SÖZCÜKLER, KASIM- ARALIK 2021
Şiirlerinde marksist ve seksen kuşağı
karışımı bir aura var. Görüş olaraksa Sözcükleri, felsefî-marksizm diyebileceğimiz bir dünya içinde tasavvur etmek mümkün.
William Saroyan'dan muthiş bir öykü okudum. Üslûbu fevkalade rahat ve etkileyici. Girişi
şöyle:
'Saçımı
kestirmeyeli kırk gün
kırk gece oluyordu ve işsiz kemancılar gibi görünmeye başlamıştım.
Bilirsiniz insanın o halini: Harap ve Komünist Partiye katılmaya
hazır. Biz Küçük
Asya'dan gelen barbar kıllı insanlarız: Saçımızı kestirmemiz
gerektiğinde saçımızı
kestirmemiz gerekir...' Ezra Pound'un şiirsel yazınını hatırlattı
bana, öyküdeki dil. William Saroyan'ın bir
fotoğrafı var dergide, altında şöyle
yazıyor: Saroyan, Bitlis yolunda, 1964. Ve Sezai Karakoç'un Köpük şiirinde geçen bir dizesi de şu: Tembelliğin
kehribarı Bitlis Saroyan.
Nâzım
Hikmet'in iki konuşmasına yer verilmiş. İkisi de Azerbeycan'da yapılmış. Azerîleri, Sovyet halklarından bir halk
olarak gösteren
cümleler
okudum metinde. E tabiî komünizmin merkezi o zamanlar
Rusya'ydı. Rusya, kendi varlığını dünyaya Ortodoks-Slav-Komünizm üçgeninde açtı. Yayılmacılığını bu üçlü kavram üstünde geliştirdi. Gerçi Komünizm anlamında şimdi merkez Çin. Bu bakımdan Rusya'nın rakibi
yani.
Diğer bir yazı: Felsefe ve Praksis.
Yazanı: Tahir Abacı. Metinde Abacı, modernizmin, post-modernizmin ve bu çağ aralığında yer alan düşünürlerin felsefe ve diyalektik üstüne yaptığı eklentileri kıyasıya
eleştirmiş. Ve metinlerin bir pratiğe sahip olmadıklarını, teorik düzeyde kaldıklarını ve zorlamayla, dil
oyunlarıyla gelen bir zihin mesaisi olduklarını belirtmiş. Aslında gerçek bir yaşantıyla yapılan felsefede
yığıntı olmaz. Çağımızın felsefî metinleri, arasında bazen değerli
şeyler görebileceğiniz
devasa çöp
dağlarına benziyor. Spinoza hakkında söylenenler
dikkat çekici.
Aslında Spinoza ve Kierkegaard, teolojik bir felsefe inşası için çalışırlar, Hristiyan dünyası içinde. Gazali'nin felsefeye dair görüşlerine paralel bir şeydir, bu. Bu
konuda onlara Gazali ilham vermiş olabilir. Örneğin Kierkegaard'ın felsefî birey ve dinî birey ayrımı, İslam
felsefecilerinden gelen düşünsel bir soya sahip. Ve metindeki şu
cümleleri
buraya eklemek isterim: 'Derrida'nın önermiş
olduğu, 'partisiz, örgütsüz, zaman dışı, adsız, ünvansız, pek az kamusal, sözleşmesiz, vatansız ve bir 'karşı-
fesat hareketi' niteliğindeki enternesyonele....' Gerçi
bana göre
Derrida burada izonomik marksizmi öneriyor.
Ya da Eko-marksist bir dünya
görüşünün uzaktan tarifini yapıyor.
SİNCAN İSTASYONU, KASIM - ARALIK 2021
Sincan
İstasyonu Türk
şiiri için
daha çok
bir dipnot dergisidir. Şairlerin anıları ve şiir türü adına düşülmüş kısa kısa notlar derginin öne çıkan özelliği. Edebiyat magazini tarafı da
bulunur. Buna bağlı olarak oluşan bir
takip zevki de vardır ayrıca derginin.
