13 Mayıs 2015 Çarşamba

boş tartışmalara ekmek yok


II. Abdülhamit mi, M. Akif mi? Ya da Necip Fazıl mı? Bu çekişmenin fikir ve edebiyat dünyasına bir şey katacağına hiçbir zaman inanmadım. Bu üç isim de ceddimiz olur. Hamurumuzdaki mayada katkıları vardır, üç mübareğin de. Hürmet, saygı, minnetimiz onlara. Bunlardan birinin olmadığı bir dünya düşünmek istemeyiz bile. II. Abdülhamit mi, M. Akif mi? Artık bu tür tartışmaları suskunlukla karşılayacağız. Kuruluş dergisi her ikisinden çok şey üretti. Diriliş ana kaynak oldu neredeyse. Mehmetli Milleti, Büyük Doğu Milleti'dir mesela. Mehmedi idrak ise Akif’in asrın idraki’nden doğdu. Abdülhamit de Akif de Necip Fazıl da Sezai Karkoç da  gözümüz ışığımız oldular. Başka ne denir? Ha bir de sırf bir tahrik nesnesi olarak çıkan Fayrap’ı da okumayacağız. Her sayısına bir düzelti borcumuz da yok Fayrap'ın. Bunun için mi geldik yani dünyaya. Kanımızı milletimiz için fokurdatacağız. 

EDİTÖR
 

12 Mayıs 2015 Salı

Eleştiri Fikre Dönüştü

Şiir, edebiyat sahasında en geniş çaplı metinler 90’lı ve 2000’li yıllarda kaleme alındı. Üstelik bu metinler oldukça uzundu. Mesela Kökler dergisinde Turgut Uyar hakkında on sayfalık bir eleştiri metni yer alabiliyordu.  Atlılar, Fayrap, Dergah ve Hece gibi dergilerde aynı ortak tavır vardı. Osman Özbahçe, Hakan Arslanbenzer, Hakan Şarkdemir gibi isimler bu tarz yazılar inşa ettiler. İkibinli yıllarda da aynı eleştiri yeni şairlerce sürdürüldü. Mesela Zafer Acar bunu yapan İkibin kuşağının şair eleştirmenlerinden. Sanırım, bu uzun metinlerin de bir sebebi vardı. Cumhuriyetin ilk yıllarından tutun doksana kadarki dönemde Türk şiiri birçok maceraya sahne oldu. Garip Şiiri, Büyük Doğu, İkinci Yeni, Diriliş, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu derken doksan kuşağı önlerinde üzerlerinde bolca durulmamış  mecralar topluluğu buldu. Ve bu yıllara kadar düşünce var etmenin bir aracı sayılabilecek deneme türü geriye çekilerek, eleştirel tür öncelendi. Bu da bir bakıma doğaldı. Çünkü geçmiş dönem şiirinin kalabalıklığının bir yerde ayıklanarak seyreltilmesi gerekiyordu. Zirvelerin, enginlerin nerede, hangi topluluk içinde kimlerin olduğunun gösterilmesi lazımdı.  Yani aslında konuşulacak epey bir konu birikmişti. Edebi sahada eleştirinin izini sürmek bu bakımdan hem zevkli hem de kolay hale geldi. Bu, doksan kuşağı adına büyük bir imkandı. Şiirde tutunamadıkları yerde bu tür eleştiri metinleriyle edebiyat ya da şiir ilgilerini sürdürdüler. Geçmiş şiir birikimini isim isim eksik ya da fazla pay edilmiş değerlerle balyalayıp gelecek kuşakların alımlarına, akıllarına sundular. Bu bakımdan geleceğin şiir pazarında hangi şairler dolaşacak doksan ve ikibin  kuşakları bunu aşağı yukarı işaret ettiler. Ve bu açıdan oldukça şanslılar, kader onlara eleştiride cömert davrandı, kesenin ağzını açtı yani.

Şimdiyse eleştiri metinlerinin eskisi kadar uzun tutulmadığını ya da yapılan eleştirilerde bol malzemenin kullanılmadığını görüyoruz. Ayrıca doksanların yazdıkları şeyleri tekrar etme korkusu yaşanıyor. Yeni şeyler söyleme sıkıntısı beliriyor yani. Uzun metinlerin verdiği doygunluk da bu durgunluğa tuz biber ekiyor. Günümüzde eleştirinin kıtlığı büyük oranda bunlara bağlanabilir. Ancak, doksanların bu başarısına rağmen yeni fikirler var edemediği de bir gerçek. Eski konuları ağırladılar onlar masalarında daha çok. Kitlesel hareketlerde yer alabilecek yeni şeyler var edemediler. Bizse Kuruluş dergisi olarak kendimizi doğrudan bu tür bir  fikrin yani yeni bir şeyin içinde bulduk. Êlbette Kuruluş dergisi metinleri de kısa. Bu da  yeniliği keşfetmenin, yeni şeyler söylemenin doğal kanunundan geliyor. Gelecek azar azar gelir çünkü. Yapacak bir şey yok.



Yeprem Türk