19 Mart 2022 Cumartesi

DERGİLER VE NOTLAR/ C

 

CİNS, EYLÜL 2021

*

Erol Göka ile yapılmış bir söyleşi var, dergide. İnsan, dünyada özne olmaktan çıkıyor mu?' diye soruluyor. Modernizm hümanizmden, çöp insana (homo-sacer)  geldi. Açıkçası insana bu gözle bakılıyor. Dünyada nüfusun fazla olması mıdır, bunu söyleten şey ya da insanın halifeliğini kaybedecek denli anlamsız bir duruma düşmesi midir? Düşünmek gerek. Ama dünya genelinde insanlara doğru 'sayıca çoksunuz, gereksizsiniz, değersizsiniz' algısıyla yapılan gizli bir ekonomik-politik ve felsefi bir propaganda var.

Oysa tarihin, dünya hayatının öznesi daim insandır. 

Halife insan, giderse dünya ıssız kalacaktır. İnsan çünkü dünyanın ruhudur. Ruhsuz bir alem yaşayamaz.

*


Orta sayfa sohbeti Yıldırım Ağanoğlu'na ait. Ağanoğlu, Osmanlı tarihinde Balkanlar ve Balkan göçleri üstüne yaptığı çalışmalarla bilinir. Başlık: Osmanlıda milliyetçilik yapan son topluluk Türklerdi.'  Ağanoğlu'nun şu fikrine katılmak mümkün değil:  'Birtakım aydınlarımız her ne kadar onlar da Osmanlı büyük coğrafyasının insanları deseler de, o Osmanlı kalmadı artık.'  Osmanlı, bilirsiniz bir hanedan adı olmaktan çok bir milletin, medeniyetin ve dünya görüşünün adıdır. Osmanlılık, gecmişe de geleceğe de hükmetmeye devam edecektir. Selçuklu bile bir çeşit Osmanlılıktan başka bir şey değildir. Türkiye hakeza. Aslında millet ve medeniyet üstüne fikir üreten göçmenlerin bu husustaki düşünceleri de ilginçtir. İlk Türkçülük, bilirsiniz Kazan'dan gelen göçmen bir fikirdir. Şimdi benzer Türkçülük düşünceleri de Balkanlardan ikinci kez, göçmen olarak gelmektedir. Oysa merkez; millet ve medeniyet düşüncesinde bu fikirlerin üstündedir. Merkez: Osmanlıdır, Büyük Doğulu’dur. 

 

MUHİT, EKİM 2021


Dergi Hasan Aycın ile açılıyor. Hasan Aycın, İslam medeniyetini, çizgi sahasına olgun ve derin taşıdı. Türkiye'de dahası Büyükdoğu'da çizgiye yeni bir tecrübe alanı açtı. Bu açıdan Hasan Aycın bir yol açıcıdır.

Muhit'in şiirlerinden şimdilik bahsetmiyorum. Bu açıdan bu sayı kayda değer değil.

Kâmil Yeşil, Duyguların Ötelenmesi Üzerine yazmış. Bu tür durumlar modern psikoloji nedeniyle hep modern bir tarz ve kavramlarla söylendi, anlandırıldı. Gerçi aynı sayıda Erol Göka, bu psikolojik kavrayışa karşı çıkmış. Yine Ekim sayısında bakın Hüseyin Akın, babasının anısına yazdığı bir yazıda bu vaziyeti nasıl anlatmış: '..Sıra geldi çaresizliği de cesaretsizliği ve karamsarlığı da evde öğrendik. Meğerse bizim farkında olmadan hayatın içerisinde öğrendiklerimiz, modern bilimde öteden beri var olan şeylermiş. 'Öğrenilmiş çaresizlik', öğrenilmiş cesaretsizlik gibi...'