Bu
sayıda 'Fikret mi, Yahya Kemal mi?' adlı yazı önemli. Eskiden yani on yıl önce falan 'Akif mi? Yahya Kemal mi?' şeklinde
sorulurdu. Yani akide mi? Estetik mi? Şiirin akide tarafına Akif, estetik ya da
lirik kefesine de Yahya Kemal konulurdu. Şimdilerde Akif'in yerine sol yazında
Tevfik Fikret konmaya başlandı. Oysa modern Türk şiirinde yenileşme iki kavram etrafında
şekillenir. Yani 'Akif mi? Yahya Kemal mi?' Şeklinde soru sormak, bizi bir nevi
'ethos mu, pathos mu?' sorusuna götürür. Ethos ve Pathos kavramları olmadan
modern Türk
şiirinin ana yollarını göstermek ve kavramak zorlaşacaktır. Ethos şiirin ilk atası Namık
Kemal'dir. Akide şiirinde yeni insan ve
yeni zihin ilk kez Namık Kemal tarafından yakalanır. Bu şiirin zirvesi
Akif'tedir. Tefvik Fikret şiiri, Namık
Kemal'in açtığı
yolda sadece bir sokağa sapmış ve ilerlemiş bir şiirdir.
Pathos
şiir de Yahya Kemal ile uç verir. Şimdi bana Şeyh Galib'in pathos bir şiir yazdığını söylemeye kalkmayın. Bu kavram yeni şiirde
Yahya Kemal ile yerine oturur. Yahya Kemal yeni insanda yeni zihinde eskiyi
yeni insana ve yeni zihne göre algılamış ve bu yolla edindiği malzemeyi şiirleştirmiştir.
Dergide
çeviri şiir olarak 'Neils Hav'dan bir ürün var. Neils Hav şiirleri daha önce Yedi İklim gibi muhtelif dergilerde
Mustafa Burak Sezer tarafından Türkçeye
aktarılmıştı. Önemli
ve yüksek
bir şiire de sahip değildir Neils Hav.
YED İKLİM, EYLÜL 2021
Derginin
sunuş yazısı hayat ve tabiat üzerine. Biz, çiçek
böcek edebiyatını küçümserken tabiatın neredeyse bittiğini
fark ettik. Onu değersiz görmek ona yabancılaşmaktır. Çiçek böcek edebiyatı diye doğa anlatısını kıymetsizleştirmek, aslında tabiatla mücadele edilmesi gerektiğini salık veren
Modern uygarlığın şiirimiz üstündeki
etkisine katılmaktır. Ben buna saldırı kültürü, diyorum. Doğaya saldıran insan, bakın
şimdi nefes alamaz hale geldi. İnsanla
doğa arasında karşılıklı bir tecelli şartı vardır. Tabiat tecelli etmeden insan
tecelli edemez. İbn Haldun 'Coğrafya kader derken' bu tecelli kaydına gönderme yapar.
Kemal
Şamlıoğlu, 'Tanzimat Şiirinin Kavramsal Retoriğinde Gelenek' adlı metniyle
dergiye katkı sunmuş. Aslında son elli
yıllık şiir eleştirilerinin bir çoğunda tasavvuf şiirinin terimlerine karşılık, ilk yenileşme
hareketi olan Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa'nın şiirimize getirdiği yeni
kavramlar hep eleştirilir. Ya da kötülenir.
Oysa vatan, millet, hürriyet gibi insanımıza ve şiirimize ruh katan kelimeler önemli ve değerli şeylerdir. Üstünde yaşadığımız toprağı yeniden tarif
etme ve onunla tekrardan anlam bağı kurma cehdi vermiştir, bizlere. Bunları
değersiz görenler
ve bunların karşısına tasavvufi kavramları koyanlar aslında tasavvufî bakış açısına büyük zarar da veriyorlar ve birer müsteşrik gibi davranıyorlar. Ya da o
halet-i ruhiyeye bürünüyorlar.
