İşte geldi, ikindi.
Ufukta bir gök bardağı, içinde
Tanrı'nın kızıl nimeti yani renk şarabı.
Diğerleri
vakit, ikindiyse sanat.
İkindi,
günün en
güzel yeri; güneşin
alın teri. Ve ben en çok bu
vakit dünyaya
yaşamaya çıkarım.
Yaşamı kırmam.
Galiba
bir ikindi vermiş dünyaya Allah beni. Bundan olmalı aramızdaki derin
ilişkinin sebebi. Bir nevi coğrafyanın ve vaktin kaderi. Bu
anlar, daha bir canhıraş dönüyor içimde, geçmişten geleceğe ezelî hikmetin pervanesi.
Muhammedî olanın İsa'dan, Musa'dan, Davut'tan... söylenmesi. Yazı bende çoğu kez bir ikindi mesaisidir. Zihnimin içine yazı ekili bir arazi bırakır bende
ikindi esini. Durur önümde ürünleriyle
vaat edilmiş topraklar gibi.
Ben
onda masumluğumu, çocukluğumu,
Sübhaneke’lerimi ve evvelimi
buluyorum; o da bana çocukluk dolu
gökçe kabıyla, ufkun kızıl şarabını sunuyor. İçiyorum.
Bazen
Ahmet Haşim gibi. Değil bende ikindi vakti izleği sadece incelmiş bir doğa kültürü. Altta sonsuz bir temel gizli.
Bu
vakit indiriyorum milletimin genlerinde olan aşk kuvvetini bilim değil de
edebiyat biçiminde.
Sereserpe.
Genelde
ikindinin yüzü ufkumda asılır bir cennet afişi gibi.
İkindi vaktinde müthiş
oluyor beka ve dünya düeti. Ezele düşer gibi yolum. insan, tahtadan atlar yapmak
istiyor gönlüne ve binip gitmek diliyor ezel evine. Günün
sonundaysa ufkumda hep o şey vardı, tüm
güzelliklerin ardı: Tanrı
Ve
her gün iner
akşam, ikindiden bir veda hutbesi gibi. Hissettire hissettire içimdeki gurbeti.
Ve ben de seslerim: Ey ikindi yarın da gel, sema önlerinde beklerim seni.
y. türk