Mustafa İsen'in Üçüncü Murat hakkındaki mülahazaları ilginç. Gerçi Üçüncü Murad, bu aralar hakkında epeyce konuşulan bir devlet adamı. Temeddün ve tefessüh dönemlerini birlikte yaşamış. Çok çekişmeli ve sert bir siyasî hayat geçiren 3. Murad, açıkçası kendisini biraz da sanatın o sağaltıcı ve yumuşatıcı atmosferine atmış. Bu atmosferin, katkıyı ve  çürümeyi aynı mesafe içinde yaşatması da düşünülmeye değer bir şey. Bence bunun temeli, kurucu bir sanat anlayışından ziyade tüketici bir sanat atmosferine dayanır. Örneğin Yunus'un şiiri, hem sanatın hem de dirilmenin bir verimidir. O nedenle Yunus'un ve Akif'in sanatı oldukça farklıdır. İkisi de öncelikle sağaltıma değil aynı zamanda diriltmeye ve kurmaya meyillidir. Sadece sağaltım, şiirin de diğer sanat dallarının da zararına işlemiştir.

Her padişah adayı gibi 3. Murad da devrin önemli alim ve irfan adamları tarafından yetiştirilmek üzere Manisa sancağına gönderilmiş. Şehzadelerin her birini bir başka sancakta yetiştirmek, merkeze hazır hale getirmek bir Osmanlı siyasi adetidir. Siyasi hareket, şimdi olduğu gibi yine o zamanlar da taşradan merkeze doğruydu. Şehzadenin temsili taşradadır. Daha sonra çeşitli deneyimler ve aşamalarla merkezî yönetime doğru gider, şehzade. Sancaklardaki her şehzade gelecekte padişah adayıdır. Bu yöntem, günümüzün parti anlayışını andırıyor. Çünkü sancaklarda yetişen her şehzade, devleti yönetecek farklı felsefî ve siyasi düşünceleri de ediniyorlar. Akabinde çeşitli mücadelelerin ardından partiler gibi merkezi temsil etme, devleti yönetme hakkı elde ediyorlardı.


BUDAK, OCAK- ŞUBAT 2021

 

Dosya: Türk Edebiyatı mı, Tükçe Ebediyat mı (?) tartışması. Aslında Orhan Kahyaoğlu'nun 'Modern Türkçe Şiir Antolojisi' adlı eseriyle gündeme gelen bir konu. Bir sanat meselesi değil politik meseledir. 

*

Pandemiyle Sanatın Sonu mu Geldi? Diye sormuş,  Büşra Kenan. Ben başka şeyler söyleyeceğim. Günümüz insanı büyük bir suçluluk- borçluluk psikolojiyle hareket ediyor. Bu salgınla da borcunu biraz ödediğini düşünüyor. Bu borç doğanın, fıtratın borcuysa emin olun mutlaka ödenir. Ya görülmeyenin hakkı, borcu? Rilke, şairler için 'görünmeyenin arıları' demiş. Şiirse ona görünmeyenin çiçeklerinden derlenmiş bir petektir. Bu görünmeyenin bir şeyleri olmak için ille de şair olmaya gerek yoktur.  E tabiî görünmeyen öldürüldüğüğüne göre, yani Niçe'ye göre Tanrı öldürüldüyse. Öldürülenlerin hakkı?

Michael Brendan Dougherty, Yevgeni Zamyatin'in '(We) Biz'i üstüne yazmış, bu metni Çağla Anılmış Soydemir ise çevirmiş.

Anahtar kelime: Distopya.

Distopya bağlamında çok eser var ama yazıda iki kitap öne çıkarılmış. George Orwel'in 1984'u ve Aldous Huxley'in Cesur Dünya'sı.

