yukarıda ifade etmeye çalıştım: Evet, imgeyi yenileme, elle tutulur, gözle görülür ve belki en önemlisi, kalple hissedilir kılma çabamız; bu kitabın belli başlı örgütleyicileri arasındadır.

Kavramları da hayatı da değerli kılan şahsiyettir,  imge için de aynı şey geçerlidir.  Kan ve Can  lazımdır elbette bunu sağlamak için.



Kitabın adı bir teklif elbette, çünkü okuduğumuz şiirlerin büyük çoğunluğu, gündelik hayatımızda sık kullandığımız kalıplardan olan “kanlı canlı”lığı yansıtmıyor. Kalıbın daha temel anlamlarına gidecek olursak, işte yaşadığımız hayat tam anlamıyla bir can pazarı, coğrafyamızda her gün oluk oluk kan akıyor. Şiirin bu kanlı canlılığı yansıtması, giderek bizzat hayatımızdaki/damarlarımızdaki kan ve can olması lazım. Hayatımızda yer edinebilmesi başka türlü mümkün görünmüyor. 



Kuruluşdergisi