Modern Türk
şiirinde tasavvuf şiiri ararsanız gerçek anlamda bunu Necip Fazıl ve Sezai
Karakoç'un
kitaplarında bulursunuz. Diğerleri, menkıbeleri ve bu düzlem üzerindeki anlatıları 'serapa istiare' etrafında
işlemiş eserlerdir.
Omer
Hatunoğlu yazmış: 'Şarkiyatçılık'ı Yeniden Okumak'. Şarkiyatçlık, Edwar W. Said'in o ünlü kitabı etrafında değerlendirilmiş. Oysa
Şarkîyatçılık, Fuat Sezgin'in bilimsel, belgelere
dayanan çalışmalarıyla
artık neredeyse bitmiştir. Şarkîyatçılık
üzerine Fuat Sezgin'i mevzu etmeden
konuşmak havanda su döğmektir. Doğu- Batı itilafıysa hiçbir zaman kalkmaz. Düşünce de zıttıyla kaimdir.
Ali
Haydar Haksal, Diriliş'i anlatıyor. Sezai Karakoç'un diğer ideolojilere bakış açısını incelemiş. Benim yorumum:
Toplumsal sınıf katmanları arasındaki mücadele daima olmuştur. Hiçbir ideoloji ve siyaset bilmi bunu
ortadan kaldıramamıştır. Önceden köleler ve Firavun'lar vardı, biri diğerinden merhamet ve özgürlük dilerdi. Sonra Aristokrat sınıfı
ortaya çıktı
bu sınıftan da hem anlayış hem de toprak istendi. Akabinde burjuva ve
proleterye belirdi. Bu, tamamen ekonomik temelliydi. Biri direğinden bilgelik
falan değil sadece ücret
artışı arzuladı.
OLAĞAN ŞİİR, EYLÜL- EKİM 2021
Dosya
konusu: 'Şiirde Tahkiye'. Anlatının
Şiirdeki Konumu adlı metinde, Hasan Hüseyin Özbunar açıkçası
tahkiye şiirin zirvelerinin örneklerini veren Akif'e haksızlık etmiş. Akif'in Küfe şiirini bu hususta başarısız gösterirken Cemal Süreya'nın şu şiirini başarılı bulmakta.
'Yıldızlar
kıyamet gibiydi kaldırımlarda
Çünkü biraz evvel yağmur yağmıştı
Adam
bulut gibiydi, hatırladı
Adamın
ayaklarının altında
Yıldızların
yıldız olduğu vardı
Adam
yıldızlara baka baka yürüdü
Çünkü biraz önce yağmur yağmıştı'
Elbette
tahkiye-şiire bu şiir de iyi bir örnektir. Ancak tahkiye-şiirin çağa göre biçimlenişini, nüveleneşini görmezseniz tahkiye-şiir konusunda iyi ve
kötü örnekleri ayıklamakta zorlanırsınız. Üstelik Akif'in Küfe şiirini gerçeklerde kalmış hayale doğru yola çıkamamış şeklinde düşünerek geride bırakmak şiiri bilmemektir.