George Orwell'in ' 1984'ü ' katı ve sert bir parti egemenliğini işler. Aslında bu kitap Y. Zamyatin'in Biz'inden oldukça etkilenmiş bir yapıttır. Orwell'in sert ve acımasız parti eğemenliği dediği şey, Y. Zamyatin'in konu ettiği Rusya Komünizm partisi diktatörlüğüdür. A. Huxley'in ' Cesur Dünya'sı da kapitalizmin yol açtığı bir distopya örneğidir. O zaman için iki kutupta tutulmak istenen dünyanın iki kutbunda da meydan gelen yıkım ve hayal kırıklıklarıdır.

 

BUZDOKUZ, SAYI: MAYIS- HAZİRAN 2021

 

Jim Leftwich'in 'Buzdokuz'a cevap olarak gönderdiği mektup, sunuşa konulmuş. Şiir türleri karnavalı yapmış Jim Leftwich.

Birazını buradan vermek isterim: 'Şiir dışı/ şiir olmayan şiir, yazışmalar, süreç şiirleri, fluxus şiirleri, eğlenceli şiirler, opak şiirler, boş şiirler, kaygan şiirler, çarpık şiirler, torklu şiirler, oyuncu şiirler, aşk şarkıları, kasideler, labirentler, otodidaktik şiirler, yöntemsel şiirler, keyfî şiirler... seri şiirler, toplu şiirler, yığın şiirler, sprey şiirler... kırıntı şiirler, doğaçlama şiirler, ezilme şiirleri, ... su şiirleri, dans şiirleri, ateş şiirleri...'

Daha onlarca adlandırmayı yazmadım. İsterseniz şiir isimleriyle biraz da biz dalga geçelim ve devam edelim: İhtiyar şiirleri, genç şiirleri, adamın biri şiirleri, ayakkabı şiiri, diz şiiri, eklem şiiri, ne var ne yok şiiri, katı şiir, ıslak şiir, yürü şiiri, otur şiiri vs.

Tam olarak post-modern bireyin şiire ve hayata bakış penceresidir, bu yanıt. Gerçi modern insan da  bu demektir. Her yerdedir ama hiçbir yerdedir aslında modern insan. Zihnen dağılmış, parçalanmış, ne istediğini bilmiyor. Şiirde hiçbir zeminle mukayyet olamamak, bütün zeminlerle mukayyet olmaktır. Yüz zeminden bir zemine bağlılık, doksan dokuz hürriyet vaat ederken hiçbir zemine bağlanmamak yüz mecburiyet getirir. Bence modern şaire soru sorulmaz. Çünkü onun cevabı yoktur. Ya da ondan alacağınız yanıt çöp yığını olur. Tarih ve çöp meselesine gelince her halde kadim insan şöyle derdi: Çöp olmayan tarihtir; tarih olamayansa çöptür.

Modern olmayan ya da modern olmaya hakkı olmayan tek tür varsa o da şiirdir. Şiirde biçim ve kelimeler ne denli yeni olsa da şiirle istenilen şey eski bir şeydir. Modern çağda biz, şiirle gasp edilmiş kadim hakkımızı alırız.

 

NATAMA, Ocak- Mart 2021


'Tanpınar'daki Turgut ve bir kanon önerisi' isimli metin ilginç. Enis Akın yeni bir kanon öneriyor. 'Türk şiirinin bir kanonu olması gerekli değil, ama illa olması gerekirse ben 1955- 1965 arası dergilerde yayımlanmış edebî yazıları ve dergide yazma kültürünü ısrarla öneririm' diyor, Enis Akın. Elbette bu da bir görüş ve öneridir. Tanzimat'tan İkinci Yeni'ye kadarki süreci bir çırpınış, acemilik olarak ele almış Enis Akın. Belki de sakince yapılan ilk edebiyat İkinci Yeni'dir, demek istemiş. Bence de haklı. Modern insanın şiirini İkinci Yeni yazar. Yabancılığın şiiridir, İkinci Yeni. Bir durum tespitidir. Ama şiirimiz de daima bu insanı, modern hayatı aşma çabası içinde değil mi? Onun getirdiklerinden önemli ölçüde şikayetçi olan bir şiirimiz var.


DERGÂH, HAZİRAN 2021

 

Dergâh’ın şiirleri tutuk ve tumturaklıdır. Yani kendine hastır. Orada şiir yazanlar, zamanla da aslında birbirlerine benziyorlar.

Osman Nuri Tolar, daha önce karşılaşmadığım bir isim. Buradaki şiiri Ezra Pound’un Kantolar’ını hatırlattı. Bence Dergâh, hikâyede daha başarılı ve özgür bir çizgi tutturabilen bir dergi. Bunda Mustafa Kutlu’nun, zamanında dergiye bıraktığı tohumların etkisi var. Dergâh’ın şiirde yüksek ve özgür bir yapıya varması için Yahya Kemal ya da Ahmet Haşim gibi bir büyük şaire kavuşması gerekir. Yahya Kemâl’den Ali Ayçil’ e; biraz da mektepten taşraya demektir.

 

İsmail Güleç, Yanmaktan Kaçış adlı metniyle Cahit Sıtkı Tarancı şiirini ve şairin ölümle olan münasebeti üstüne düşünmüş. Ölümü tefekkür etmek, şairane bir şeydir. Hölderlin, ‘İnsan yeryüzünde şairane kaimdir, der ya; biz de anlam, yeryüzünde ölüm düşüncesi ile kaimdir, diyelim. Ölüm, hayatın manasını verir. Ve insan ömrüne mana, sondan başa doğru gelir. Kur’an da zaten ölüm hakkında düşünmemizi, ondan ibret almamızı öğütler. Ölümü bilmek, hayatı bilmektir. Yunus, sinlerden ibret alır.

Tevfik Fikret’in trajedisini, Abdullah Uçman yazmış. Ah Halûk. Tevfik Fikret’in promete’si. Şiir serüvenini sabah ezanıyla başlatır, ‘Târih-i Kadim’ ile bitirir. Divan şiiri, Muallim Naci, Recaizade M. Ekrem, A. Hamid ve etkin derecede bir Bodler etkisi. Ve İskoç ışığı.  Bir yerlerden ışık gelirken ahlâkıyla ve kişiliğiyle gelir. Dünyada personasız, karaktersiz bir ışık yoktur. Nebiler bile  ışığı dünyaya taşırken bu böyledir. Bu nedenle ışıkta Muhammedîyiz. Ama Fikret’in modern şiirdeki yenileşmeye katkısı yadsınamaz.   Ve çağımız, şiirimiz açısından bir amentü çağıdır. Fikret’ten, Sezai Karakoç’a, İsmet Özel’e kadar bir amentü geçidi vardır. 


Yedi İklim Ocak 2021

 

Sunuş yazısı bilgi ve tefekkür üstüne. Bilgideki ve uzmanlık alanlarındaki parçalanmaya vurgu yapıyor. Bilgiler arası birliği sağlayacak şeyin tefekkür olduğunu söylüyor. Ve bilgi ve insan; hem batınî hem zahiri anlamda parçalanmaya devam ediyor. Aslen modern Batı tarihi de bir parçalanma tarihidir. Medeniyetler parçalandı, imparatorluklar parçalandı, teoloji parçalandı, bilgi parçalandı. Bugün en küçük parçaya Tanrı parçacığı adı veriliyor. Sanırım manevi anlamda bir Tanrı parçalanması da var. Bilgesi yok modern tarihin mühendisi var. Bilgelik çünkü bütünlemeyi gerektirir.

Ali Haydar Haksal, Tolstoy üzerine epey yazı yazdı. Bu sayıda da Tolstoy üstüne düşünen bir metin kaleme almış. Haksal, neredeyse bir Tolstoy uzmanı oldu.