Bir şeyin şiire yakın olup olmadığını hayal unsurlarıyla mı ölçeceğiz? Akif ile Cemal Süreya'nın şiiri arasında somutluk ve
hayal farkı vardır. Şiirin şartı mıdır hayal? Küfe, gayet somuttur, hayatın içinden alınmıştır. Somut- gerçekçi şiirin tüm özelliklerini ve yeteneklerini içinde barındırmaktadır. Üstelik, Küfe şiiri toplumun hafızasında yer etmiş
bir şiirdir. Tabiî Özbunar,
bunları, Behçet Necatigil'in bir değerlendirme
yazısından etkilenerek söylüyor. Necatigil'in düşüncesidir, bu. Necatigil, somut şiire ve
toplumcu şairlere mesafeli bir şairdir. Hatta toplumsal olan şeyin de estetik
olarak söylenmesini
ister ama yine de toplumsal olandaki estetiği yakalayacak bir şiir kudretine de
sahip değildir. İç
ses önemlidir,
Necatigil'de, mırıldanmak veya. Akif, bu mırıltıyla İstiklâl Marşı'nı yazabilir miydi? Hayır. Akif,
Kurtuluş Savaşı içinde
bir milletin yok olma ile var olma arasında mücadele ettiği yerde, yoksullukların had
safhaya çıktığı
bir noktada, türlü elim hercümercin ortasında hayalî unsurlarla şiir yazsaydı, Türk şiiri ortama mugayir bu şaire ne
derdi acaba? Yazık olmaz mıydı şiire. Halk, Akif için ne düşünürdü?
Zaten Akif de kendi şiirinin hayal ile bir alışverişi olmadığını söyler.
Derin ahlâki,
dinî, felsefî problemleri gerçekçiliğe sadık kalarak işler. Akif, bizim kültürümüzdeki tüm zamanların epik- gerçekçi ve somut şiir birikimini taçlandırmış bir şairdir. Şiirde Yunus'tan
sonra ikinci sırada olması bundandır.
Ah
bu lirizm, öyle
yanlış anlaşılıyor ki. Akif'te lirizmin olmadığını söylemek mümkün mü? Değil. Akif'in Ordu şiirini okuyun
lirizmin tepe noktasını görün.
Yok lirizm iç
monologmuş yok lirizm özerk ve özel bir dili savunurmuş... Akif'te taş gibi bir lirizm var ama
bu lirizm ne şahsi ne de özerk bir dil üstündedir.
Milletin lirizmi vardır, Akif'in şiirlerinde.
Aslında
Behçet Necatigil'in, Akif'in şiiri için söylediği tespitler tamamen bir tavır
ilişkisi içinde
değerlendirilecek şeylerdir. Buna
benzer bir ilişkiyi Necatigil, İkinci Yeni ile de yaşamıştır. Örneğin poetik birikiminde İkinci
Yeni'den daha çok
beslenmesine rağmen aslan payını Oktay Rıfat'a vermiştir, Necatigil. Aslında
tavra karşı bir tavır-poetikası izlemiştir.
Ayrıca
belirtmek gerekirse tahkiye- şiirin son zamanlardaki en başarılı örneği Sezai Karakoç'un Masal şiiridir.
DERGÂH, EYLÜL 2021
Dergâh dergisinde eskiden, İbrahim Tenekeci,
börtü böcek şiirleri yazardı. Tabiatı, mütevekkil bir kişilikle ve insan-doğa
uyumuyla anlatırdı. Ve insanın şiddetini kınar, tabiatın tarafını tutardı.
Aslında Tenekeci, tabiata çıkan dili Tanrı'ya çıkan dille harman ederdi. Ve severdik biz bu şiirleri. Çünkü
bu dil, tarihi bir yazın ayrımını da bize verirdi. Biliriz ki tabiata meftun iki uygarlık
vardır, dünyada.
Birincisi eski Grek; diğeri de Anadolu (Asya).
Grek'te güzelliğin
ölçüsü olan tabiat bizde ilahî tecelli olarak anlam ve derinlik
kazanır. Tabiatın konu olarak geçtiği şiirler, börtü böcek şiirleri olarak küçümsendi çünkü insanoğlu tabiata bir değer
atfetmiyordu. Onu sadece bir hammadde olarak görüyordu. Tabiat şiirlerini börtü böcek şiirleri şeklinde görenleri kınıyorum. İnsanoğlu; cahilliğini
ve zalimliğini en çok
doğaya karşı göstermiştir.
y. türk