İsmail Demirel, Babanzade Ahmet Naim Efendi bağlamında kalarak Arap İslam’ı, Türk İslam’ı gibi deyişlere değinmiş. Bu tür sözler, Müslümanları bir arada tutan ana gövde medeniyet parçalandıktan sonra ortaya çıkan şeylerdir. Osmanlı sonrası döneme aittirler. Doğuda biliyorsunuz, bir fikir veya ideoloji tutunmak için İslamlaşmak zorundadır. Aksi takdirde kabul görmez. Bunlar, Fransız ihtilali sonrası ortaya çıkan fikirlerin İslamlaştırılması sürecidir. Komünizm bile İslamlaşmak zorunda kaldı, İslam topraklarına girmek için.  Müslüman çoğunluk, kendi yenileşmesini kendi yapsaydı büyük oranda bu tür deyişler de ortaya çıkmayacaktı. Medeniyet diyoruz örneğin, Batı’nın getirdiği kavmi düşünceye karşı çıkıyoruz. Ama medeniyet yazıp söylediğimiz zaman bile modern düşünceden birçok şey alıyoruz. Modern ideolojilerden kurtulamıyoruz. Eski dendiğinde geleneğimiz kast ediliyor yeni dendiğindeyse Batı. Ne zaman Batı eski olursa bence asıl özgün yenilenme o zaman başlar. Yenilik kültürünün bir şekilde değişmesi gerekir. İman çağı, din çağı denildiğinde Osmanlı akla gelir. Bilim çağı telaffuz edildiğindeyse Batı.  Yok böyle bir şey. Osmanlı hem iman hem ilim çağını birlikte yaşadı.

 

MUHİT, Şubat 2021


İbrahim Tenekeci, benzer şiirlerine devam ediyor. ‘Kendinden saymıyor yaşamak beni / İbrahim olsam da milletim sensin.’  Tenekeci’nin şiir evreni kendine has. Onu başkası alıp kullanırsa liseli edebiyatına dönüşüyor, bu üslup. Nitekim Tenekeci’nin genç takipçi-şairlerinin çoğu bu düzlemde mısralar karalıyor. Aslında Hece şiir taklidi kabul etmez bir şey. Onu ses olarak var edersen başarılı olursun. Hece şiiri, kendisini benzemez dil ve davranışlarla verir.  Aslında eleştiri de öyledir. Örneğin bu sayıda Celal Fedai’nin Kısa şiirler üzerine kaleme aldığı metinleri, İsmet Özel tarafından yazılmış gibi. İnsanda hiçbir gerçeklik duygusu ve etkisi bırakmıyor.

Dursun Çiçek, Muhit’in yeni denemecisi. Galiba ödül de aldı.

Dosya: Adı güzel kendi güzel Muhammed (s.a.v.)

 

MUHİT, Ocak 2021

 

Ahmet Murat’ın Sanat şiiri kısa bir şiir ve başarılı. Murat, kısa şiirlerin şairidir.

 

Erol Göka, zaman konusuna değinmiş, bu kez. Batının zaman felsefesini eleştirmiş. Zaman kapitalizmin ve tüketim iştahasının temposu içinde ilerliyor. Bazı kitaplarda okuyorum, tarihi dokuların yoğun olduğu şehirlerde zaman daha sakin ve geniş akıyor, şeklinde. Bence zaman duygusuna bu ritmi veren şey nostaljik kalıntılardır. Nostalji hisleri, insanda tüketimi de azaltır. İnsandaki aceleyi de alır. Ve zaman kavramını açıklama bağlamında Doğulu -Çinli bilgelerin eline kimse su dökemez.  Zannımca zaman Batı’da ölçülüyor Doğu’da da yaşanıyor. Çünkü Doğu, dünyanın ilk kalıntılarına ve hatıralarına sahiptir. Bazıları buna nostalji der bazıları da Ezel-i Hikmet alemi.

Kamil Yeşil,  Münzevî dememiş Outsider demiş. Ne gerek vardı.

Ahmet Kekeç’e Allah gani gani rahmet eylesin.


y. türk